Mutlak hakikat var mıdır?

Bitmeyecek uzun felsefi bir tartışma: Mutlak hakikat var mıdır? Cümleyi, yani soruyu anlayabilmek için soruda geçen üç kelimeyi/kavramı anlamak/tanımlamak gerekiyor ilk önce. “Mutlak”, “hakikat”, “var” sözcüklerini. Bunlara “mutlak” ve tartışmasız bir tarif getirmek mümkün mü?

Mutlak mukayyeddin tersi. Bütün kayıtlardan azade, kayıtlı olmayan, kayıt altına alınamayan, sınır çizilemeyen, çizilen bütün sınırları aşan/taşan demek. Kişiden kişiye, zamandan zamana, coğrafyadan coğrafyaya, toplumdan topluma göre değişmeyen, renk almayan, sabit kalan demek.

Hakikat bütün nedenlerin, niçinlerin, nasılların içerisinde saklı olduğu bir tılsım-ı müşkil. Gerçeklik kelimesi tam olarak karşılar mı, sanmıyoruz. Hak, doğru ve sahih diye bilinen/inanılan şeyleri bir bütün halinde kuşatan ve kucaklayan bir kelime hakikat. “Hakaik-ül eşya-ül sabitetün” der eskiler. Eşyanın hakikati sabittir, değişmez yani. Yeniler ise eşyanın hakikatinin sabit değil, ‘devingen’ olduğu söylüyor.

“Var” kelimesi yok’un muhalifi. Fiziki varlık, psikolojik varlık, maddi varlık, manevi varlık, tinsel varlık, tensel varlık, zihni varlık, misali varlık… Varlık, önündeki bu sıfatlara bağlı olarak anlamı değişen/değişebilen seyyal bir kelime. Varlık ama hangi varlık, var ama hangi var? “Hakikat vardır” veya “hakikat yoktur” derken tam olarak neyi kastediyoruz?

Bu muğlak dibace ışığında sorumuzu yineleyelim: Mutlak hakikat var mıdır? İşin kolayına kaçmadan evet veya hayır ile yanıtı verebilecek bir soru değil gibi duruyor. Cümlenin müteşekkil olduğu kelimeleri anlamalıyız ki cümlenin tümünü anlayalım ve ona göre cümleye bir yanıt bulalım. Cümleyi teşkil eden üç “basit” kelimeyi anlayabiliyor muyuz peki?

Adına “hakikat” denilen nazenin insanların algı ve yargılarından bağımsız olarak mevcut olan bir şey mi? Kaynağı ne? Varlığı hayali mi hakiki mi? İlmi mi harici mi? Şuhûdi mi misali mi? Cevher mi araz mı? Öz mü töz mü? İnsan bilinci ile anlam kazanan veya ondan farklı bir şey mi? Hakikat bir ve tek mi, yoksa birbirine muvazi birden fazla hakikatler mi var? Tekil mi, çoğul mu? Ne, nerde, kimde?

Evet hakikat varsa eğer temessül edilir, temellük değil. Ama hangi hakikat? “Mutlak” sözcüğünün tarifinden yola çıkarak söylersek zamandan zamana, mekandan mekana, kültürden kültüre göre değişmeyen, sabit kalan, insanların üzerinde ihtilafa düşmediği bir hakikat var mı? Doğruluk, adalet, iyilik, erdem belki ama bunlar bile kazınsa altından izafiliğin/göreceliliğin bizlere göz kırpması mukadderdir.

Cemil Meriç “mutlak hakikat yoktur, hakikat kültürden kültüre, mahalleden mahalleye, hatta kişiden kişiye göre değişen bir şey” diyor. Doğru mu? Mutlak hakikat yoksa bir dine bağlanmanın/inanmanın mutlak bir değeri yok demektir, öyle değil mi? Çünkü İnanç/iman mutlak bir duygudur mutlak olmayan bir şeye konmayı istemez.

Mesela “hak ve hakikat hiçbir dinin inhisarında değildir. İslam’ın bile. İslam hakikatten bir parça barındırır ama hakikatin bütünü değildir. Dolayısıyla diğer bütün dinler ve ideolojiler de hakikatten bir parça taşır. Hakikati temellük bütün insanlığın kollektif hakkıdır” iddiaları… O halde İslam neden geldi? Var olan hakikat parçaları (danecikleri) içerisine bir hakikat parçası daha ilave oldu. Yani gelmeseydi de olurdu, öyle mi?

Hakikati temellük bütün insanlığın kollektif bir hakkı ise Kuran’daki “hak” ve “batıl” şeklindeki kesin/keskin ayrımlar ne anlama gelir o halde? Kur’an kendisini serapa hak gördüğünden batıl içinde yüzen muhataplarını ısrarla kendisine davet eder. Muhataplar da hakikatten bir parçanın mümessili iseler şayet onları başka bir hakka çağırmanın manası ne?

Şöyle karşılık verilse: “Ama Kuran’a göre bakıyorsunuz, öznel bir şeyin içerisinden nesnel bir sonuca ulaşmak istiyorsunuz?” Biz de deriz: “Kur’an’a inanmak ve onun perspektifi ile bakmak öznel mi? Öznel ne demek, nesnel ne demek? Bu kelimelerin objektif/mutlak bir karşılığı var mı? Varsa bize gösterebilir misiniz lütfen? Bilim neden öznel değil, kimin bilimi, hangi bilim, kime göre bilim?

Hakikatin ölçüsü sayısal çoğunluksa eğer insanların yüzde doksanı “hırsızlık iyi bir şeydir” derse bu hırsızlığı gerçekten iyi bir şey yapar mı? Kur’an “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırır” (En’am/116) diyor. Peygamberimiz (asm) ilk tebliğ aşmasında kendisi dışında Müslüman olmadığı halde tevhid akidesi haklılığından zerre-miskal bir şey kaybetmiyordu. Eğer mutlak hakikat İslam’da değilse İslam’ın bütün insanlığı kurtuluş (felah) için kendisine çağırmasının ne anlamı kalırdı?

İslam’ın vazettiği tevhid akidesi yeryüzünde tek bir hanede yaşansa bile biz Müslümanlara göre mutlak hakikat vardır ve ayaktadır demektir. Mutlak hakikatin anlam alanını muharref ve beşeri bütün dinlere/ideolojilere eşit mesafede dağıtmak aslında onun ontolojik (varlıksal) temelini mahvetmektir.

Bilmem anlatabildim mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum