Münafıkları mutlaka konuşmalarının üslûbundan tanırsın

Münafıkları mutlaka konuşmalarının üslûbundan tanırsın

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Muhammed Suresi 29-31. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

29 . Yoksa kalblerinde bir hastalık (nifak) bulunanlar, Allah, kinlerini aslâ ortaya çıkarmayacak mı sandı(lar)?

30 . Hâlbuki dileseydik, onları (o münâfıkları) elbette sana gösterirdik de kendilerini muhakkak sîmâlarından tanırdın. (*) Yine de onları mutlakā konuşma(larının) üslûbundan tanırsın. Allah ise, amellerinizi bilir.

31 . Celâlim hakkı için, içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri belli edinceye ve haberlerinizi (sırlarınızı) ortaya çıkarıncaya kadar, sizi imtihân edeceğiz! (**)

(*) “Kur’ân’ın, münâfıkların şahıslarını ta‘yîn etmeyerek (belirlemeyerek), umum bir sıfatla, onlara işâret etmesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın siyâsetine daha münâsibdir. Zîrâ münâfıkların şahıslarının ta‘yîni ile kabâhatleri yüzlerine vurulsa idi, mü’minler, nefsin desîsesiyle (hîlesiyle) vesveseye düşerlerdi. Hâlbuki, vesvese havfa (korkuya), havf riyâya (gösterişe), riyâ nifâka müncer olur (götürür). Ve kezâ eğer Kur’ân onları ta‘yîn ile takbîh etse (kötülese) idi; Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mütereddiddir (kararsızdır); etbâına (kendine tâbi‘ olanlara) emniyeti yoktur denilecekti. Ve kezâ bazen kötülük ifşâ edilmese (duyurulmasa) tedrîcen (yavaş-yavaş) zâil olması (geçmesi) ihtimâli vardır. Fakat teşhîr edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrîk eder. Fenâlığı daha fazla yapmasına bâis (sebeb) olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 77)

(**) Vaktiyle bir eşkıya reisi iken tevbe eden ve ma‘neviyâtta çok inkişaf eden Fudayl bin İyad hazretleri (ra), bu âyet-i celîleyi okudukça ağlar ve derdi ki: “Allah’ım! Bizi böyle imtihan buyurma! Çünki bizi, (sırlarımızı açığa çıkarmakla) imtihân edersen, rüsvay etmiş ve bizim perdelerimizi yırtmış olursun. Nice kusurlarımız meydana çıkar.” (Bilmen, c. 7, 3402)