Mevlânâ Aralığından Bakmak-IV

Mevlânâ Görklü Nazarı: “Bismillah o addır ki her gün bunca topal, bunca belaya uğramış, bunca hasta ve kör, her sabah İsa'nın, esenlik ona, kulluk ettiği yerin kapısı önünde toplanırdı. O, evradını bitirince dışarıya çıkar, onlara bu kutlu adı okurdu. Hepsi de hastalığından kurtulup sağ-esen evlerine giderdi.

“Bismillah o addır ki, Allah'ın rahmeti ona, Mustafa, ayın on dördüncü gecesi Ka'be'nin çevresinde tavaf etmedeydi. Mekke'de, sıcağın şiddetinden halkın çoğu geceleyin dışarı çıkardı. Abu-Cehl, onu gördü; kızdı, hasedi coştu, kabardı, köpürdü. Tanrı bilir, gene bu büyücü hangi düzeni kurmada dedi. Allah rahmet etsin, Mustafa, esirgeme yoluyla cevap verip ona dedi ki: Düzen nerde, ben nerdeyim? Ben halkı, senin gibi yol yitirmişlerin düzeninden, tuzağından kurtarmak için gelmişim. Abu-Cehl, peki dedi, büyücü değilsen avucumda ne var, söyle.

Daha önce bilerek avucuna çakıl taşları almıştı. Cebrail-i Emin gelip erişti, ya Muhammed dedi, Hak sana selam ediyor; selam sana ey Peygamber ve Allah'ın rahmeti ve bereketleri sana. Diyor ki: Hiç düşünme; sana onlar büyücü derlerse desinler, biz sana iyi adlar taktık; o adların bazısını halka söyledik; bazısını, anlayamazlar diye, “Halka akılları miktarınca söz söyleyin” hükmünce söylemedik. O kim oluyor ki sana ad takabilsin? Kula efendisi ad takabilir; kapıdan giren aşağılık kul, efendiye, efendisinin oğluna nasıl ad takar? Taksa bile, taktığı adı onun boynuna asarlar da cehenneme yollarlar onu. Seni sınamak için avucumda ne var diyor.

Cevap ver de de ki: Hangisini istersin; ben mi avucunda ne olduğunu söyliyeyim yoksa avucundakiler mi benim kim olduğumu söylesin? Esenlik ona, Mustafâ, Rahman ve Rahim Allah adiyle diye bu adı söyledi ve ona cevap verdi. Abû-Cehl, avucumdakilerin senin kim olduğunu söylemesi daha kuvvetli dedi. Tanrı'nın tertemiz adiyle, avucundaki çakılların her biri, Allah'tan başka yoktur tapacak, Muhammed, Allah elçisidir diye ses verdi, dile geldi. Bir bölük halk inandı Abû-Cehl pek büyük bir kızgınlıkla çakılları yere vurdu; pek pişman oldu sözüne ve gördün mü dedi, kendi elimle neler ettim ben. Sonra gene kendini tuttu, inatla dedi ki: Lât'a, Uzzâ'ya andolsun ki bu da büyücülük. Abû-Cehl'in bazı dostları, büyücülük dediler, yerde olur, göğe tesir etmez; gel onu bir de bu yönden sınayalım. Geldiler, dediler ki: Bu yaptığın büyü değilse, gerçekte, Tanrı'dansa şu on dört gecelik ayı ikiye böl; çünkü büyü göke tesir etmez.

Hemen Cebrail erişti. Düşünceye dalma, tertemiz, kutlu, zevâli olmayan adımızı an, Rahman ve Rahim Allah adıyla de ve iki mübarek parmağını birbirinden ayırarak göke tut, aya işaret et de gücümüzü görsünler, diye Tanrı'dan haber getirdi. Mustafâ öyle yaptı, hemen ay iki parça oldu; yarısı Peygamber'in sağ parmağının hizasına gitti, yarısı sol parmağının. “Yaklaştı kıyamet ve yarıldı ay.” Öylesine korkunç bir ses işitildi ki şehirde ve ovada binlerce hayvan öldü; geri kalan hayvanlar yem yemekten kesildiler, tir tir titremeye başladılar ve bunca halk hastalandı; bir bölük halkın yüreği kan kesildi. Hepsi de, kendisinden haber verdiğin Tanrı hakkı için dedi, tez şu Ay'ı düzelt, eski haline gelsin; yoksa şu anda bütün âlem alt üst olacak.

Allah rahmet etsin ona, Peygamber, gene bu adı söyledi, Rahman ve Rahim Allah adıyla dedi; iki parmağını bitiştirdi, Tanrı buyruğuyla ve bu cana can katan adın kutluluğuyla Ay'ın iki parçası birleşti. Birçok kimse inandı, Müslüman oldu. Abû-Cehl'inse derdi arttı; adam, elden çıktı da öfkeyle, inatla güç kendini tuttu; dedi ki: Bu doğruysa, gözbağcılık değilse, kulaklarımızı bağlamadıysan, aklımızı, fikrimizi çelmediysen, başka şehirlerin de bundan haberi olması gerek.

Derken, âlemin her yanından dostlardan dostlara adamlar, kervanlar, haberciler, mektuplar gelmeye başladı; bu ne olaydı kim deniyordu, gökleri yaratan, bu kubbede şu iki mumu aydınlattığı, bu iki gevherle karanlıklar perdelerini yaktığı, “Güneşi parlak, ziyalı Ay'ı aydın ışıklı yarattı.” Hükmünce ikisini halk ettiği günden beri bu çeşit görülmemiş, eşsiz, şaşılacak bir olay olmamış; atalarımızdan, babalarımızdan hiçbir kimse böyle bir şey anlatmamış, hiçbir kitap böyle bir şey yazmamıştır.

Çevredeki şehirlerden mektup üstüne mektup geliyordu. Abû-Cehl'in ve benzerlerinin her solukta, “Ama gönüllerinde hastalık olanların pislik katarak küfürlerini artırdı.” Âyetinde bildirildiği gibi daha da fazla yüzleri kararıyordu. İnananlarınsa, “İnançlarına inanç katsın diye.” Her gün, gönülleri daha da kuvvetleniyor, imanları daha da artıyordu.” (Mecâlis-i Seb'a, Birinci Meclis'ten)

Ve Bediüzzaman Sözü:

“BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim…

Mehmet Doğan-Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.