Mekke ve Medine’den selam-3

9 Ağustos, Ramazan-ı Mübareğin ilk günü ve oruçluyuz. Manisa’da iken cemaatle birlikte okumak ve her gün bir hatim çıkarmak üzere düzenlenen listeden iki cüz almıştım. Bir hatim de ben ayrıca çıkarayım dedim ve günde üç cüz okumaya başladım. Ramazan sonunda 61 hatim çıkarmış olacaktık. Farz namazlardan önce ve farza duruncaya kadarki arada hizbül hakaikten birer bölüm okumak. Ve her günde bu dua kitabını bitirmek ve farz namazlardan sonra da birkaç sahife risale okumak.
İftarları otele gitmeden birkaç lokma ile açmak ve yatsıdan sonra teravihi müteakiben otele iftar yemeği için gitmek ve kıymet dar zamanı yollarda otelde geçirmemeye çalışmak niyetindeydim. Hamdolsun bu minval üzere Ramazanımızı geçirmeye Cenab-ı Hak muvaffak etti.

Bu sene Mescid-i Haramda bayanların çokluğu herkesin dikkatini çekiyor. Nereye baksan, umreye gelen binlerle tesettürlü bayan. Şallı, çarşaflı, fistanlı ve peçelilerin çokluğu dikkat çekiyor. Hakikaten, Mekke’nin 50 dereceye varan sıcağında ,oruçlu ve çarşaflı ve peçeli yüz binler bayanlar. Barekallah bu bayanlara diyorum. Allah sevgisinin verdiği hale bak. Bu insanları böyle zor bir ibadet zevkine ve şevkine maddi hangi kıstaslar sokabilir. Sıcaktan, terden bunalan yüzü başı kolları açık erkeklerin yanında bir de çarşaf ve peçe ile tam tesettüre bürünen bayanlar.
Rahmet-i İlahiye, bayanların bu fedakarane ve kahramanane tarzı ubudiyetlerini elbette karşılıksız koymayacaktır.

Nefsimi yokluyorum kalp ve ruha teslim olmuş gibi menfi hiçbir duyguya kapılmıyor. Şeytanın, bu kadar fazla kadın-erkek karışımı ve yakın teması olduğu böyle bir yerde, süfli meyanda hemen hiçbir telkinatı, üflemesi yok. Zira kimse böyle bir menfi üflemeyi kale alacak durumda değil. Kabe civarında ve sair yerlerde de hiçbir umre yapan kadın-erkeğin süfli bir niyet ve bakış beslediğini göremiyorum. Hemen her yüzüne dikkat ettiğim mü’mini, büyük bir huşu ile adeta kendinden geçmiş ve etrafında olanlardan, hiçbir şeyden haberi yok gibi, kendi vazife-i ubudiyetiyle meşgul görüyorum.

Umum gözler nemli, yaşlı, bir çoğu kapalı. Yüzlerde mahzuniyet ve mahcubiyetle sükunet  var, sakinlik var. Bakışlarda nedamet var. Biribirine sevgi ile nazar, muhabbetle tebessüm, samimane uhuvvet var. Gözlerin kam alması, sağa sola keyfi bakması bulunmuyor, bakışlarda hıyanet ve hırsızlık yok.

Bu zor ibadetlerde şeytan daha ziyade nefsin tembelliğini ve bezginliğini nazara vererek, Kabe’ye yakın sıkışık ve kalabalık yerlere yaklaştırmamaya çalıştırdığını, bu gibi sevaplı yerlerden uzaklaştırıp Mescid-i Haram dışına, avlulara, hatta Mescid-i Harama gitmeyip otelin bulunduğu mahaldeki camilerde namaz kılmayı hoş gösterip, aldananları oralarda oyalama noktasından tahşidat yaptığını anlıyorum.

Çok umrecilerin, sıkıntı ve zahmetleri ve basit bir kısım bahaneleri ileri sürerek, otelin bulunduğu mahalledeki camilerde vakit namazlarını ve teravihleri kıldıklarını, iftar yemeği bahanesiyle hep otelde kaldıklarını ve ara sıra yetişirlerse yatsı ve teravih namazını Kabe’de kıldıklarını görüyordum. Halbuki bu mübarek beldelere Mescidi Haramda ekseri vakitleri geçirmeye, günlerimizi hep dolu dolu geçirecek ibadete gelmiştik. Maalesef şeytanın bir kısım insanın acz ve tembellik damarını işleterek bu maksattan kopardığını yukarıda izah ettiğim gibi görüyordum.

Evet, Mescid-i Haram’da günah kapısı kapalı. Günaha ve günah işlemeye duygular kapalı. Nefis ve şeytan milyonlar müttehit ehl-i imanın bu yekvücut azamet-i ubudiyetinin haşyetinden, haşmetinden ve şevketinden ve lezzetinden baygın vaziyetteler. Şeytan Mekke’nin dışına kaçmış. Bazı avaneleri bir şeyler yapmaya çalışıyor. Nefis, akıl, kalp ve ruhun teslim olup kandığı hakikate teslim olmuş gibi, hıyanete, cinayete, harama, gıybete, kin ve adavete mecali yok. Meydan kalp ve ruha kalmış gibi. Zira memleketimde,  günde bir iki hizip ve birkaç sahife risale ve cevşen okumaya sabredebilirken Ramazanda oruç haliyle beş vakti Mescid-i Haramda geçirmeye, hemen her namazda 2 saat orada bulunmaya, günde üç cüz Kur’an okumaya, baştan sona 200 sahifelik hizbul hakaiki okumaya, kaç sahife kitap okumaya yeter demiyor, sesini çıkarmıyor. Usanç yok, bıkmak yok. Ben de uslanan nefsimi tebrik ediyorum. Elhamdülillah.

Ramazanın ilk Cuması ve ben geceyi Mescid-i Haramda geçiriyorum. Sabah namazından sonraki 2–3 saatlik uyku fevkalade dinlendirmişti. Manisa’da günde 7–8 sat uyku ancak kâfi gelirken, burada iki-üç, bilemedin dört saat insana kâfi geliyor. İlk cumayı çok kalabalık bir cemaatle kılıyoruz. Mescid-i Haramın avluları ve üç katı ful dolu. Cumadan sonra halıların üzerinde biraz kaylule yapmıştım. Uyandığımda dilimin damağımın kuruduğunu gördüm. Ramazanın ilk günleri idi. Mescid-i Haramda kaldığımdan iftar ve sahurda pek bir şey yiyememiş ve su içememiştim. İftarda birkaç hurma ve bir kâse yoğurt, sahurda da ona benzer şeyler. Çok susamıştım. Akşamı nasıl edecektim. Mekke’nin sıcağı insanı kavuruyordu.

Kendimi yorgun ve bitkin hissediyordum. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Bugün bu orucu nasıl bitireceğim diye düşünüyordum. Dilim damağım kurumuştu. Pervaneler sıcak hava üflüyor ve faydasız. Başıma yüzüme zemzem dökerek serinlemeye çalışıyorum. Kâbe ve etrafı çok kalabalık, Ramazanın ilk günleri olduğu için umre yapanlara bakıyorum onlar da benim gibi oruca henüz alışamamışlar ve insanlar koyun sürüleri gibi gölgelik ve serin yerlere uzanmışlar, kıpırdayamaz haldeler ve hepsinin dudakları kuru ve çatlak, sabırsızlıkla iftarı bekliyorlar.

Bilhassa yaşlıların görüntüsü dokunaklı, perişan ve bitkin bir halde sağa sola yıkılmışlar. Cenab-ı Hakka yalvarıyorum içten içe. “Ya Rabbi sıcakta susuzluktan ve bitkin vaziyette kıpırdayamaz halde senin rızan için oruç tutan ve sabreden bütün müminleri Cehennem ateşinden azad eyle” âmin.

İftara bir saat kala bakıyorum insanların yüzde sekseni yerlerde uzanmış vaziyette bekliyor. Ağustosun en sıcak günlerinde bu Ramazanı zor geçireceğimiz belli oluyor. Türkiye’de de havaların normallerin üzerinde çok sıcak geçtiğini ve oruç tutanların çok zorlandıklarını gelen haberlerden duyuyoruz. Evet, Cennet ucuz değil. Risale Haber’de soğuk suyu verebilseydim diye bir makale bir zamanlar yayınlamıştım. O makaleyi hatırladım. Makaledeki mana haza hakikatti. Okuyanlar hatırlar. Şimdi dünyada benim ve oruçluların gözünde dünyada bir bardak soğuk sudan daha kıymetli ne olabilirdi.

İftarı saniye saniye herkes iple çekiyordu. Sofralara bardaklarla su biriktiriliyordu. Müezzin “Allahuekber” deyince herkes suya hücum edecekti. Kimsenin aklına yemek gelmiyordu. Yeter ki su içeyim. İnsanlar ne kadar aciz ve zayıf. Milyonlar bir bardak suya muhtaç. Vakit gelmeden kimse su içemiyor. Demek biz insanlar hiçbir şeye malik değiliz. Elimizi suya uzatamıyoruz. Ve nihayet beklediğimiz an geldi. Ezan-ı Muhammedi (ASM) okununca suya hücum edildi. Milyonlarca mü’min elinde bardak kana kana zemzem içiyorlar. 7–8–10 bardak su içen var. Tam iftar vaktinde iftara bir iki dakika kalsa şu sular bir an buharlaşsa düşünüyorum insanlar ne yapabilir. Ne eder. Çoğu hemen çıldırır ve bir bardak su için biri birini çiğner her halde. Düşünüyorum acaba bir aylık Ramazan umresinde yapacağım bütün ibadetler bir bardak suyun şükrü olamaz her halde. Nefsim dahi tereddütsüz sadakte diyor. Öyleyse nazlanmadan, üşenmeden, Rabbi Vahide, bütün nimetlerin sahibine hamde, şükre şevkle devam, nimetlerin kadrini bildiren, nefsime tam kanaat verdiren oruca devam.

Cenab-ı Hakkın nice böyle nimetleri var ki sınırlı şükürlerimizle karşılığını vermek mümkün değil. Ancak külli bir dua ve şükür niyetiyle nimetlere insan mukabele edebiliyor. Dünyadaki bütün suların zerratının kâinatın zerrat ve mürekkebatıyla çarpımı neticesi hâsıl olan rakamlar adedince suyun ve sair nimetlerin halikı, Cenab-ı Hakka hamdolsun. Demek Ramazanın orucu, bütün nimetlerin kıymetini bildirmede ve insanın acz ve zafını hatırlatmada ve bu nimetlere ne derece ihtiyacının olduğunu bildirmede ve bu nimetlerle hayatının devam edebileceğini ve bunları ihsan ve ikram eden Rahmanürrahimdir fikrini kazandırarak, O Rabbi Rahime halis bir şükrü yaptırmanın anahtarı oluyor. Bize bu tarzı ubudiyeti ders ve talime vesile olan şefimiz (ASM)‘a sonsuz selatü selam olsun.

Ramazan umresinin fevkalade yorucu olması tembel nefisleri ve nefsimi sızlanmaya ve sıkıntılardan şekva ve şikâyet etmeye zorluyor. Ağrıları, sızıları, açlığı, sıcağı, uykusuzluğu yol sıkıntılarını bahane edip gevşeklik göstermeye, kıymetdar vakitleri çarşı pazarda malayaniyatla geçirmeye çalışarak ibadetlerimi azaltmaya, ibadetlerimden çalmaya çalıştığını görüyorum.

Bu mübarek beldede kıymettar zamanımı boşa geçirmemek için nefsimle ciddi mücadeleye giriyorum. İmani meselelere tahşidat yapma ihtiyacı hissediyorum. Yanımda getirdiğim Mesnevi-i Nuriyeye ve sair risalelere hazır bir Üstad gibi daha çok müracaat ediyorum. Nefis ve şeytanın semli üflemelerini, iman ve ibadete dair vehimlerini ve vesveselerini o kitaplardaki hakikatlerle dağıtıyorum.

Risale-i Nurlar olmasa idi bu asi ve mütemerrit nefsimle nasıl baş edebileceğimi düşünüyorum. Başka türlü mümkün değil. Cenab-ı Hak Üstadım Bediüzzaman’dan ebediyen razı olsun diyorum. Nurların kıymeti nazarımda daha da artıyor. Risale-i Nur’lara her yerde olduğu gibi bu mukaddes beldelerde de daha çok ihtiyaç var. Asileşen nefsim ve müvesvis şeytanın desise ve evham bulutlarını dağıtmada daha da ihtiyaç olduğunu hissediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.