Medeniyet bestemizin notaları

"DO, RE, Mİ, FA, SOL, LA, Sİ” şeklinde sıralanan Musiki notalarını ezbere bilmeyenimiz yoktur. Bu nota harflerinin, güfte olarak adlandırılan şarkı sözlerini bestelemek için kullanıldığını da hepiniz biliyorsunuzdur. Beste kelimesi de “bağlama” anlamına gelerek sözün notalarla bağlandığını ifade etmektedir zaten. Ancak notaları ifade eden harflerin ne anlama geldiklerini, ya da bu nota sisteminin hangi dönemde, kim tarafından oluşturulduğunu pek düşünmemişizdir. 

 
Günümüz dünyasında kabul edilen görüşe göre –si- harfi hariç (bu sonra eklenmiştir) bu notaları ilk keşfeden kişi Arezzolu Guido adlı Müzik teorisyenidir. Arezzo, 991-1033 yıllarında İtalya’nın Arezzo şehrinde yaşamıştır. Geliştirdiği nota sistemi Papa 19. John tarafından ilgiyle karşılanır ve 1028 yılında Avellena’da bu yeni sistemi öğretmesi için görevlendirilir. Guido’nun bu nota harflerini, Aziz Yuhanna ilahisindeki mısraların ilk hecelerinden aldığı söylenmiştir. Bu iddia, ilgili şiir incelendiğinde tutarlı bir iddia olarak kabul edilebilir. 8. yüzyılda Pausl Diaconus tarafından yazılan Saint Johannes (Aziz Yuhanna) ilahisini alıntılayarak meseleyi açıklayalım isterseniz: 
 
Ut queant laxis 
resonare fibris 
Mira gestorum 
famuli tuorum, 
Solve polluti 
labii reatum, 
Sancte Iohannes 
 
“Ut” kelimesinin daha sonraları “Do” sesine dönüştüğü de batı kaynaklarında ifade edilmektedir. Bu görüşlerden de anlaşıldığı gibi günümüz notaları “Kilise Müziğine” hatta bir Hıristiyan Aziz olan Johannes’in ilahi sözlerine dayanmaktadır. İlgili ilahinin sözlerinin ne anlama geldiğini de bir açıklayalım isterseniz: 
 
Sadece senin kulların 
İşlerinin mucizeleri hakkında 
Özgürce ve rahatça ilahi söyleyebilir 
Onların dudaklarından 
Günahlarının lekelerini sil! 
 
Aziz John (Çeviren, O.D) 
 
İnanç sistemlerini kabul etmeyen pek çok müzisyenin de kullandığı bu notalar, görüldüğü gibi tam da inancın merkezinden fışkırmışlardır. Eğer bu notaların dinden kaynaklandığı savı doğru bir iddia ise, dünyadaki bütün gelişmelerde ve sıçramalarda, dinlerin inanılmaz bir katkısının olduğu, bu noktadan hareketle inancın geriletici bir unsur değil, doğru kullanıldığında yüceltici, ilerletici bir müessir olduğu anlaşılacaktır. Bu gerçek de, dinin gereksiz ve gerileştirici olduğunu savunanların kulaklarında bir küpe olmalıdır. 
 
Bu notaların oluşmasında genel manada olumlu bir bakış açısıyla dinin katkısından bahsedilebilir ama özel manada görünüyor ki, bizim de benimsediğimiz bu notalar Hıristiyan Batı dünyasının bize bir armağanıdır. Hıristiyan Batı kültürünün dili olan Latince kaynaklı seslerden ve İncil içerikli anlamlardan oluşur. Elbette kendi medeniyetimizi yeni baştan inşa etme faaliyetine girişirken, musikiyi de kendi öz kültürümüzün renkleriyle boyamamız gerekiyor. Bunun için de oldukça zengin olduğunu düşündüğümüz musiki geleneğimizin imkanlarından faydalanmamız kaçınılmazdır. Atalarımız bilhassa Lale devri döneminden başlamak üzere, müzik eserlerini bestelerken hangi yollara başvurmuşlardır? Binlerce yıl boyunca müzikle içli dışlı olan bir medeniyetin mensupları olarak bizler, notaları ifade etmek hangi yollara başvuracağız? 
 
Çok öncelerde Türk musikisi daha çok, usta-çırak yöntemiyle öğretilirdi. Bir eser bestelenirken de herhangi bir nota kaydına ihtiyaç duyulmaz, bestelenen eser, ustalardan öğrencilere geçerek yayılırdı. 9. yüzyılda yaşamış ünlü bir İslam filozofu olan Yakub El Kindi ilk olarak “Ebced” harflerine (Ebced, hevvez, hutti, kelemen…) dayalı bir nota sistemi geliştirmişti. “Risâle fî khubr te'lifi'l-elhân" adlı eserinde bu nota sisteminin esaslarını örneklerle açıklamıştır. ( http://img205.imageshack.us/img205/7346/tarihc1b988d3ta1.jpg) 
 
İslam harflerine dayanan bu nota sistemi, Müslüman Türkler arasında da yayılmış, büyük Türk bilgini Farabi de Kindi’nin geliştirdiği Ebced notasını kullanmıştır. “13.yüzyıl Türk Musikisi nazariyatçıları Kutbüddîn Şirâzî (1236-1311), Dürretü't-Tâc'ında; Safiyüddîn Urmevî (1225?-1294) , Şerefiyye ve Kitâbü'l-Edvâr'ında; Abdülkâdir Merâgî (1360?-1425), Cami'ü'l-Elhân'ında Türk Mûsikîsine uygulamak üzere bu notayı geliştirerek kullanmışlardı” (http://www.msxlabs.org/forum/muzik/11951-turk-musikisinde-notanin-tarihcesi.html) 
 
Abdulkadir Meragi’nin ve Safiyuddin’in Ebced notalarıyla besteledikleri en eski belgeleri aşağıdaki adreslerden inceleyebilirsiniz : 
http://img205.imageshack.us/img205/3570/tarihc2ba65a6vh6.jpg 
http://img205.imageshack.us/img205/1940/tarihc6bb08bczt8.jpg 
 
Osman Dede adlı Mevlevi Şeyhi de yeni bir Ebced sitemi geliştirmiştir. Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Nasır Abdulbaki Dede de 3. Selim döneminde Osman Dede’nin nota sistemini geliştirmiş, mükemmel bir hale getirmiştir: 
http://img218.imageshack.us/img218/9560/11iy7.jpg 
 
3. Selim’in müzik ilgisi o kadar ileri bir seviyededir ki, Padişah, bir Ermeni Müzik ustası olan Hamparsum Limonciyan’dan mükemmel bir nota yazım sistemi geliştirmesini istemiştir. (http://img215.imageshack.us/img215/2351/hamparsum1cc57f3aw8.jpg) Bu dönemde, batıdaki musiki nota yazım sistemini olduğu gibi taklit etmek yerine, medeniyetimizin esaslarından beslenen bir Nota Sistemi geliştirilmeye çalışılması oldukça manidardır. Elbette müzikte, yazıda, kültürde, inançta kendimiz olmayı başardığımız sürece yeni bir medeniyet inşa edebilecektik. 3. Selim de, Mevlevi Şeyhleri de bu gerçeğin farkındaydılar elbette. Çeşitli çevrelerce haksız bir şekilde eleştirilen 3. Selim’in medeniyet şuuruna hayran olmamak elde değildir.. 
 
Günümüz Avrupa’sında bile 8, 9. yüz yılda Müslümanlar tarafından oluşturulan bu Ebced sistemine benzer bir Nota Yazım sistemi de kullanılmaktadır. A, B, C, D, F, G, H sesleriyle ifade edilen bu sistem, Müslüman Türklerin icad ettiği ve geliştirdiği Ebcede dayalı Nota Yazım sistemini andırmaktadır: (http://www.mu-sig.de/Theorie/Notation/Notation02.htm) 
 
Aslında bazı kolaycı yöntemlerle, batıda gelişen nota yazım sistemlerinin ilk olarak Müslümanlar tarafından geliştirildiğini iddia etmek bile mümkündür. Örneğin, do, re, mi, fa, sol, la harflerinin “Darb-el Fasıla” “Fâilatun failun” “du remel fasl” vb. Arabi-Farisi terkibli muhtemel müzik ıstılahlarının baş harflerinden neşet ettiğini savunmak bile mümkündür ama bu kolaycı yorumlar, ne kadar gerçekleri ortaya koyar bilemeyiz.  
 
Elbette çeşitli zorlama açıklamalar da yapılabilir. Guido’nun nisbet edildiği “Arezzo” aslında “Aruz” ölçüsünden gelmedir, bu dönemde Arapların İtalya’ya deniz seferleri düzenlediği ve hatta Sicilya gibi yerlere yerleştikleri biliniyor. O halde bu nota sistemi Müslüman Araplar tarafından bu bölgeye taşınmış olabilir, de denebilir elbette. Ancak bu kolaycı bir yöntem olacaktır. Üstelik kökenleri bize de ait olsa, şu andaki Nota sistemi Hıristiyan Batı kültür ve medeniyetiyle yoğrula yoğrula bugüne gelmiştir. Yani şu andaki bu kültürün bizim medeniyetimizi bütüncül olarak kuşattığını iddia etmek imkansız gibidir. 
 
Bu nedenle zor sayılabilecek ama bir yerde de geçmişimizde zaten üretildiği için kolay da diyebileceğimiz bir yola talib olmamız gerekiyor. Ben buradan musiki üstadlarımıza, en azından kendi öz medeniyetimizin sevdasıyla yanıp tutuşan üstadlarımıza bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Batının nota yazım sistemini kullanmak yerine, kendi medeniyetimizin bağrında gelişen, olgunlaşan “Ebced Nota” sistemini neden kullanmayasınız? Veyahut da bugünkü Nota Yazım sistemi yanında tarihten gelen bu nota yazım sistemimizi de neden diriltmeyesiniz? 
 
Haydi diyelim bu konuda tekâmülümüz biraz zaman alacaktır. Ancak Tekbir, Salat-ı Ümmiye gibi dini metinleri, medeniyet üslubuna yakışır bir şekilde bestelemeyi başarmış bir ecdadın torunları olarak, bugünkü notalarla da olsa, neden ölümsüz eserler bırakmayalım yarınlara?
Tekbirini ve ezanını bile, en uygun, en fıtri mûsiki makamlarla icrayı göze alan bir ufku genişlik şimdilerde bile hayaldir. 
 
Mesela kahramanlık destanımız olan İstiklâl Marşımızın bestesinin bir kaç kere değiştirilmiş olduğunu bildiğimiz halde, neden hâla daha marşımız için en uygun mûsiki besteye kapalıyızdır? Dr. Ramazan Uçar’ın İstiklâl Marşı için düzenlediği Mehter Marşı tarzındaki o beste, eminim ki Mehmed Âkif Ersoy’un dahi hayalindeki besteydi. Çünkü bu beste marşımıza fıtri bir elbise gibi baştan aşağıya uymaktadır. 
 
Bunlar gibi örnekleri elbette çoğaltmak mümkün. Yeni bir medeniyet inşa edeceğiz diyenlerin duymazdan gelemeyeceği bir alandır mûsiki. 
 
Medeniyet mimarımızın da ifade ettikleri gibi;
“Ulvi hüzünleri, Rabbâni aşkları iras eden” ama bir o kadar da “yetimâne hüzünlerden ve nefsâni şehevattan” uzak tutan, “medeniyet bestemizi” yeniden yapmak zorundayız. 
 
Not: Bu yazı 2009’da yazdığım aynı başlıklı yazıdan geliştirilmiştir... 
 
Kaynakça: 
http://www.answers.com/topic/guido-of-arezzo 
http://www.webhatti.com/icatlar-ve-buluslar/137033-notayi-kim-buldu.html 
http://everything2.com/node/671144 
http://www.msxlabs.org/forum/muzik/11951-turk-musikisinde-notanin-tarihcesi.html (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.