Düşünce iklimi-12: Teneffüs ettiğimiz hava

Hava almak tabirinin birden fazla mecazî anlamı vardır. Umduğunu bulamamak, bir şeyin havasını almak, birisini sakinleştirmek anlamına da gelebiliyor. Hava o kadar kıymetli bir o kadar da bol ve ucuz bir nimettir. Bu nimetin bolluğundan olsa gerek, ‘hava almak’ tabiri yani ‘umduğunu bulamamak’ ile eşdeğer anlamda kullanılmaktadır. Aldığımız hava yani oksijen yardımıyla vücudumuza alınan gıdalar enerjiye dönüşerek yaşama mekanizması devridaim etmektedir. Bu kıymetli nimet eğer para ile insan elinde ücretli olsaydı halimiz acaba ne olurdu? Rabbimize ne kadar şükretsek yine azdır. Batan Titanik gemisinin enkazına, deniz altı gemisi ile tur düzenleyen bir grup ziyaretçi yolculuk esnasında hesap dışı bir gecikmeden dolayı oksijenleri tükendiğinden maalesef elim bir netice ile karşılaşmışlardır. Bu da aldığımız küçük bir nefesin ne kadar önemli olduğunu bize göstermiyor mu?

Hava meselesi açılmışken

Geçenlerde at besleyen, at yarışları ile uğraşan genç birisi ile otobüste karşılaştık. Atlarına güç ve kuvvet vermesi için ayrık otu biçiminden geldiğini ifade etti. At yarışları için atları beslediğini ifade etti. Yanında oturan bir kişi ise, “at yarışlarıyla uğraşmak, onunla bahis oyunu oynayarak kazanç elde etmek haram değil mi” diye sordu. Genç kardeşimiz hemen cevap verdi, “abi sen ne diyorsun, ona bakarsan aldığımız hava bile haram” diyerek cevap verdi. Ben tabii şaşırmadım bu cevaba. Bu genç kardeşimiz kabahatini örtmek için kendince güya toplumda doğru ve helal bir şeyin kalmadığını ifade ederek bunun da bir nevi böyle olması gerektiğini dile getirmeye çalışıyordu. Tamamen yanlış bir yaklaşım olsa gerek. Bir kere dünyada hayat için en önemli unsur hava, bu da bedava, hani ücreti olsa neyse, ücretli değil, aksine bol ve bedava. Allah’ın bu nimeti neden haram olsun ki. İşte geldiğimiz nokta, helal ve harama bakış açısına bakınız, nerden nereye.

Sinekten yağ çıkarma

Her şeyden bir yarar elde etmeye çalışmak, olmayacak şeyden menfaat beklemek anlamlarına gelebiliyor. Hakikaten bu tabir bazı insanların davranış biçimlerine tam kalıbı kalıbına oturuyor. Bir yerde bir ücret taksim edilirken hemen koşarlar, bir iş olursa oradan sıvışıp, arazi olur ve anında kaçarlar. İnsanlar ücrette nefsini geri planda tutmalı, meşakkatte ise ön saflara atılmalıdırlar. Buna şu şekilde de ifade edebiliriz: Şahsi işlerinde tazı gibi koşar, uhrevi/hizmet işine sıra geldiğinde kaplumbağa kesilir. Kendi işine geldiğinde, aynen deve kuşu gibi, uç deyince deveyim der, yürü dediğinde kuşum der, yürümez. İnsanoğlunun nasıl bir aklı var, nefsi ile teşebbüs edince kimse onun fendini anlayamaz.

Ahlaki yozlaşma

İnsanoğlu, gün geçtikçe ahlaken yozlaşmaya yüz tutuyor, halbuki elinde Kur’an ve Peygamber (sav) ahlakı olan bir toplum neden bu kadar hakiki manada özünden kopmuş olabilir? Esas problem bilgisizlik değildir, asıl mesele ilmimiz ile amel edememektir. Bunun en önemli sebebi de toplum hayatında temel ahlaki değerlerin teorikten pratiğe aktarılmayışıdır. Yeni öğrenilecek teknik bir konu bile nazariyattan uygulamaya geçilmeyince akılda tutulamadığı, kâmil manada öğrenilemeyeceği bilinmektedir. En basit bir şeyde böyle olduğu gibi diğer öğrenilecek konuları varın siz düşünün.

Abartılı gizleme ve saklama

Aklıma sır kelimesi geldi. Sır deyince sadece bir kişinin bilmesi veya iki kişiden fazla kişinin bilmemesi gereken, emanet bilgi demektir. Eğer bu vasıftaki bir bilginin ifşa edilmesi sakıncalıysa sır olarak tutulur ve başka bir kimseye o konudan bahsedilmez. Günümüzde öyle bir noktaya gelinmiş ki maalesef, neredeyse bilinmesinde mahsur olmayan, hatta faydası olan birçok bilginin üzerine sır perdesi çekilmekte, kimsenin öğrenmesine izin verilmemektedir. Bu anlamda yakın tarihimizde cereyan eden olayları örnek verebildiğimiz gibi insanların günlük hayatlarında cereyan eden olağan işleri ve olayları örnek verebiliriz. Mesela maddi hasarlı bir trafik kazasını saklama, bunun sana ne faydası olabilir? Ola ki arabanı satarken kayıt dışı trafik kazasını gizleyerek haksız kazanç elde eder, birisinin hakkını yersin. Başka misal, araba alırsın, ev alırsın, kız-oğlan everirsin ve benzeri şeyleri gizlersin, muhtemel nedeni ne olabilir: “Bana nazar değmesin” olabilir mi? İnançlı bir insan kendisine nazar değmesini istemiyorsa dua etsin, müminin en büyük dayanak noktası dua değil midir? “Dua ediyorum, ama toplumda haset insanlar çoğalmış, ne yapayım mecburen sır gibi saklıyorum” diyerek haklı bir sebebe istinat edilebilir. Tamam, bunu kabul ediyorum, ama neden samimi en yakın kardeşinden de gizliyorsun, maden onda haset, kin ve nefretin zerre miktar olmadığını biliyorsun, çoğu zaman onunla problem ve sıkıntılarını paylaşarak çözüm üretmesini ve hafifletmesini istediğin halde neden sonradan duyulması sır olmayan konuları sır gibi ondan saklıyorsun? Aklım almıyor. Aklımın tek aldığı şey, acaba dostum/kardeşim bu elime geçeni benden çalar mı endişesi psikolojisi olmasın? Veya bir tık daha ötesi; sonradan görmüş olmanın vermiş olduğu davranış bozukluğu olabilir mi? Arkadaş bir yerlere gidiyor, bize dua et diyor, nereye diye sormuyorum, gelince söyler diyorum, yine söylemiyor, neticede bir başkasından duyuyorum, bize de mi demekten alamıyorum kendimi. Arkadaş ve kardeş dediğin yeri geldiğinde sadece üzüntülü zamanlarında kardeşine ihtiyaç duyabildiği gibi, yeri geldiğinde sevincini de onunla paylaşmalıdır.

Yaşamak için mi yemek, yemek için mi yaşamak?

İnsanoğlu hayatını idame ettirmek için fıtri kanunlara uyarak beslenmek zorundadır. Bu anlamda yemek amaç değil araçtır. Hayatımızı devam ettirmek için gerekli gıdaları almak zorundayız. Beslenirken temiz ve helal gıdalardan almamız gerekir. Amacımız yemek için yaşamak değil, yaşamak için yemek olmalıdır. Etrafımızda gerek mütedeyyin gerekse vasat insanlardan gördüğümüz kadarıyla maalesef fazlaca sırf yemek için çabalayan insanları görmek mümkündür. Ağız ve dil tadına önem veren, mideyi ve diğer sair azaların durumunu hesaba katmayan insanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bir gıda ağza girdikten sonra esas hazım midede devam etmektedir. Bu nedenle midemizin sindiremeyeceği yükleri kapıdan içeriye almamak gerekmektedir.

Bir yerin içinde imiş gibi durmak

İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Bu anlamda sivil toplum kuruluşları bizlerin bir araya gelmemizi, ortak fikir üretmemizi, birlikte hareket etmemizi sağlayan yapılardır. Cemaat olarak bir araya gelebilmenin en önemli unsurları arasında muhabbet ve ihlas olmazsa olmazlardandır. Bir kişi bir STK’ya üye olabilir, gidip gelebilir, eğer o kişinin kalbi ve kalıbı anılan STK’nın senkronize olarak içerisinde değilse istenen verimi elde etmek zorlaşır. Bu nedenle gönüllü olarak bağlı olduğumuz STK’lara manen ve maddeten bağlı olmamız gerekir. Kalbimiz ve ruhumuz onun için birlikte atmalıdır. Gücümüz yettiğince elimizi taşın altına koyarak yükün bir kısmına omuz vurmamız gerekir. Eğer bir STK’da uzaktan durup her şeyi seyrediyorsak, içine girmeyip, içinde imiş gibi kendimizi kandırmamalıyız.

Derslere devam etmek

Cemaatte rahmet vardır. Camilerde cemaatle kılınan namazların nasıl ki daha çok sevabı varsa bir araya gelerek Kur’an tefsirleri üzerinde fikir teatisinde bulunmanın da daha çok sevabı vardır. O anda cemaate gelen bir masumun duası kabul olsa bile tüm cemaat bu duadan hissedar olacaktır inşallah. Bu nedenle Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur derslerini ihmal etmeyelim, elimizden geldiğince derslere katılalım, azami derecede bir araya gelelim, görüşelim, dertleşelim, haberleşelim, stres atmaya çalışalım. Derslerden ve cemaatten uzak durunca bir zaman gelir ki artık bir daha derse gitmeye ne yüzümüz kalır ne de mecalimiz kalır. Bunu akıldan çıkarmayalım.

Konforundan taviz vermemek

İnsanoğlunun bir kısmı konforunu çok sever. Bir kısmı bu dünyanın fani olduğunu düşünerek konfora, gösterişe önem vermez. Onun için esas olan uhrevi hayattır. Ahirete lazım olan ihtiyaçlarını tedarik etmekle uğraşır. Ölmeyecek gibi bu fani dünyaya, yarın ölecekmiş gibi baki âleme kendini hazırlar. Bazı insanlar konforundan taviz vermemek için tüm çabasıyla lüks yaşamaya gayret eder. Bu noktada hiçbir masraftan kaçınmaz, hatta israf eder derecesinde önüne geleni helal haram demeden kapmaya çalışır, ta ki zaruri olmayan ihtiyaçlarını karşılayabilsin. Bazı insanlar nefsine sıra geldiğinde hiçbir masraftan kaçmazken, hayır ve hasenatta geri planda durmayı tercih eder. İsraf konusunda azami tutumlu, hayırda cömert olmamız gerekir.

Başkasının ikramını temellük etmek

Maalesef mütedeyyin insanlar içerisinde bile başkasının üzerinden iyilik yapmak alışkanlığı artmaya başladı. İyilik ve hayır hasenat yapılacaksa başka birisinin üzerinden bu iyiliği yapıyormuş gibi sunmak olmaz. Eğer bir kişi birisine vekâleten bir hayrı yapacaksa bunu karşı taraftaki muhatabına ifade etmesi gerekir. Eğer iyiliği çok seviyorsanız, durumunuz da müsait ise biraz cömert olmanızda fayda vardır demek isterim.

Kendini herkesin üstünde görmek meyli

Birlikte ortak gelecek için hareket etmenin en önemli bir unsuru ihlastır. İhlasın en büyük düşmanlarından birisi de kardeşine karşı üstünlük meyli içerisinde olmaktır. Bir başka kardeşimizin nefsini kendi nefsimize ücrette ön planda durmada tercih etmeliyiz. Hiçbir zaman ilimde, meslekte ve fazilette kendimizi üstün görmemeliyiz. En üstün kişi en takvalı, en çalışkan ve en fedakâr, en ihlaslı kişidir.

Fakir görünerek varlığını gizlemek

Maalesef bazı insanların bir eksiği de kendisini olduğundan fazla maddeten aşağı göstermesidir. Kimisi cimriliğinden, kimisi ise nazardan korktuğu için yardım etmeyi geri planda tutar, ta ki onun serveti ve varlığı ortaya çıkmasın. Birçok insan sonradan zengin olmuştur. Çoğunlukla, sonradan zengin olanlar ancak zenginliklerini harcamadan bu dünyadan göçerler. Bazı zenginler yaşlandığında ve çocukları büyüdüğünde zenginliğe erişirler ama gelin görün ki evlatları babaları hayatta iken hayır yapmalarına engel olmaya çalışırlar. Bazen geride kalan varisleri bu konuda daha cimri davranarak onun adına hayır ve hasenat yapmak istemezler. Bu nedenle ‘ne verirsen elinle o gelir seninle’ diyerek hayır ve hasenatta yarışmamız gerekir.

Başkasının özürlerini kafaya takmamak

İnsan bu, bazen başkasının özrünü kendisine delil ve senet olarak gösterebildiği gibi bazen de başkasının kabahati ve kusurları kendisinin şevkini kırmaya yeter ve artar bile. Bizler görevimizi yapmaya mükellefiz, biz vazifemizi yapalım, başkasının vazifesine karışmayalım, neticede muvaffak olup olmamak bizi ilgilendirmez. Kemiyet yani sayısal üstünlük önemli değildir, keyfiyet önemlidir. Yani az olsun kaliteli olsun mantığı her zaman tercih edilmelidir. Bu nedenle bir başkasının özrü ve kabahatini kendimize dert etmeyelim, şevkimiz kırılmasın, sabredelim, şükredelim, dua edelim. Rabbim inşallah bizleri muvaffak eder, makul her matlubumuzu yerine getirir inşallah.

Bu duygu ve düşüncelerle siz değerli okuyucularımızın Kurban bayramını tebrik eder hayırlara vesile olmasını Rabbimden temenni ederim. Allah’a emanet olunuz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.