Mananın tabakatı 

Metin tahlili dersi felsefi, dini, edebi, kelami bahislerin değişmez derslerinden biridir. Bu sahada büyük yorumcular ve şerh-i mütuncular gelmiştir. Mevlana Hazretlerinin Mesnevisinin birçok şerhleri çıkmıştır en meşhuru Tahir’Ül Mevlevi’nin şimdi gidip saymam lazım kütüphanemde yirmiye yakın cilt şerhi var yarım metre uzunluğunda desem mübalağa olmaz. Daha başka şerhleri de var, şiirlerinin de öyle. Shakespeare’nin şiirlerinin diğer çalışmalarının da sayısız şerhleri var. Bir şiirindeki fat kelimesinin altı değişik anlamını bulmuş onun eserleri üzerinde çalışanlar. Hiçbiri anlam illa şudur demiyor, ben de demiyorum, sadece Bediüzzaman’ın çok daha etraflı çalışmalarla topluma, kamuya, devlete, sanata, edebiyata, felsefeye, kelama, tefsire, bilim tarihine, bilimlerin yorum tarihine, tarihe, estetiğe, coğrafyaya, interpretation yorum bilime, daha onlarca alana temas eden eserlerinin sadece dershanelerde okutulanları kafi görmeye değil diğerlerine uygun da çalışmaların yapılmasıdır. Elli yıl geçti aradan  ama çok fazla bir yol alındığını söyleyemem. Yerini yaptıktan sonra, kasabadaki tek fırın gibi ne çıkarsan satarsın. Eskiden hayran olduğum insanların hasbel kader derslerini dinledim, yazılarına baktım kuru, heyecansız, daha neler. Bu da şunu gösteriyor, eleştiri ancak eleştir denilen adamlara yapılar, öbürleri yanık ekmek de olsa satarlar. 

Bizim kimsenin yolunu değiştirmek gibi bir lüksümüz yok. Risale Haber bir internet gazetesidir, eserleri okumak isteyenler zaten gidip okudukları yerlerde okuyor. Ben sadece birikimlerimi aktarmak istiyorum, kim ne isterse yapsın, bana dert değil. Ama durup dururken klasik baba eleştiri edaları takınmak benim hakkım değil, neye nasıl cevap verilir onu bilmeli. Adam dağı anlatır, sen yamacı. Farklı şeyler. Muhittin-i Arabi Sure-i Rum’da çok gaybi haberler bulmuş senin benim anlayacağım şey değil.

En az elli kişi Bediüzzaman’ın metinlerinin çok yönlülüğünü araştırmalı zaman zaman metinler, şerhler yayınlamalı. Yoksa müfterisi az olmayan bir karanlık aydınlar gurubu ve din adamlarının iftiralarının sonu gelmez. Benim üzüldüğüm bu. Gariban üstadım hala benim yüzüme karşı ona iftira eden adamlar ile yüz yüzeyim. En az iki yüz defa hakarete maruz kalmışım, yaşamım kayma noktasında bir himmet midir koç mudur adam düşmanım ağzı ile bana hitap ediyor. Öbür tarafta cemaatin hukukunu korumakla sorumlu bir adam kimsenin maruz kalmayacağı hakareti düşmanın ağzı ile yorumluyor. Güler misin ağlar mısın. Bediüzzaman’ın hukuku değil azıcık farklı dava adamlarının da hukuku ayaklar altında, kimseye dert değil. Bediüzzaman “bütün hayatım savcılarla mücadele ile geçti” diyor. Bizimkiler sadece hakaretlere dağ gibi hakaretleri fındık gibi cevaplarla konuşuyor. Bugün Bediüzzaman’ın maruz kaldığı hakaretler bundan elli yıl öncesinden farklı değil bizimkiler, ütopyanın peşinde. 

Bir tarafta çetelerin hükmettiği bir üniversite, adeta menfaat avcılığının yapıldığı yerlerde bir imza at nerden geldiği belli olmayan bir cühela grubu gelsin edebiyatı çarçur etsin. Sahipsiz ülke, sahipsiz edebiyat…

En rahat şey bir dinleyici grubuna ömrünü verip, vakti gelince vakıf olarak ölmek. Yoksa eserleri çok yönlü topluma açmaya kalkarsan yanında kimseyi bulamazsın, çünkü açıklama ve şerh tarih boyunca iyi karşılanmamış, bizde de batıda da. İncili Almancaya çeviren ünlü adam neler çekmiş. Kilise adamı aforoz etmiş. Kuantum fiziğini ilk defa öne süren fizikçi, fikri kabul görmediğinden huzursuz ölmüş, ölümünden sonra anlaşılmış ama gariban yalnızlık içinde ölmüş. Muhittin-i Arabi azıcık farklı şeyler söylemiş kimi ulaşılmaz bir sofi kimi ise zındık demiş. Ölünce de Münkir Nekir’e garip bir cevap vermiş. Onlar anlamamış sözü tahlil için yukarı gitmiş söylentiye göre “o kulum dünyada da anlaşılmamıştı, bırakın yakasını” denmiş.

Stendhal’in Kırmızı ve Siyah romanında bir papaz incili farklı yorumlar, kilise adamı zındık ilan eder, onun tarlasından geçen tavşanı yemenin bile bir zındıklık belirtisi olduğuna kararı verilir. 

Necip Fazıl, “Beni kimsecikler anlamaz zaten, sen öp seccadem” demiş, kimbilir nelere maruz kalmış.

Bediüzzaman Tanzimat, birinci-ikinci Meşrutiyet, Servet-i Fünun, Milli Edebiyat döneminin  dil hareketlerini ve dilin kullanımını takib  etmiş, kullandığı dil bütün bu dönemlerin ayıklanmış seçme bir dili. Adeta dili koruyan bir standart takib etmiş, bu kullandığı Türkçe ile dilin sürekliliğini sağlamış. Onun yaptığını yapan kimse yok, rahmetli Hasan Celal Güzel “Risale-i Nur okurken Osmanlıcanın zevkini alıyorum” demişti. Dilin değişmeleri adeta dili hasta hale getirmiş, imparatorluk lisanı bir kabile lisanına dönüşmüş. Osmanlıca Türk’ün okyanus gibi bir lisanı ama hem Osmanlıyı hem de Osmanlıca’yı bir takım çevreler yıktılar ve hala yıkmaktalar. Ancak Bediüzzaman’ın yaptığı konuşulmuyor çünkü birikim gerektirir, korkulan adam, eserleri etkileyici. Birinin yanlış uygulaması da ortalığı toz duman etti, halbuki bize ne. Büyük adamların eserlerinin tabiatıdır farklı yorum, anlaşılma. Ülkeyi denetlemeyip denetimsizliğin ortaya çıkardığı canavarizmi engellemek devletin görevi, halbuki denetim diye bir şey yok, kim hangi kurumu ele geçiriyorsa mantığı ve geleneği öldürüyor. Dün de öyleydi, bugün de öyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum