Luvice seçmeli ders olsun

Bu başlığı gördüğünüzde, “ne alaka şimdi?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Luvice gibi unutulmuş antik bir dil okullarımızda neden seçmeli ders olsun ki?

İşte ben de tam olarak bunu sormanızı istedim sizden. M.Ö 2000’li yıllarda Anadolu’da yaşamış Luvilerin dilleri ne işimize yarayabilir bizim. 

 

Luvice, Yunanistan’ın gerçek sahipleri olan Pelasgların da dilidir. Helenler binlerce yıl önce  Pelasgların yaşadıkları bölgeleri istila ettiler.

Pelasgların çoğu kılıçtan geçirildi, köleleştirildi ya da Helenleştirildi. Ancak Pelasgus yani Luvi dili, Yunanca’yı köklü bir biçimde etkiledi. Yunanca, Pelasgus denilen bu dilden pek çok kelime, gramer kuralı alarak adeta değişime uğradı.

 

Elbette bizler Yunanistan’da yaşayan Yunanlar olsaydık, Luvice’yi öğrenmek isteyebilirdik. Çünkü Yunancanın pek çok özelliğinin sırrı o dilde saklı.

Demek ki Luvicenin ülkemizdeki okullarda ders olmasını istemimize gerek yok. Çünkü bizimle hiçbir bağlantısı yok bu dilin.

Ancak mesela Osmanlıca, Türkçenin İslam sonrası aldığı şeklin büyük bir fotoğrafı olarak, okullarımızda her lehçeden çok okutulmaya layıktır.

 

Üstelik  Osmanlıca yabancı bir dil değil, öz Türkçedir. Almanca, İngilizce gibi dillerdeki on binlerce yabancı kelime o dilleri nasıl “yabancı dil” yapmıyorsa, Osmanlı Türkçesindeki Arapça ve Farsça kökenli kelimeler de bu dili yabancı bir dil yapmazlar…

Hadd-i zatında diller her dönemde yabancı kelimelerden oluşurlar. Türkçenin en sade olduğu kabul edilen Göktürk yazıtlarında bile konçuy, biti-yad, yalmas, kamag gibi onlarca yabancı kelime bulunmaktadır.

 

Diller, etkisinde kaldıkları kültürlerin ya da inançların taşıyıcısı olan dillerden zorunlu olarak kelimeler alırlar. Türkçe, İslamiyet öncesinde de, Moğolca, Çince, Soğdça vb. dillerden pek çok kelime ve ek almıştır. Ancak aldığından çok fazlasını da elbette o dillere ve diğerlerine vermiştir.

 

Bu alışveriş, diller için kaçınılmaz olandır. Kur’an-ı Kerim’de bile “kalem”, “ress”, “sırat”, “merkum” kelimeleri gibi yüzlerce kelime vardır ki, İbranice, Yunanca, Süryanice gibi dillerden Arapçaya geçmiştir.

 

Osmanlı Türkçesi’nin en önemli özelliği, Türklerin İslamiyete ve Kur’an’a olan sevgilerinin ifade ediyor oluşudur.

Mesela, Fâtiha suresindeki kelimelerin neredeyse tamamı Osmanlıcada kullanılmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı Türkçesini iyi yazabilen ve okuyabilen birisinin Fatiha’nın anlattığı hakikatleri kısa bir sürede anlayacağı açıktır.

 

Fatiha’da geçen “el hamd”, “lillah”, “rahman”, “rahim”, “mâlik”, “yevm”, “din”, “na’budu-abd, ibadet”, “ihdina-hidayet”, “sırat”, “mustakim”, “en’amte-ni’met, in’am”, “aleyh”, “gayrı”, “magdub-gadap”, “la”, “dâllin-dall, dalalet” kelimeleri, Osmanlı Türkçesini bilenlerin günlük hayatta sıklıkla konuştukları ve yazdıkları kelimelerdir.

 

Bir Müslümanın 5 vakit namaz dikkate alındığında günde 40 defa okuması ve anlaması gereken Fatiha suresinde geçen kelimeler, Müslüman Türkün de bilmesi gereken kelimelerdir.

Kur’an-ı Kerim’i duvara asılacak bir süs eşyası olarak görmeyen ve onun mana tabakalarıyla içli dışlı olan atalarımız da, Fatiha’yı anlamamız için gerekli bütün o kelimeleri dilimize kazandırmışlardır.

 

Kur’an-ı Kerim’in  ve Peygamberimizin hayatının okullarda ders olarak okutulmasının kabul edilmesi, Kur’an-ı Kerim Türkçesi olarak adlandırılabilecek Osmanlıcayı geliştiren atalarımızı oldukça mutlu etmiş olmalıdır.

Esperanto gibi dünyevi maksatlarla oluşturulan yapma dillerin aksine, Osmanlı Türkçesinin her bir kelimesinde bir yaşanmışlık, bir keramet, bir maneviyat ve bir feyiz izi bulmak mümkündür.

 

Türkçenin imkanlarının izin verdiği ölçüde, kendi medeniyetimizin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i öğrenmemizi kolaylaştıracak şekilde teşekkül etmiş olan Osmanlıca da okullarımızda ders olarak okutulmalıdır artık.

 

Tarihi kütüphanelerimizdeki tozlu raflarda çürümeye yüz tutmuş yüz binlerce cilt Osmanlıca kitap dururken,  hala daha tereddütler içinde bulunmamız akıl alır gibi değildir.

Hz. Aişe validemiz, “Peygamberimizin ahlakı nedir?” diye kendisine sorulduğunda şöyle cevap verir: “Hulukuhul Kur’an” yani “Onun ahlakı Kuran ahlakı üzerineydi” der…

Demek ki Müslümanların Kur’an-ı Kerim’i hayatlarında yansıtmak gibi bir görevleri de vardır. Kuran-ı Kerim, hayatın her boyutunda yansıyacak da dil boyutunda yansımayacak mıdır peki?

 

Elbette Türkçeyi bırakıp Arapça konuşalım şeklinde radikal ve fıtratı yok sayan bir öneride bulunmayacağım. Zaten Kuranın tezgahında dokunmuş, Kurâni terbiyeyle terbiye edilmiş, Kurandan gelen renklerle boyanmış bir Türkçemiz var bizim, o da Osmanlı Türkçesi.

Biz Osmanlıcayı öğrendiğimizde, okuduğumuzda ya da yazdığımızda Türkçemizi de sahiplenmiş oluyoruz aslında. Ama Kuran güneşini gösteren pencereleri olan bir Türkçedir bu Türkçe.

 

Aslında sadece Osmanlı Türkçesi değil, Azeri Türkçesi dahil bütün Orta Asya Türkçeleri de Kuran’ı yansıtmaya devam ediyorlar. Bu yönüyle Osmanlıca öğreniminin Türk dünyasıyla birliğimizin yollarından birisi olduğu da açıktır.

Sadece Türklerin arasında değil Pakistan’dan Balkanlara kadar bütün İslam dünyasında on binlerce ortak kavram kullanılır. Demek ki içine dahil olduğumuz İslam medeniyeti ve o medeniyetin temel kavramları ortaktır.

 

İşte bu yüzden Bediüzzaman’ın dilinde Osmanlıca, “İslam Yazısı” ya da “Kuran Yazısıdır” Bediüzzaman talebelerine bu nadide yazıyı ve Osmanlı Türkçesini de koruma vazifesini vermiştir.

Çünkü İslam’ı ve Kuran’ı anlamak için gerekli bir anahtardır Osmanlıca. Hatta işte sırf bu kudsi vazife nedeniyle bile Risale-i Nurların Türkçesi sadeleştirilemez.

Başkaları için ruhsatlar olsa da Risale-i Nur talebeleri için, elbette bu eserleri aslından, yani Kuran harflerinden okumak oldukça önemli bir vazifedir.

 

Kürtçe ile Osmanlı Türkçesi arasında da müthiş paralellikler var. Mesela Kürtçede durmak; sekinin (sakin olmak), evlenmek; zevicin (zevcelenmek), donmak; cemidin (camid olmak), teşekkür ederim; teşekkür dikım, haz ederim; haz dikım kelimeleriyle ifade edilir ki, her konuşmamızda bunlar gibi binlerce ortak kelimede buluşuruz farkında olmadan.

 

Osmanlıca gibi Kürtçeye de ortak medeniyetimizin zenginliğini gösteren bir kültür dili gözüyle bakarsak, Kürtçenin de okullarda seçmeli ders olmasının, zarardan çok birbirimizle olan ortaklıklarımızı anlamak adına fayda getireceğine eminim.

Görüldüğü gibi Osmanlı Türkçesi dersi, Kuran’ı, tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi, Müslümanların dilleri arasındaki ortaklığı anlamamız açısından oldukça önemlidir.

Yüz yıllık mezar taşlarına, arşivlerimize, cami kitabelerine, tarihi çeşmelere, türbelerdeki yazılara yok olmuş Luvi diline olduğumuz kadar yabancı kalmaya devam etmemiz normalse, elbette diyecek hiçbir şeyim yok. 

 

Osmanlı Türkçesi halen daha yaşamaya, bizi anlamlandırmaya, geçmişimizle olan bağlarımızı sağlamlaştırmaya, bize kim olduğumuzu öğretmeye devam ettiğine göre, ondan vazgeçmemiz de elbette imkansızdır. Çünkü kimliğimiz onsuz oldukça eksik tanımlanmış olur. 

O halde başlıktaki önerimi geri çekmeye de hakkım var şimdi. Çünkü sizden önce ben kendimi ikna ettim bile. Luvice dilinin zorunlu ya da seçmeli ders olmasının bize hiçbir fayda sağlamayacağı kesin. O halde önerimi şöyle düzeltiyorum tüm yetkililere seslenerek:

Luvice gibi günün birinde yok olmasını istemiyorsak, Osmanlı Türkçesinin zorunlu ya da seçmeli ders olmasını sağlamalıyız okullarımızda.

Bizi geçmişimize, kültürümüze ve medeniyetimize bağlayan Osmanlıcadan uzaklaştığımız ölçüde, kendimize de yabancılaşacağımızı ve kimliksizleşeceğimiz gerçeğini ise asla unutmayalım. (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum