Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Kürt meselesi, İmralı süreci ve müzakere (I)

Cumhuriyet dönemi ile birlikte Türkiye toplumunun en can yakıcı meselesi olan Kürt Meselesi, doksan senedir, inişler ve çıkışlar ile birlikte kesintisiz olarak bugüne kadar devam etti. Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda var: Kürt Meselesi; Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bütün Kürtleri dışlayan, hakaret eden, inkâr ve asimilasyon politikaları sonucu olarak ortaya çıktı.

Bunu defalarca yazdık ve belgelerini ortaya koyduk. Bu toplumun esas unsuru olan, bunu yüzyıllarca beraber yaşadıkları Türklerle hep iyi geçinen ve bazı istisnalar dışında hep sadık kalarak ispatlayan Kürtler, ırk esası üzerine kurulan yeni devlet ile birlikte tamamen yok sayıldılar, inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz kaldılar.

Ve ne yazık ki, Kürtler çok büyük düşmanlıklara hedef oldular. Büyük katliamlara muhatap kılındılar. Bu katliamlarda öldürülen çok sayıda masum insan, kayıtlara bile geçmedi. Şeyh Said Hadisesinin ardından Diyarbakır ve çevresinde, Zilan vadisinde ve Dersim çevresinde yürek yakan, insanları insanlıklarından utandıran büyük vahşet ve dehşet senaryoları ve katliamlar insafsızca uygulandı.

Bu katliamlar, insanlık tarihinin en dehşetli zulümleri arasında, tarih sayfalarındaki yerini aldı. Hatta Dersim’de on binlerce insanın kanının dökülmesinin ardından Trabzon’daki İngiliz Konsolosluğu, kendi hükümetine şu ilginç bilgiyi ulaştırdı:
“Kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere binlerce Kürt katledildi. Pek çok kişi de Fırat Nehri’ne atıldı. Daha az kötü muameleye tabi tutulan bölgelerde yaşayan binlercesi ise malları, mülkleri ve hayvanları alıkonularak Orta Anadolu’nun çeşitli illerine yollandı. Artık söylenen şu: Türkiye’de Kürt sorunu bitmiştir.’’ (Yakın Tarih Ansiklopedisi, 10. Cilt, Sayfa:94)

Fakat bütün bunlara rağmen Türkiye’de Kürt Meselesi bitmedi. Yapılan her zulmün ardından daha şiddetli bir şekilde ve farklı suretlerde yeniden sahneye çıktı. Ve en son olarak da PKK suretine bürünerek, çok şiddetli bir tarzda yeniden boy gösterdi. Bu seferki kalkışma, öbürleri gibi kısa vadeli olmadı. Otuz yıldır PKK’nin şiddete dayalı ve on binlerce insanın ölümü ile sonuçlanan bu son isyanını, Türkiye her türlü yola başvurarak bastırmaya çalışıyor. Ve bugüne kadar muvaffak olunamadı.

Elbette bunun çok sayıda sebeplerinden bahsedilebilir. Bölgenin dağlık yapısından, Irak ile olan sınırın PKK için çok kolaylaştırıcı bir unsur olduğu konusuna kadar, PKK’nin acımasız strateji izleyen bir terör örgütü olduğundan, birçok ülkenin bu örgüte yardım ettiği iddialarına kadar, çok kolay militan ve adam bulduğundan tutun, uyuşturucu ve para trafiğini elinde bulundurduğuna kadar çok sayıda sebep, birçok kişi tarafından zaman zaman gündeme getiriliyor. Fakat neticede izlenen bütün farklı stratejilere rağmen, bu örgütü tamamen saf dışı etmek, bugüne kadar mümkün olmadı.

1980 yılından sonra kurulan her hükümetin en büyük iddiası PKK ile mücadele ve bu örgütü tamamen saf dışı bırakmak olarak açıklandı. Bütün hükümetler göreve başlarken, bu konuda çok farklı ve iddialı söylemlerle kamuoyunun karşısına çıktılar. Fakat neticede durum pek değişmedi. PKK militanları, her ne şekilde izah edilirse edilsin, ölümü de çok kolay bir şekilde göze alarak ölümüne eylemlerde bulunmaya devam ettiler.

Bu işin ilanihaye bu şekilde sürüp gitmesine imkân yok. Hiçbir toplumun bünyesi ve morali, böyle bir duruma karşı hep aynı direnç düzeyinde bulunamaz. Konu çok hassas ve bu konuda atılan çözüme yönelik her adım, mutlaka birileri tarafından sert bir şekilde eleştirilmeye devam ediliyor. Fakat bu konuyu da mutlaka bir şekilde nihayetlendirmek gerekir. İşte son günlerde Hükümetin kontrolündeki MİT tarafından atılan adımlar, böyle bir arayıştan kaynaklanıyor.

Zaten Kürt Meselesinin artık tamamen barış ortamında çözülmesi için, bazı müfrit ırkçılar dışında toplumda da büyük bir mutabakat sağlanmış durumda. İnsanlarımız, yüzyıla yakın bir zamandır yapılan büyük haksızlıkların telafisi noktasında çok önemli bir demokratik olgunluk noktasına gelmiş durumdalar. Fakat yine de devletin bütün imkânlarını kullanarak doksan yıldır uyguladığı ırkçı narkoz ve beyin yıkama ameliyesinin etkilerinin bütünüyle geçtiğini söylemek mümkün değildir. Bunun için biraz daha zamanın geçmesi gerekecek.

Artık anaların daha fazla ağlamaması için; yeni, kalıcı, adil ve insaflı bir çözüm yolunun denenmesi şarttır. Hükümet de, bütün tenkitleri ve hücumları göze alarak böyle bir arayışın içinde. Bu çok önemli ve cesur bir adımdır. Hemen temennimizi dile getirelim. İnşallah bu çok önemli adım, başarıya ulaşır ve Kürt Meselesi kalıcı bir çözüme ulaşır.

Fakat bu o kadar da kolay değil. Bir asra yakın bir zamandır kanayan bir yaranın, hemen tedavi edilmesini kimse beklememelidir. Bu konuda herkesin çok sabırlı olması gerekir. Zira bu ülkede huzur ve güvenliğin olmasını isteyenler kadar,  istemeyen dâhili ve harici çok sayıda muzır mani de bulunmaktadır ve büyük bir üzüntü ile ifade edelim ki, bunlar hala çok güçlü bir konumdadırlar.

Geçenlerde Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sayın Nimet Baş, çok dehşetli bir gerçeği açıkladı. Türkiye’de halen yüz bin kişinin Özel Harp Dairesi ve derin yapılanmalar ile ilişkilerinin devam ettiğini, bunların kurumlardaki bu vazifelerinin sürdüğünü ve halen de bunların aktif pozisyonlarda bulunduğunu açıkladı.

Demek ki Türkiye’de ortalıkta serseri mayın gibi dolaşan, nerede hangi tezgâhın içinde olabileceği kestirilmeyen, sırtını da devletin içinde bulunan çeşitli kurum, kuruluş ve kişilere dayandıran yüz bin silahlı insan vardır. Bu rakam gerçekten dehşet vericidir.
Ve ne yazık ki, Türkiye’de ses getiren, toplumsal huzuru bozan, halkta panik ve moral çöküntüsü meydana getiren birçok suikastın ve fail-i meçhul olarak kayıtlara geçen bazı cinayetlerin de bu ekipler tarafından planlandığı ve işlendiği bilinmektedir.

Peki, bütün bunlara rağmen bu süreç ne şekilde devam edecek veya ne şekilde sonuçlanacaktır? Bundan bir süre önce yine hükümet tarafından birisi Oslo’da olmak üzere, çözüme yönelik bazı girişim ve görüşmelerde bulunulmuş ve bunlar bir şekilde akamete uğramıştı. Habur’da iyi niyetle atılan çok önemli bir adımın bir şov uğruna heba edilmesi ve Silvan’daki katliam, bu provokasyonlardan bazıları olarak hafızalara kazındı.

Son günlerde başlayan ve İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’la MİT arasında, hükümetin bilgisi ve desteği dâhilinde yapılan görüşmeler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanınca, herkes bu sürece dikkat kesilmeye başladı. Süreç ile ilgili olarak zaman zaman çok iyimser ifadelerle kamuoyuna bazı bilgilerin verildiği bu yeni teşebbüsün akıbetini herkes merak ediyor. Tabi ki, bu sürecin ne şekilde adlandırılacağı da belki bir nebze olsun önem kazanıyor. Herhalde bu yeni durumu en iyi şekilde ‘’İmralı Süreci’’ tabiri ifade edebilir.
Her parti meseleye kendi politikaları çerçevesinde bakıyor ve bu gayet doğal. MHP ve Genel Başkan’ı Devlet Bahçeli’nin üslubu daha da sertleşerek, bu süreçten memnun olmayan bazı insanların oyunu kazanmaya dönük bir stratejiye dönüştü. Bu meseleye inşallah bir şekilde hal edildiği zaman, nasıl bir duruma düşeceklerini, herkes gibi ben de doğrusu çok merak ediyorum.

BDP bu süreçten çok memnun ve daha aktif bir şekilde bu sürece katılmak için taleplerde bulunuyor. CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da sürece, bazı şartları sıralayarak destek verdiğini açıkladı. Bütün bunlar gösteriyor ki, toplumda bu barış sürecine çok büyük bir çoğunluğun desteği sağlanmış durumda. Zaten kanın daha fazla akmasını istemek veya buna göz yummak, artık o kadar kolay değil.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum