Kur’an ve sünnetten bazı hatırlatmalar

Bugünlerde Allah’a ve ahrete iman edenlerin çok çetin imtihanlar geçirmekte olduğunda şüphe yoktur.  Bu gibi imtihanların pek çok hikmetlerinden bir tanesi altın ruhlu olanlarla bakır ruhlu olanların birbirlerinden temyiz edilip ayrılması. Diğer bir önemli hikmeti ise “İman Kardeşliği”ne olan samimiyetin test edilmesi.

“Müminler sadece “İman ettik” demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler?

Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allah elbette şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir” (Ankebut:2-3) mealindeki ayetlerde bu gerçeğe vurgu yapılmıştır. “İmanda sadık olmak”, bir yandan kişinin kendi iç âlemindeki samimiyeti, bir yandan da aynı iman halkasında yer alan insanların “iman kardeşliği” çerçevesindeki samimi olmak anlamına gelir.

Her zaman söz konusu olabilen bu iman imtihanının verdiği sorumluluk bilinci içerisinde, İslam dininin temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnetten bazı hakikatleri yeniden güçlü bir şekilde hatırlamamızda fayda olduğunu düşünüyoruz:

1) Allah’a iman etmek, her konuda onun emir ve yasaklarına tam teslim olmayı gerektirir. Aşağıda meali verilen ayetlerin emirleri açıktır:

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının! Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan Müslüman olarak can verin! Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.  Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran:102-103)

Şüphesiz, Allah’ın bu sitem dolu açıklamasına rağmen, ters yolda yürümek müminler için telafisi imkânsız dünyevi ve uhrevi zararlara yol açacaktır.

2) Kur’an’ın insanlara vahiy olarak indirilmesinin dört temel gayesi vardır. Üçü, (Allah’a, ahrete, peygamberlere dair) iman esasları, biri de ibadet ve adalettir.

Koca bir vahyin mesajlarında imandan sonra en önemli yere oturan adalet ve Allah’a kul olma hususu elbette insanlık camiasında çok büyük önemi haizdir.

“Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım”(Zariyat:56) mealindeki ayette Allah’a kul olmanın önemine işaret edildiği gibi, “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun (sizin için fark etmemeli); çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır”(Nisa:135) mealindeki ayette adaletin katıksız bir şekilde tecelli etmesinin Allah katındaki değerine vurgu yapılmıştır.

3) Mutlak adalet sahibi olan Allah, değil iman kardeşlerimize karşı, en azgın kâfir düşmanlarımıza karşı da adaletten sapmamamızı emrediyor.

“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvaya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır” (Maide:8) mealindeki ayette bu hakikatin ifadesini görüyoruz.

4) Hüküm verme makamında olanlar, her şeyden önce Allah rızası ve adaletin tecellisi için hüküm vermeli ve icraatta bulunmalıdır.

Allah rızasını kazanmak ve adaletin tecelli etmesinden çok kendi garazkâr arzularına göre hüküm verenlerin vebali çok büyüktür. Bunların görünürdeki adalet ölçüleri de birer zulüm olur ve vebal getirir.

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla görendir)”(Nisa:8)

Bu makamda “Allah’ın Semi-Basir/Herşeyi hakkıyla işiten, gören” sıfatlarına vurgu yapılması, adaletin samimi bir şekilde yerine getirilmesinin gereğine işarettir. Ayetin bu üslubu bize şunu ders veriyor: “Sakın adalet görüntüsünü vererek yanlış yapmayın. Sakın, Allah rızası görüntüsünü vererek hüküm vermeyin. Zira Allah kendisi için yapılmayan işleri kabul etmez. Kendi rızası için yapılmayan hükümlere itibar etmez. İyi bilin ki, O sizin kalbinizde taşıdığınız en ince düşüncenizi de görüyor, en sessiz garazlarınızı/amaçlarınızı da işitiyor.

5) Hâkim olmak, hükümdar olmak, hüküm verme makamında olmak zor bir meslektir. Ehil olmayanlar kaş yaparken göz çıkarabilirler. Efendimizin değerlendirmesine göre, hâkimler/hüküm verme makamında olanlar üç gruptur. İki grup yanlışlarının cezasını, bir grup da adaleti dağıtmanın mükâfatını görür.

Abdullah b. Ömer’den nakledilen sahih bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Kadılar/hâkimler üç sınıftır. Biri kurtulur/cennete; ikisi cehenneme girer.

a) (Allah rızası için, sırf adaletin ortaya çıkması için değil de başka garaz ve gayeler için) Heva ve hevesine uyarak karar veren hâkimler cehennemliktir.

b) Konuyu bilmediği halde, hakkında hüküm veren (dolayısıyla cehaletinin kurbanı olan) hâkimler de cehennemliktir.

c) Hak ve hakikate uygun (Sırf Allah rızası ve adaletin tecellisi için) hüküm veren hâkimler ise cennetliktir.” (Taberanî, el-Kebir, 13/131; Heysemi, Zevaid, h. no. 6989)

İmam azam ve benzeri büyük âlimlerin zamanın padişahlarının ısrarlarına rağmen kadılığı/hâkimliği kabul etmekten çekinmelerinin altında bu ve benzeri hadislerin ve ilgili ayetlerin büyük rolü olduğunda şüphe yoktur.

Bediüzzaman hazretleri, adalet mekanizmasının işletilmesinde halis niyetin rolünü anlatırken, çok ince bir adalet ayarını şöyle ifade etmiştir: “Bir adliye reisi bir memuru, kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit o memurun o zalim hırsıza hiddet ettiğini gördü. O dakikada o memuru azletti. Hem çok teessüf ederek dedi: Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler. Evet hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez, etse zalim olur. Hattâ kısas cezası da olsa hiddetle katletse, bir nevi katil olur diye o hâkim-i âdil demiş.” (Tarihçe-i Hayat, 565)

6) Hiç kimse başkasının suçundan dolayı sorumlu tutulamaz.

Medeni hukukta olduğu gibi, İslam hukukunda da mesuliyetin şahsiliği esastır. Bir suçlunun yakınlarını-ailesi de olsa- cezalandırmak büyük bir suçtur, zulümdür.

“De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir.” (Enam:164)

7) Niyet ve nazar eşyanın mahiyetini değiştirir; altını bakıra, elması kömüre dönüştürür. Tertemiz helal bir şeyi harama dönüştürecek kadar güçlü bir iksirdir.

Hz. Ömer anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse, kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikahlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (Buhari, Nikah,5; Müslim, İmaret, 155)

“Sözünüzü ister içinizde gizleyin, ister açığa vurun, hepsi birdir. Zira Allah gönüllerin künhünü(içinde saklı olan niyetleri) dahi bilir” (Mülk:13) mealindeki ayet ve benzerlerinde insanlar Allah’ın sonsuz ilminin ve kontrolünün altında olduğunun idraki içerisinde daha dikkatli olmaları konusunda uyarılmışlardır.

8) Dedikoduya kulak vermek birçok haksızlığa yol açabilir. Fâsık (doğru yoldan sapmış) kimselerin haberlerini iyice tetkik etmeden onları doğru kabul etmek, Allah’ın tavsiyelerine aykırıdır. -Allah’tan korkmayan, fitneden hoşlanan fasık kimselerin kol gezdiği bir ortamda; “Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat:6) mealindeki ayetin ifadesine yeniden kulak vermek gerektiğine inanıyoruz.

9) Müminin mümine karşı su-i zan beslemesi, tecessüs etmesi/gizli hallerini araştırması ve gıybet etmesi haramdır ve İslam ümmetinin sosyal hayatını bozan birer zehirdir.

“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz!  Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir/tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur” mealindeki ayette bu gayr-ı insani üç kötü davranış biçiminin çirkinlik boyutuna dikkat çekilmiştir.

10) Dilimize sahip çıkalım: Unutmamak gerekir ki, insanı cehennemin gayyasına yuvarlayan günahların başında dilin biçtiği mahsulat gelir.

Hz. Muaz anlatıyor: Peygamber Efendimiz (sav) bana hitaben: “bütün hayırlı işlerin başını sana söyleyeyim mi?” dedi. Ben: “Evet buyurun, ey Allah’ın nebisi!” diye cevap verince; O,  dilini tuttu ve: “buna sahip çık” buyurdu. “Ey Allah’ın Resulü! Biz konuştuklarımızdan dolayı da sorguya çekilecek miyiz?” şeklide sorduğumda, “Anan yokluğuna yansın, Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme yuvarlayan, onların dillerinin kazandığı mahsulattan başka bir şey mi?”(Tirmizi, İman,8).

“Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin eden birtakım insanlar ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/153) mealindeki hadisin ifadesindeki tehditten korkmak gerekir. Özellikle Medya ayağı böyle bir alamet olmaktan uzak durmalı, sırf geçimini temin etmek için doğru olup olmadığına bakmadan dillerini, mantıklarını, fikir ve düşüncelerini pazarlamaları büyük bir insani ve ahlaki erozyondur.

“Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve “Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?”

İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!”(Fussilet:33-34).

Hayatımda beni en çok ürküten ayetlerden biri de şu mealdeki ayettir:

“O zalimler, dünyanın bütün malları ve imkânları kendilerinin olsa, hatta onların bir misli daha bulunsaydı, kıyamet gününde azabın kötülüğünden(o korkunç azaptan) kurtulmak için, derhal fidye olarak verirlerdi. O gün onların hiç hesaba katmadıkları şeyler Allah tarafından ortaya dökülüp karşılarına çıkar!”(Zümer:47).

Ya Ekreme’l-ekremin, ya Erhame’r-rahimin! Ne olur, adaletinle değil, lütfunla, merhametinle, bize muamele et! Biz müminlerin kalplerini iman kardeşliğinde birleştir!  Memleketimizi ve bütün Müslüman ülkeleri maddi- manevi sıkıntılarından kurtar, bize ittihat ver, tevhid inancı etrafında bizi tevhid eyle! Âmin! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum