Kralın önünde ayağa kalktıklarında onların kalblerini kuvvetlendirdik

Kralın önünde ayağa kalktıklarında onların kalblerini kuvvetlendirdik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Kehf Sûresi 14-17 ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

14 . Ve (kralın önünde) ayağa kalktıklarında onların kalblerini kuvvetlendirdik de şöyle dediler: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! O’ndan başkasına aslâ ilâh olarak yalvarmayız! Yoksa yemîn olsun ki bâtıl söz söylemiş oluruz.”

15 . “Şu bizim kavmimiz O’ndan başka ilâhlar edindiler. Onların üzerine (hak olduklarına dâir) apaçık bir delil getirselerdi ya! Artık Allah’a yalan yere iftirâ edenden daha zâlim kim olabilir?”

16 . (İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mâdem ki onlardan ve (onların) Allah’dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, öyle ise mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden (bir genişlik) yaysın ve size işinizde bir kolaylık sağlasın!”

17 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Hem (sen onlara bir baksaydın) güneşi görürdün ki, doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına meylediyor, battığı zaman ise onların sol tarafını kesiyordu (böylece ışığı onları rahatsız etmiyordu) ve onlar oranın genişçe bir yerinde idiler. (Onların) bu (hâlleri), Allah’ın delillerindendir. Allah, kime (hikmetine binâen fazlından) hidâyet (nasîb) ederse, işte hidâyete eren odur. Kimi de (kendi küfrü sebebiyle) dalâlete atarsa, artık onun için aslâ bir yardımcı ve (hak yolu gösteren) bir mürşid bulamazsın. (*)

(*) “İrâde-i cüz’iye-i insâniye ve insanın cüz’-i ihtiyâriyesi (insanın cüz’î irâdesi ve seçme hürriyeti) çendan (gerçi) zaîfdir, bir emr-i i‘tibârîdir (yaratılmış olmayıp, hariçte bir vücûdu yoktur). Fakat Cenâb-ı Hakk ve Hakîm-i Mutlak (sonsuz hikmet sâhibi olan Allah), o zaîf cüz’î irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallukuna (istemesine) bir şart-ı âdî (basit bir şart) yapmıştır. Yani ma‘nen der: ‘Ey abdim (kulum)! İhtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes’ûliyet sana âiddir!’

Teşbihte (benzetmede) hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omzuna alsan, onu muhayyer (serbest) bıraksan: ‘Nereyi istersen seni oraya götüreceğim’ desen, o çocuk yüksek bir dağı istese, sen de götürsen; çocuk üşüse veyâhut düşse, elbette ‘Sen istedin!’ diyerek itâb edeceksin (azarlayacaksın) ve onun yüzüne bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hakk, Ahkemü’l-Hâkimîn (bütün hüküm sâhiblerinin hâkimi olan Allah), nihâyet za‘fta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdî yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder (bakar).” (Tılsımlar, 26. Söz, 84-85)