Kitap… Üslup… Sinema…

Bazen çekilmez olur yazılar, makaleler, kitaplar... Tiksinirsiniz onlardan, görmek istemezsiniz hiçbirini. Masum kelimelerin canına kastetmek salahiyetini kim, neden ve nerde bulur kendinde? Bu güzelim ve munis nesneleri günlük siyasi polemiklerde malzeme olarak kullanmak, bakir doğalarını kirletmek kimin haddine? Bazı köşe yazarları bu hâyâsız istilayı gerçekleştiren kafilenin başını çekiyor. Kelime ve cümle, yani bütünüyle kelam sadakat istiyor, daha da önemlisi liyakat istiyor. Gazete sütunları, Türkçe’nin en basit gramer kaidesine aldırış etmeyen sayısız sakat ve çarpık ifadeyle dolu. Eskilerde üslup haysiyeti vardı ve bunu “üslubu beyan aynıyla insandır” vecizesiyle ölümsüzleştirmişlerdi.

Kelamın ruhuna sadık kalmayan bir yazar yeryüzünün en hunharca katliamlarını rahatlıkla işleyebilir. Zira kelam ok gibidir, bir defa yaydan çıktı mı geri dönüşü yoktur onun. Yazarlarımızın dil eğitiminde örnek bir mevkide bulunmaları gerekirken bazıları bir ilkokul talebesi kadar bile dil bilgisine vukufiyetleri yok. Kelimeler insicamsız, cümleler dağınık, paragraflar girift. Dili güzel kullanmak ve işlemek başlı başına bir eğitim meselesi. Yakın mazimiz, her birisi için lisan harikası diyebileceğimiz yüzlerce kitap, makale ve köşe yazılarıyla dolu. Süleyman Nazif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Tanpınar, Peyami Safa ve Necip Fazıl gibi usta kalemler bunlardan sadece birkaçı.

Günlük sıradan polemiklerin bile estetik bir seviyesi, bir kıvamı vardı. En sert tartışmalar dahi bu estetik zemin içinde cereyan ederdi. Bunu görmek için Fikret-Akif, Nazım-Peyami, Fazıl-Peyami arasında geçen polemiklere göz atmak yeterli. Yeri gelmişken güzel Türkçemizin en büyük kullanıcılarından biri, bekli de birincisi olan Cemil Meriç ile bazı çağdaşları arasında cereyan eden kalem muharebelerinin özellikle -Meriç canibinden- unutulmaz nesir harikaları olduğunu söylemeden geçmeyelim. Dili ustaca kullanmak, kelama hakkını vermek yaşayan faniler içinde çok az kişiye nasip olmuş yüksek bir paye.

Kelam bütünüyle haysiyettir” der “Mağaradakiler” yazarı. Almanya denince ilk akla gelen Goethe, İngiltere denince Shakespeare, Fransa denince Balzac, İspanya denince Cervantes, İran denince Hafız… Bunlar binlerce ordu, top ve tüfekten daha ziyade hizmet etmişler, hem kendi vatanlarına hem de bütün dünyaya. “Önce kelam vardı” diyor Kitab-ı Mukaddes. Tarihte neden ‘karanlık çağ’ diye bir devir var? Çünkü yazı yok, kelime yok, onun için “bütün hilkat kesilmiş lal.” Raskolnikof, Karamazov Baba, Jan Valjan, Alyoşa, Kral Odipus, Othello, Hamlet, Salaman, Samim, Tarık, Mümtaz ve Kara gibi simaların aramızda hâlâ yaşıyor olmalarının sırrı kelamın büyüsünden başka neyle izah edilebilir?

Kelime, ebediyete taşınmak, daha doğrusu bizatihi ebedileşmek için biricik vasıta. Büyük İskender’i yaşatan tarihçi değil mi? Sultanların nâmını gelecek nesillere aktaranlar vak’anüvistlerden başka kim olabilir? Sezar ve Neron neden hâlâ aramızda? Antik Yunan bütün sahte ihtişamını Heredot’a borçlu değil mi? Selçuklu gibi bir devletin tarih sahnesine çıkışını ve diğer serencamını kulağımıza fısıldayan Evliya Çelebi’den başkası mı? Devlet-i Aliye, Naima ve Hammer’den daha iyi ve daha sadık iki kapıkulu bulabilir mi? Hint’in mucidi Brahmanlar, Upanişatlar, Krişnalar değil, Romain Rolland.

Evet “Granit homurdanır, mermer gülümser, konuşan sadece kitap.” Ama hangi kitap? Her kitap kılığındaki kağıt nesneyi bu yüksek paye ile taltif etmek, diğer sanat eserlerine karşı en yumuşak tabirle haksızlık olmaz mı? Kitabın önceliği ve biricikliği inkar edilemez bir gerçek fakat bu öyle bir kitap olmalı ki yazıldığı dilin bütün sanatsal imkanlarını sonuna kadar zorlayan bir hassasiyet ve incelikle kaleme alınmış olsun ve aynı zamanda çağının yaşam ritmine, temposuna ve akışına tam bir ayna olabilsin. Bütün bu özellikleri ise “klasikler” seviyesine irtifa etmiş olan eserler dışında başka bir yerde bulabilmek çok zor, hatta imkansız.

Yerküre üzerinde hüküm sürmüş bütün saltanatlar gibi kitabın da saltanatı bâki değildir. Onun da yerini başka bir türün alması talihin süregelen garip cilvelerinden. Neydi peki kitabın asırlık saltanatına son verip onun tahtına oturan nev-zuhur şey? Tabiî ki sinema. Kadim zamanların “zeitgeist”i kitaptı, modern zamanların “zeitgeist”i ise sinema. İnsanlık, ilk zamanlar bütün sanatını görsellik üzerine inşâ etmişti, araya uzunca bir yazı evresi girdi, şimdilerde ise ilk başladığı noktaya tekrar geri dönüyor. Öyle anlaşılıyor ki Freud haklı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum