Keşif ve keramet

Çıplak olarak gönderilen insan için yer yüzeyinde dağılmış malzemeleri toplayıp, kendince kayıp parçaları yerleştirmesi beklenir.
Her sabah yeni bir yüzüyle yere dağılıp rızkını aramak budur.
Bütün bu acele, telaş, gerilim, hırs kayıp parçaları bulup kendince bir tasarımı gerçekleştirme arzusundan gelir.

Elbette bizler tek dünyalı değilizdir. Sadece dünya için yaratılmadığımız gibi sadece ahiret için de yaratılmamışızdır.
Dünyamızı da terakkiden ayrı tutamayız.
Bu nedenle bu büyük dünya telaşına biz de katılacağızdır.
Her iki dünya, aslında, bir insanın iki yüzünde saklıdır, biri birinin içinde, diğeri diğerinin ardındadır.

Allah’ın inşa suretindeki yaratmasının bir unsuru hale gelmenin ve O’ndan her icada bir ruh vermesini beklemenin heyecanı bizi dünyaya bağlar.
Bizim icat ettiğimiz şeyler, hakikat-i halde, Halîk-ı Külli Şey'in bir yaratma sürecinin keşfinden başka bir şey değildir.
‘Yapan sen değilsin, icad senin değildir’dir, ‘sen sadece seyircisin ve takipçisin’ i bulabilmektir.

Evrende, şeye ulaşmanın yolu onda kaybolmaktan geçecektir.
Bir anlamda ışıktan da hızlı bir süreçte beraber hareket etmek, sayısız denemeyle bir nevi marifete ulaşmayı, bir şekilde seyri sülûk ile şeyin gerçeğini kendinde dönüştürmeyi zamandan ve mekandan eğrilip bir ayrı uzayda ‘tabiata şakirtlik etmeyi’ gerektirecektir.

Bazen olur bu bağ o kadar yoğunlaşmıştır ki, artık sen kendini tutamazsın. Kendinden uzaklaşmışsın. Bediüzzaman'ın ‘ihlâsın kerameti’ dediği gibi bir durumdur.
Bir ‘şey’de yüksek ulaşma arzusu, bunu defalarca deneme sonunda insanın iradesinin elinden alınıp keramete ulaşmasını getirir.
Edison'un binlerce deneyinde olduğu gibi, keşifler de bu tarz büyük çabalamaların, tekrarların (bir zikir hali gibi) sonucunda, bir tür keramet halini içerir.
Son noktada artık kişi kendi iradesi elinden alınmış bir şekilde (elsiz, ayaksız) yürütülerek, tutularak eksikleri düzeltilip keşfe götürülmüştür.
Lisanı hal ile mutlak iradenin kapısının çalınması neticesi keşif kendisine verilmiştir.

Tarihte de çoğu keşif peygamberlerin velayet yönlerinin bir sonucudur denebilir.
Yusuf peygambere, Davut aleyhisselâma, İdris aleyhisselâma, Musa peygambere, Süleyman aleyhisselâma verilen mucizeler örnekliğindeki keşiflerin zuhuru gibi durumlar, fendeki yeni keşiflerin bir metodolojisi olarak insanlara vermesi yönüyle de düşünülebilir.
İnsanlara Kuran'ın bu yöndeki yol göstermesi ile keşfin bir keramet yönünü de hatırlatması olabilir.
Bugün hayatımızı kolaylaştıran birçok keşfin perde arkası bu tür süreçleri içinde barındırıyor, kendi ehli iman ya da ehli din olmasa da insanlar bu yollardan eşyanın hakikatine bir parça ulaşıp meyvelerini koparabiliyor. Kuranı Kerim'de de insanlar teşvik ediliyor, ‘sen de dene, yapabilirsin’ deniyor.

Allahın evrendeki âdetini öğrenip bir tür taklid ile Sünnetullah dergahına yüz sürmenin, çile çekmenin ardından bir himmet, yardım almanın mutluluğu tüm insanlara dağıtılacak bir hediye olarak getiriliyor, mesela uçakların geçişinden heyecanlanıp Bediüzzaman gibi 'nev'imle iftihar ediyorum' dedirtmesini netice verebiliyor.

Bununla birlikte, örneğin, elmayı gören (hayale düşüren), tasarlayan, akılla gereklerini birleştiren, tabiattan toplayarak hakikatine yaklaşan, bir büyük çabayla uzanıp yakalayan ve eline almasa da bir kısmını ısırıp tadını da alan ve diğer insanlarla paylaşabilen birinin, elmayı getiren sürece gösterdiği özeni ve 'fâni'liği, elmanın hakiki Sahibi'ni tanımada göstermezse, bu durum çıktığı yerde batmasıyla sonuçlanabilir, bu elma da bir zehirli, uyutucu elmaya dönüşebilir.

İmana ulaşmayan, dönüşmeyen keşif ve keramet bir (yalancı) sihirdir; ölüm gerçeğiyle yutulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum