Keşfeden

Keşfetmek kelimesinden doğan keşfeden kelimesi Risale-i Nur’un temel temalarından biri. Genellikle ilim adamlarının keşifleri, coğrafyacıların yeni dünyalar keşfetmesi de bu kelimenin alanına girer. Ancak mitolojide, dinde ve felsefede de bu kelime asırlar boyu kullanılmış.

Bediüzzaman da bu kelimeyi hem dini hem de felsefi olarak yer yer kullanmış, ona çok önem arzetmiş.

Otuzuncu söz isimli eseri “tılsım-ı kainatı keşfeden” şeklinde arzedilmiş. Tılsım bilinmesi ve bulunması zor olan bir anahtar ama insanlar bir şeyin tılsımını bulmak için büyük zihinsel gayret sarfederler. Çok zaman da yanılırlar. Çünkü tılsım tektir ama bulunanlar keşfedilenler çoktur. Yanılmalara neden olabilir.

Eski Yunanda bir kişi intihar eder, ölümden kurtulur. Kendisine neden intihar ettiği sorulur. O da alemde herşeyin düzenli bir şekilde yaratıldığını ve topyekün bir birlikteliğin olduğunu, insanın, varlıkların, tabiatın, mevsimlerin hep düzen içinde birbiri arkasından gittiğini, gelenlerin bir süre durduğunu sonra gittiğini, onu bu perdenin önündeki hakikatin arka planındaki öznenin, failin kim olduğunun ilgilendirdiğini, neden geliyorlar, neden gidiyorlar, bunlara kendini tatmin eden bir izah bulamadığı için bu soruların tacizi ile uğraşırken bir çözüme varamayınca intihar ettiğini söyler. Bir tiyatro eserinde dramaturg, bir sinemada rejisör perdedeki olayları perde arkasından bir maksada göre tanzim eder, olayların hangi maksada göre tanzim edildiğini seyirciler anlar. Ama anlamazlarsa buna absürd, saçma denir.

Önceden belirlenmiş bir telkin olmadan, hayatın, yer ve semanın ortasına bırakılan insan başını kaldırdığında ilk sorgulayacağı evren ve kendisidir. Bazı farklı insanlar hayatın anlamının anahtarını kendileri aramışlar, birşeyler söylemişler. Bu arama kainattan Halıkını sormak motifidir.

Bediüzaman bu yaratılışın ortasındaki insanın zihinsel araştırmasını yer yer örneklerle anlatır. iki arkadaş “acip bir aleme götürülmüşlerdir.” Birlikte diyaloglarla yaratılışın anlamını sorgularlar. Perdedeki olaylardan perdenin arkasındaki maksadı irdelerler. Bediüzzaman “şu alemi gayb perdesi arkasındaki” cümlesini de kullanır. Yaratılışı sorgulama Bediüzzaman’da o kadar etraflı ki bundan bir kitap çıkar. Filozofların bu konudaki fikirleri, izlenimleri ile anlatılsa daha da büyük bir eser olur.

“Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acip bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.
Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki, bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.

Şu acaip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki, bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız, işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.

O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: "Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz?

Ayetül Kübra’da da bu arama sorma motifini örneğini kullanır.

"Kainattan Halıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır. Dünya memleketine gelmiş, etrafına bakan eşya ve olaylardan ve nesnelerden muakele ile Halıkını sormaktadır.

Bu âyet-i muazzama gibi pek çok âyât-ı Kur'âniye, bu kâinat Hâlıkını bildirmek cihetinde, her vakit ve herkesin en çok hayretle bakıp zevk ile mütalâa ettiği en parlak bir sahife-i tevhid olan semâvâtı en başta zikretmelerinden, en başta ona başlamak muvafıktır.

Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârâne ve şevk -engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. "Bana bak, aradığını sana bildireceğim" der.“

Birinci metinde iki kişi konuşur, deliller getirirler gözlemlerden. İkinci metinden bir kişi var o da diyaloglarla konuşur, bazen de kendi kendine. Ama bu iki şahıs enenin yani bu sırları çözen benliğin mahiyetini anlamışlardır.

“Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana "ene" namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini onunla keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlâk bir muammâ ve açılması müşkül bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi kâinat dahi açılır.
Kainatın manası anlaşılamayan kapılarını açan insandaki bu benliktir. Ama onun da kapıları açacak eğitimi alması gereklidir. Yani alemin esrarı önceki insanın kendi anahtarının sırlarını bilmekle mümkündür. Filozoflar enenin mahiyetini bilemediklerinden sırları da çözememişlerdir.

“Birşeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman, yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh, Avrupa feylesofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikinden pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-i İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm; nefsülemir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh, şimşek, buhar gibi fennî meseleleri keşfeden feylesoflar, Hakk'ın esrarını, Kur'ân nurlarını da keşfedebilirler diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz ise kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet, o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür” Çok şeyleri maddi alemde keşfetmişlerdir ama insanın ve evrenin anlamını Allah’ın vücubiyetini anlamamışlardır.

Ancak bu sırları sadık ilhamlar, gaybi hatıralar, yakin itikadlar çözebilir.

“Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne…“

Bu sırları keşfeden ve insanlara açan Hazreti Peygamberdir (asm). Tılsımı, muammayı ve sırları ancak O keşfetmiş ve insanlara da keşfetmeyi öğretmiştir. Çünkü o muallim-i ekber yani en büyük öğretici öğretmendir.

”Elbette ve herhalde, o gaybî Zâtın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammâsını hall ve keşfeden ve daima o Hâlıkının namına hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşîdenilen bu zât (a.s.m.) olacak.
Arkadaş! O hutbe-i ezeliyeyi okuyan zât, kâinatın kemâlâtını keşfeden canlı bir güneştir; saadet-i ebediyeyi ihbar ve tebşir ediyor.”
 

Alemin esrarını çözecek sırları Hira’da mağarada gaybi alemden bekleyen Peygamberimiz (asm) oradan kendisine gelen vahiy ile sırları, tılsımları keşfetmiş ve insanlara açmıştır.

“Şimdi, madem şu insanlar içinde, şu kâinat Sâniinin makàsıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kâinat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammâsını açan ve rububiyetin mehâsin-i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır…” muammayı açan, dellallık eden, keşfeden vasıflarına o sahiptir.

Risale-i Nur da bütün bu çok yönlü sırları çözen eserleri ihtiva etmektedir. İnsanın yeryüzüne ayak bastığından beri onu hayrete düşüren bu sırları Bediüzzaman büyük bir maharetle felsefi-dini-ilmi eserleri ile herkesin gideceği yol haline getirmiştir.

“Evet, şu tılsım-ı kâinatın muğlâkını keşfeden ve mevcudatın nereden nereye ve ne olacaklarının tılsımını açan Risale-i Nur'un eczalarından Yirmi Dokuzuncu Söz ve tahavvülât-ı zerratın muammâsını keşfeden Otuzuncu Söz ve kâinatta mütemadiyen fena ve zeval içindeki faaliyet ve hallâkıyet-i umumîye tılsım-ı acîbini hal ve keşfeden Yirmi Dördüncü Mektup ve tevhidin en derin ve en mühim muammasını keşf ve hal ve izah eden ve haşr-i beşerî bir sinek ihyası kadar kolay olduğunu ispat eden Yirminci Mektup ve tabiatperestlerin fikr-i küfrîlerini esasıyla bozan ve tahripeden Tabiat Risalesi namındaki Yirmi Üçüncü Lem'a gibi Risale-i Nur'un çok cüzleri var.“

“Evet, dinin, şeriatın ve Kur'ân'ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammâlarını hal ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Mirac ve haşr-i cismânî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur'ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette küre-i arzı ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur'âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.”

İşte bu kadim problemi sırları keşfetme konusun vuzuha kavuşturan Peygamberimizdir (asm). Bu asırda da davasının en büyük müdafii Bediüzzaman ve eserleridir. Felsefe çıkmazdan ancak onunla kurtulabilir ama gururundan vazgeçebilse. Önceki yüzyıllarda da Şahı Nakşibendi ve Gavs-ı Azam gibi büyük zatlar da bu sırları çözmüşler ve insanlara sunmuşlardır.

Bu zatlar Risale-i Nur’un bu keşfetme başarısını da keşfetmişlerdir eserlerinde. ”Şâh-ı Nakşibend, Gavs-ı Âzam gibi Risale-i Nur'u ve kudsî hizmetini keşfen müşahede edip tahsinkârâne haber vererek ona işaretler ediyor.” 

İnsanlık tarihinde insanı hayrete iten ve çözümsüzlük vadisinde heba eden bu büyük sorun Onun (asm) sayesinde net olarak ortaya konmuştur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum