Kayıp Ruhlar Kıraathanesi

Kayıp Ruhlar Kıraathanesi

Mustafa ORAL, Recep Şükrü Güngör'ün "Kayıp Ruhlar Kıraathanesi" isimli kitabını değerlendirdi.

Hece Öykü, Yedi İklim, Yağmur gibi dergilerde hikayeler yayımlayan Recep Şükrü Güngör bunları "Yüreğimin Mevsimi" "Hüsn ile Aşk" "Âdem ile Havva" "Yas Ayini" ve "Can Ağrısı" kitaplarında toplamıştı. Güngör kısa bir süre önce  çıkan "Kayıp Ruhlar Kıraathanesi" kitabı ile tekrar okurunun karşısına çıktı.

19 hikayeden oluşan "Kayıp Ruhlar Kıraathanesi"nde Güngör söze şiir ile başlıyor: "bende kıyamet öyle bilindiği gibi kopmuyor / bende kıyamet ahmet / bende kıyamet otuz iki dişimden başlıyor kopmaya..." (Cafer Keklikçi)

Gerek bu kitaptan, gerekse daha önceki kitaplarından rahatlıkla anlaşılıyor ki Güngör'ü usul, üslup ve esas (tema/konu) itibariyle birine çok yakın görmek, biri ile açıklamak, tanımlamak zor görünüyor. Hikayelerinde hayattan gelen, yaşanmışlık hissi veren güçlü bir ses var. Şarki dil ve kültür öğeleri çok fazla kullanıyor. Bunun izlerini "Çekiç Ayranı" ve "Bahçedeki ev"de görmek mümkün. Bu yanı ile Mustafa Kutlu'ya çok yakın duruyor.

Bazı hikayelerinde hayattan gelen bu seslerin usta işi bir kurguyla sağlam bir felsefi ve tasavvufi dile dönüştürüldüğünü görüyoruz. Bu minvaldeki "Camgöbeği yeşili" ve "Kayıp ruhlar kıraathanesi" gibi hikayeler Rasim Özdenören'i hatırlatıyor.

Güngör'ün hikayelerinde çoğu kere ses Mustafa Kutlu ile Rasim Özdenören arasında bir yerde duruyor. Açık, sade, yalıtılmış ve akıcı bir dil.  Şarki, tasavvufi ve felsefi bir dil ile hikmet ve ahengi dengede tutan bir hal dili. Bununla beraber "Camgöbeği yeşili", "Kayıp ruhlar kıraathanesi" "Düğün" "Yangın yeri" gibi hikayelerde bilinçaltı akışı tekniklerinin kullanılması Sadık Yalsızuçanlar'ı akla getiriyor.

Güngör hayatın içinde, meselesi olan bir yazar. Meselesi olan her yazar gibi elbette mesaj kaygısı taşıyor.  Mesaj kaygısı olan bir insan için "yazar"lığından çok "yaşar"lığından söz etmek gerekir. Değil mi ki  insan gerçeğin en kamil yaşayıcısı ve  taşıyıcısıdır. Değil mi ki bir yazarın en büyük meselesi insanı insan yapan değerlere vurgu yaparak insanın  "insan" olması" ve "insan kalması" için öneriler sunmasıdır. Güngör bir insanın insan olması ve insan kalması için neler yapılması gerektiğini ve neler yapılabileceğini sırtını dayadığı geleneksel mirasa atıflar yaparak başarılı bir şekilde gösteriyor.

Güngör daha çok "olay" hikayeleri ile ön plana çıkıyor. Bundan dolayı hikayedeki mekan, zaman ve kahramanlar çok tanıdık geliyor okuyucuya. Daha önceki hikayelerinde Kahramanmaraş, Sivas, İstanbul başlıca mekanları temsil ediyordu. Bu kitaptaki hikayelerin mekanı umumiyetle Adapazarı. (Nadiren Ankara ve Adana ile kasaba ve köy). Bütün kitaplarında olduğu gibi, bu kitabında da  geçmişteki değerlere duyulan özlem sık sık dile getiriliyor. Hikayelerde geçen ayakkabı tamircisi, baharatçı, Hızırtepe, Camili, Erenler gibi yerler ile buralarda gezinen Ali Usta, Serdivan'da asrın hikayesini yazan hal ehli zat gibi kişiler geçmişin hikmet dolu dünyasına gönderme yapmak için seçilmiş yerler ve kişiler.

Bu gün çoğumuz şehir ile kent ibarelerini birbiri yerine kullanıyoruz. Halbuki arasında büyük bir uçurum var. Şehir kültürün ve medeniyetin nesilden nesile aktarıldığı canlı bir organizmadır. Şehrin ruhu vardır; içinde yaşayan insanlara hayat verir. Şehrin bir kutsallığı vardır. Kent, insan enaniyetinin teknoloji ve görsellikle süslendiği çokça "nefs" kokan bir put mabedidir. Nitelik itibariyle aynı acze sahip güçlerin mücadele ettiği bir arenadır. Gerçeği söylemek gerekirse günümüzde kentleşme şehirleşmeye galip gelmiştir. Yine de kentin bazı yerlerinde "şehir" hayatı yaşanabilmektedir. Güngör Adapazarı merkezli hikayelerinde işte bu modern insanın çıkmazına işaret eden kentten arta kalan "şehir" hayatını anlatıyor. İnsanları kentten şehre çağırıyor.
Recep Şükrü Güngör'ün öykülerinde dikkat çeken  bir başka unsur da görsellik. Gerek kişiler, gerekse mekanlar öyle canlı ve ayrıntılı ki, sözler fotoğraf karesi gibi gözünüzün önünden geçiyor. Çiçekler, ağaçlar, dükkanlar, camiler, insanlar anlatılırken gündelik, cari dil yöresel söyleyişlerle destekleniyor. Bu durum görüntüyü bir tarafıyla netleştirirken, bir tarafıyla da çağrışıma açık bir hale getiriyor. İyi bir hikaye için de bu gerekli değil mi zaten?

Zeyl: Güngör Kayıp Ruhlar Kıraathanesi'nde  dünyamızda gün geçtikçe sayıları azalan, ahirzamanın/postmodern zamanın kıyıya çalmaya çalıştığı, hayatları hikmet ve ahenkle örülü, geniş gönüllü insanların engin dünyasını bize taşıyor. Bize düşen de onların dünyasının içimizde yer etmesini sağlayan insan ve kainat okumaları yapmak.
 
Milli Gazete