Kayıp Kuşağa Mektuplar-15

Kayıp Kuşağa Mektuplar-15

Yusuf TOSUN'un yazısı...

“Her kitap, tılsımlı bir saray. Kapıları ilk gelene açılmaz. Yalnız Numa’ya görünmüş Egeria. Beatrice, Dante için Beatrice. Kitaplar, kadınlara; kadınlar şehirlere benzer. Paris, Londra veya Madrid... herhangi bir dişi kadar muhteşem, herhangi bir dişi kadar alelade. İnsan şehriyle biner trene; şehri, yani zaafları, alışkanlıkları, zilletleriyle. Her kitapta kendimizi okuruz. Kendimizle yatarız her kadında.   Kitaplar, kadınlar, şehirler,  metruk kervansaraylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün.”
     (Cemil MERİÇ, Bu Ülke)

Sevgili Dost,

Şu sıra yoğun bir kitap sezonu başladı. En çok da Eylül-Ekim- Kasım ayları kitapla özdeşleşmiş aylar sanki. Kitap fuarları, konferanslar, seminerler, kitap üzerine konuşmalar bu mevsimin en önemli gündemleri arasında yer alıyor. Ve en önemlisi; her kitap mevsimi geldiğinde sen gelirsin aklıma. Kitaba olan tutkunluğun ve merakın hayalimde canlanır. Her başladığın kitap bitmeden elinden düşmez, didik didik altını çizerdin. Okuduğun kitabı bizlerle paylaşır, bilgilendirir, mütalaa ederdin. Unutamıyorum o gizemli atmosferi.

Sevgili Dost,

Bilmem basın, yayın, kitap, dergi merakın hala devam ediyor mu? Radyo ve haber tutkunu ise hala unutamıyorum. Bir zamanlar saat başı haberleri, İran’ın sesli radyosunu, BBC Türkçe yayınlarını hiç kaçırmadığını iyi hatırlıyorum. Hem de reklam anonslarına varıncaya kadar. Aldığımız gazeteyi baştan sona kitap okur gibi okurduk o dönemde. Aylık, haftalık dergileri de aynı şekilde... Haftada en az bir kitap okumak da işin cabası. Okumakla yetinmez, altını çize çize not alırdık. Daha sonra da bir bir aldığımız notları birlikte mütalaa ederdik. Kayda geçen her söz bizim için önemliydi çünkü. Yutarcasına okur, adeta ezberlerdik. Her nedense tercüme kitaplar daha çok ilgimizi çekerdi. En çok da İranlı, Mısırlı, Suriyeli, Lübnanlı... yazarların eserleri dikkatimizi çekerdi.

Sevgili Dost;

Seni bilmem ama benim kitap tutkum hala devam ediyor. Belki de, o günlerden arta kalan tek kazanımım. Ancak birçok dostun yıllardır tek bir kitap eline almadıklarına da şahidim. Kitap, okumak, yazmak üzerine çokça düşündüm. Okumayı, yazmayı kendimce sorgulamaya çalıştım. Okuma ve yazmanın arka planını irdeleyerek okuma-yazma arasındaki bağı çözümlemeye çalıştım kendimce. Okuma-yazma ile ilgili birçok makale yazarak kitaplaştırdım.

Aziz Dost,

Amacım çalışmalarımdan bahisle seni rahatsız etmek değil şüphesiz. Kendimce, kuşağım adına bir durum değerlendirmesi/tespiti yapmaya çalışıyorum. Ancak bütün bu değerlendirmelerin neticesinde; kitabın hayatımızdan yavaş yavaş çekilmeye başladığını müşahede ettim. Çünkü istatistikler de açıkça gösteriyor ki, kitap okuma oranımız çok düşük. Okumaktan çok, seyretmeye daha yatkın bir toplumuz. Kitap-kahvehane sayısı yan yana geldiğinde hal-i pür melalimiz kendiliğinden ortay çıkıyor zaten. Gençliğin büyük bir kesiminin ilgi odağı, eğlence, İnternet, Chat...v.s.... Yeme, içme ve eğlenme kültürümüz baştan çıkartıcı boyutlara ulaştı. Bu nedenledir ki, konuşulan gündemler de incir çekirdeğini doldurmuyor.

Sevgili Dost, 

Aslında sana geçmişte uyguladığımız kitap okuma  yöntemimizdeki bir takım olumsuzluklardan bahsetmeyi düşünüyordum. Ama konu okumaya gelince, kendimi alamadım. İşin doğrusu  kitap okumuyoruz ki, kitap okuma yöntemini tartışalım? Ya da öyle bir noktaya geldik ki; “yeter ki kitap okunsun, yöntemi önemli değil,” deyivermeye başladık. Ama olsun, ben gene de sesli düşündüğüm birkaç hususu seninle paylaşarak, tarihin tozlu raflarına bırakmak istiyorum. Ola ki bir gün istifade edile...

Sevgili Dost,

Hala çözümleyemediğim birinci husus; okumalarımızın tek tip olmasıydı. Yani çokça birbirinin tekrarı kitaplar okuduk. Aynı kavram ve gündemleri farklı ama sonuçta aynı şekilde ele alan kitapları devirdik.  Yıllarca bıkmadan, usanmadan aynı şeyleri okudukça okuduk. Öyle ki, aynı kitap farklı bir isim ve kapakla basılsa bile, biz yeni bir kitap basılmış gibi yeniden okurduk o kitabı. Ama işin tuhaf tarafı, bu yeni okuma bize yine de zevk verirdi.

Acizane itiraf etmeliyim ki; bir süre sonra bu okumalar bana bıkkınlık vermeye başladı ve bilinçaltımda o okunan kitaplara karşı bir antipatim oluştu. Uzun bir süre o hararetle okuduğum kitapları ne okumak, ne de görmek içimden gelmedi. Kapaklar, kelimeler, isimler bana itici gelmeye başladı. Kitaplarla ilgili benzer sendromu başka dostların da yaşadığına çokça şahit oldum. Hatta daha kötü bir şekilde... Bir zamanlar tutkuyla bağrına bastırdıkları o kitapları sobaya tutuşturanlardan tutun da, bodrumlarda çürümeye terk edenlere varıncaya kadar birçok dosta rastladım. Peki sonuç.. Sonuç apaçık ortada aziz dostum. Bu şekilde yığınlarca insanın kitapla bağı koptu ve hala da o kopukluk devam ediyor.

Sevgili Dost,

Geçmişe dönük okumalara yönelttiğim bir başka özeleştiri de; okumalarımızın anlamadan yoksun olmasıydı. Yani nitelikli bir okumadan uzaktık. Okumalarımızın çoğunun ezberleme tarzı olduğunu düşünüyorum. Okuldaki eğitim zaten bize böyle ezberlemeye dayalı bir okuma yöntemi aşılamıştı. Dolayısıyla; biz okumalarımızda nicelik olarak ileri, ancak nitelik olarak geride seyrettik. Bu nedenle, okuduklarımızı yeterince sindiremediğimizi, sindiremediğimiz için de bir süre sonra okumada tıkandığımızı düşünüyorum. Okumadaki bu tıkanıklık haliyle eyleme de yansıdı. Anlayarak okuma yapanları ise imalat hatası olarak gördük ve düşüncelerini tasvip etmedik.

Sevgili Dost,

Hala aklımın ermediği bir husus da; çok kısa bir sürede aynı kitapların yurdun değişik köşelerinde bir anda bitivermesi idi. Türkiye gibi henüz gelişmekte olan bir ülkede basın-yayın faaliyetlerinin bu kadar hızlı ve etkileyici bir şekilde tırmanması çok şaşırtıcı değil mi? Aynı kitap veya kitapların bir anda yurdun en ücra köşelerinde okunduğunu üniversitede okuduğum yıllarda fark ettim ve kafamda kocaman bir soru işareti beliriverdi.

Değerli Dost,

Seni biraz bugünden geçmişe yolculuğu çıkartıp kendi gerçeğimizle yüzleştirdiğim için kusura bakma. Umarım hala içinde uyuyan o dev canlıdır. İşte amacım; uyuyan o devi usulce uyandırmak. Bu nedenle de, son zamanlarda hayatımızdan çekilmeye başlayan kitaba, okumaya, yazmaya yeniden vurgu yapmak istedim. Geçmişten tecrübeyle, daha verimli okumalar yapabileceğimizi düşündüm. En başta kendimizi yeni bir okumaya tabi tutarak geleceğe yol haritası çıkarmamız gerekiyor. 
Bol kitaplı günleri yeniden usulüne uygun yakalamamız ve yaşamamız dileğiyle...
Sağlıcakla kal…