Kastamonu Lahikası Düsturları - 12 (2)

Risale-i Nur’a sahib olmak (2)

Kastamonu Lahikasının düsturları ile ilgili parçalar elbette Emirdağ Lahikasında da yerini almıştır. Hatta içtimai hayata ve geniş dairelere dair Emirdağ Lahikasında daha çok düstur vardır. Çünkü bu mektubların yazılma zamanında daire çok genişlemiş ve Üstadı bizzat görüp hizmet tarzını fiilen görmemiş çok talebeler de daireye dahil olmuşlardır ve dairenin genişlemesi ile sualler de çeşitlenmiştir. Kastamonu Lahikası daha ziyade hizmet içi eğitimi gibiyken Emirdağ Lahikasında toplumun farklı kesimlerine de mesajlar yer almaktadır. Hizmetin geniş daireler ile ne kadar ve ne için alakadar olacağının sınırları da çizilmiştir.

Emirdağ Lahikasında Risale-i Nur’un sahipliği ile ilgili parçalara bakalım:

Bediüzzaman Konya şehrindeki medrese âlimlerinin Risalelere sahip çıkmasından duyduğu memnuniyeti böyle ifade etmektedir: “Isparta kahramanları gibi, Konya’nın mübarek alimleri Risale-i Nur’a sahib çıktıklarından, daha dünyaca, vazife-i Nuriyeye bir endişem kalmadı. O mübarek ve kuvvetli ellere Risale-i Nur’u emanet edip rahat-ı kalb ile kabrime girebilirim[i].” “Evet Risale-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikata yol açmış. Hakiki sahibleri ve taraftarları medreseden çıkan hocalar olduğuna binaen, umum Anadolu’nun eskiden beri parlak ve faal bir medresesi Konya şehri olduğundan o mübarek medresenin şakirdleri kendi malları olan Risale-i Nur’a sahib çıkmağa ve sarılmağa başladığını Sabri’nin mektubundan anladım ve buraya, Konya’ya yakın geldiğime ruh u canımla memnun olup bana gelen bütün sıkıntılara sürur ile mukabele edip tahammül ediyorum[ii].”

Denizli’nin Risale-i Nur’a sahip çıkmasından Bediüzzaman o kadar memnun olmuştur ki kalan ömrünü onların hapishanesinde geçirmekten sevinç duyacağını bildirmiştir: “Ben Denizli gibi, az bir zamanda bize ve Risale-i Nur’a metin kahraman sahibleri ve kardeşleri verdiği için, elimden gelse, kemal-i sürur ve sevinçle onların mübarek hapishanesinde bakiyye-i ömrümü geçirmek istiyorum[iii].”

Bediüzzaman, Diyanet Riyasetinin Risalelere sahip çıkmasını da önemsemiş ve Mustafa Sungur eli ile Ahmed Hamdi Akseki’ye mektublar göndermiştir. Bunlardan iki numune: “sizin daire-i ilmiyeniz ve riyasetiniz, her şeyden evvel bu vazife-i diniye ve ilmiyeyi yapmanızı iktiza ediyor. Ben bu son zehirlendiğim zamanda öleceğimi düşündükçe, “Benim bedelime Ahmed Hamdi Nurlara sahib çıkacak” diye kalbim ferahlanıyordu, teselli buluyordum[iv].” “Hükümetin erkanlarından bekliyordum ki, bazıları bu eserlere sahib çıksın. Çünkü ben, ölmek üzereyim; hem elim bağlı, sahip olamıyorum. İnşallah, Ahmed Hamdi gibi dindar, muktedir zâtlar benim bedelime sahip çıkacaklarına ümidle müteselli oluyorum[v].” Yine Bediüzzaman, Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri hitabı ile yazdığı bir mektubunda da kendisine “Nurlara benim bedelime hakiki sahib ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek, üç sene evvel mükemmel bir takım Risale-i Nur’u size vermek niyet etmiştim[vi]” demiştir ve gönderdiği Risalelerin manevi bedelini üç madde ile kendisine bildirmiştir.

Bediüzzaman, Hasan Feyzi gibi Risale-i Nur’a ciddi sahib olanların vefatlarından sonra onlara bedel onlar gibi çokların Risalelere sahip çıkacaklarını haber vermiştir: “Cenab-ı Hak, inşallah Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahib ve naşir çıkaracak. Bir dane toprak altına girer vefat eder; fakat yüz tane sümbülünde meydana geldiği gibi; rahmet-i İlahiyeden ümidvarız ki, Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sümbül verecek. Çok Hasan Feyzi’ler Nur dairesinde yetişecekler, vazifesini daha ziyade yapacaklar[vii].”

Bediüzzaman, biraderzadeleri ve Nurun hizmetkarlarından Abdurrahman ve Fuad yerinde Risalelere sahip çıkan bazı talebeleri de zikretmektedir: “O küçük Abdurrahmanlar ise: Mustafa Oruç, Konya’lı Ziya ve Sabri’nin mahdumu Feyzi ve Bahaeddin, Abdurrahîm ve Kastamonu’lu Ömer ve Aziz ve Şükrü ve Sabri gibi ciddi genç Nurcular Nurlara sahib olmaları, merhum biraderzadem Abdurrahman ve Fuad yeniden on tane olarak dünyaya gelip vazife-i Nuriyeye başlaması gibi beni hem sevindirdi, hem hastalığımı da hafifleştirdi[viii].”

Bediüzzaman mekteb ve medrese ehlinin yanında tekke ehli olan ehl-i tarikatin de Risalelere sahip çıkmalarını elzem görmüştür: “Nurlar, mektebleri tam nurlandırmağa başladı. Mekteb şakirdlerini medrese talebelerinden ziyade nurlara sahib ve naşir ve şakird eyledi. İnşallah medrese ehli yavaş yavaş hakiki malları ve medrese mahsulü olan Nurlara sahib çıkacaklar. Şimdi de çok müftülerden ve çok ulemalardan Nurlara karşı çok iştiyak görülüyor ve istiyorlar. Şimdi en mühim tekyeler ehli, ehl-i tarikattır. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandırmaları ve sahib çıkmaları lâzım ve elzemdir[ix].” Haşiye: işte mühim bir numunesi: Seydişehirli Hacı Abdullah’ın bütün mensubları, hem Kastamonu’da, hem Isparta’da hem Eskişehir’de Risale-i Nur dairesini kendi tarikat daireleri telakki etmişler ki, onlardan Nurlara rastlayanlar, takdirkarane sahib çıkıyorlar. Onlara bin Barekallah.

Bediüzzaman, üniversitelerin Risalelere sahip çıkmasının ise böyle değerlendirmektedir: “…Üniversitelilerin Nurlara sahib çıkmaları; bütün Nurcuları sevindirdiği gibi, ileride inşallah âlem-i İslam’ı da sevindirecek[x].” “Bu vatan ve milletin istikbalinin fedakar genç üniversite talebelerine ve maarif dairesine arzedip bu meselede muvaffakiyete mazhar olan Tevfik İleri’nin bu bîçare Said’e bedel Risale-i Nur’a himayetkarane sahib çıkmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyorum[xi]

Bediüzzaman, âlem-i İslamın büyük medresesi olarak tabi ettiği Cami-ül Ezher’e vakfettiği Risalelerle ilgili olarak da bunları beyan etmiştir: “Ben de Cami-ül Ezher’e hediye-i vakfiyem olarak on bir tane hususi mecmualarımı o zât vasitasıtla Âlem-i İslamın büyük bir medresesi olan ve o âlimin ihbariyle şimdi yirmi yedi bin talebesi bulunan Cami-ül Ezher’e hediye olarak o zâta verdik. Hem dedik: Başta Mustafa Sabri ve Ali Rıza ve Mehmed Zahid Kevserî olarak Nur mecmualarına benim bedelime sahib ve hâmi ve vâris olsunlar ve Arabî’ye tercümeye çalışsınlar, dedik[xii].”

Bediüzzaman, Urfa’nın Risalelere sahip çıkmasına da konumu itibariyle ayrı bir önem vermiştir: “Ben çok zaman evvel bekliyordum ki, Urfa tarafında Nurlara karşı kuvvetli eller sahib olmaya çıksın. Çünkü orası hem Anadolu’nun hem Arabistan’ın hem Kürdistan’ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse, o üç memlekette intişarına vesile olur. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki, Seyyid Salih gibi gençliğin bir kahramanı ve o havalinin çok kıymettar ve hamiyetkar ve dindar iki milletvekili Nurlara sahib çıkmağa başladılar[xiii].”

Bediüzzaman, vefatından sonra hizmetin devamı ile çok ilgilidir ve pek çok mektublarında bundan bahsetmiştir işte ikisi Emirdağ Lahikasından ve biri Mektubat mecmuasından olmak üzere üç misali: “…Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim. Hem bu aynı hengamlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirtler bu dehşetli zamanda benim bedelime o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle bir sahabetkârane ve iltizamperverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar. [xiv]” “Risale-i Nur’un hıfz ve neşrine ve sahabet ve himayetine çalışmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz şükür olsun ki, bir bîçare ihtiyar Said yerinde çok genç Said’ler o vazifeyi yapıyorlar. Hususan Hüsrev’ler, Feyzi’ler, Ahmed’ler, Mehmed’ler, biraderzadem gibi çok Abdurrahman’lar ve hâkeza Hâfiz Ali’yi kabrinde mesrur-u müferrah ettikleri gibi, inşallah kabrimde de öyle mesrur edecekler[xv].” “Zahirî bir sene ömrü, şehadet vasıtasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek; benim gibilerin en âli bir maksadı, bir gayesi olur. Amma hizmet ise, felillahilhamd hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede Cenab-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki; vefatım ile, o hizmet bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölüm vesilesiyle susturulsa; pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hatta diyebilirim: nasıl bir tane toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel, yüz tane vazife başına geçer. Öyle de; mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum. [xvi]

Risale-i Nur’un sahipliği hiçbir zaman inhisar altına alan bir sahiplik olmamıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur ile bütün mü’minleri kuşatmıştır. Risale-i Nur’un talebeleri imanın cereyanından başka bir cereyana tâbi olmamışlardır. Ve Risale-i Nur’un karşısında olan tek cereyan da küfürdür: “Nur şâkirtleri hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-i umumidir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde mü’minlerin uhuvveti esastır[xvii].”

Bediüzzaman yine Emirdağ Lahikasında “Şimdi ise Risale-i Nur’a âlem-i İslam sahib çıktı. [xviii]” demektedir.

Bediüzzaman, sağlığında iken Risalelere talebeleri varis yapmasının hikmetini böyle ifade etmiştir: “Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek mânevî malımı ve hukukumu size vermeye ve ‘ölmeden evvel ölünüz’ sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmaya dair bir Nur şakirdi sordu ki: "Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşaallah öyle kalacaksınız. "

Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakikî ve hakikatli vârislerin eline bu malım geçse, dünya malı gibi bir derece taksim olur; derecesine göre herbirisi maldan bir kısmına hakikî malik olur, umumuna mâlik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse; emvâl-i uhrevî gibi, herbirisi umum o mala, o nur lâmbasına derecesine göre mâlik sayılır. Herbirisi küçük birer Said olur; bir nöbetçi yerine, binler nöbetçiler olur. Said'in, irsiyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur.

Meselâ o emvâl, emvâl-i Nuriye, faraza bir hazine kadar olsa, binler Nurculara tevziatta, taksimatta yirmişer, yüzer altın düşebilir. Fakat vefat etmeden onları onlara vermek, bir sırr-ı azîme binaen, herbirine istidadına göre, haslara bir milyon birden düşebilir. Bu sırrın bir sırrı var, şimdi izah edemem[xix].”

Hitam-ül misk niyetine Hasan Feyzi Ağabey’in mektubundan bir parça: “Risale-i Nur’a sahib olanlarda hırs ve hiddet zevale yüz tutar, zulmet ve şehvet erir. Cehalet ve şekavet ateşi söner. Tabiat uykusu azalır, gaflet uykusu kalkar. Kara ve çirkin, bozuk ve uyuşuk kanlar düzelir. Nefes ve kalb işler. Kan boruları birer mecra-i Nur olur. Hubb-u dünya ve meyl-i masiva kalmaz. “ene” ve “ente” gider. Yetmiş bin diye söylenen perdeler kalkmağa ve “varlık dağı” delinmeğe başlar. İrciii ila rabbike den sesler gelir. Vuslat yolu açılır. Misk-ü amber saçılır. Fedhuli fi ibadii ile memur, vedhuli cenneti nişanı ile me’cur olur[xx].”

 

[i] Emirdağ lahikası – I, 77. Mektub(erisale), s.129 (Envar Neşriyat)

[ii] Emirdağ lahikası – I, 77. Mektub, s.129

[iii] Emirdağ Lahikası – I, 31.mektub, s.59

[iv] Emirdağ Lahikası – II , s.7

[v] Emirdağ lahikası – I, s.247

[vi] Emirdağ lahikası – II, s. 10

[vii] Emirdağ Lahikası – I, s.185

[viii] Emirdağ Lahikası – I, s.192

[ix] Emirdağ Lahikası – II, s.54

[x] Emirdağ Lahikası -  II, s.55

[xi] Emirdağ lahikası II, s.184

[xii] Emirdağ Lahikası  II, s.59

[xiii] Emirdağ Lahikası II, s.188

[xiv] Emirdağ lahikası I, 85. mektub s.141

[xv] Emirdağ Lahikası I, 69. mektub s.110 - 111

[xvi] Mektubat s.424 (Dördüncü Desise-i Şeytaniye)

[xvii] Emirdağ Lahikası –I, 132.mektub s.180

[xviii] Emirdağ Lahikası  II, s.146

[xix] Emirdağ Lahikası I, 161. mektub s.216

[xx] Sikke-i Tasdik-i Gaybi  s.214-215 (Ayet-ül Kübra s .254 RNK)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum