Kastamonu lahika düsturları 35: Maişet derdi ile hizmeti aksatmamak

Bediüzzaman, Kur’an hizmetinden alıkoyabilecek mânilere karşı talebeleri dâima ikaz etmektedir. Bu mânilerin en mühimlerinden biri de maişet derdidir. Geçim telaşesi ile Kur’an hizmetine vakit bulamamak, hem talebelerin istifadesine mani olmakta hem de neşir hizmetinin devamlılığını aksatmaktadır. Geçim derdi ile Risale-i Nur’un hizmetini aksatan bir talebe için Bediüzzaman “demek onu da derd-i maişet bağlamış” ifadesini kullanmıştır. İnsan ruhunu sersemleten ve sarhoşluk veren derd-i maişet için Bediüzzaman müskirât-ı maneviye ve dehşetli bela gibi tabirler kullanmıştır. Geçim derdi insanları manen öyle sarhoş eder ki fani olan dünya hayatını ebedî olan ahiret hayatına tercih ettirir. Maalesef pek çok insan mukaddes değerlerini dünya menfaati için feda etmektedir. Bu mektubların yazıldığı zamandaki gibi bu zamanda da aynı hal devam etmektedir.

Halbuki îman ve Kur’an hizmetinde bulunmak (bu vazifeyi ifa edenlerin şehadetiyle) rızıkta bereket ve maişette suhulet vesilesidir. Yani; Kur’an hizmetinde çalışmak rızıkta noksaniyete değil tezyide sebebiyet verir.

Bediüzzaman, geçimini temin etmek için çalışmaktan Risale-i Nur’un hizmetine vakit bulamadığını söyleyen talebeleri böyle ikaz etmiştir:

“Risale-i Nur'un bir talebesi, Risale-i Nur'a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur'a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünkü bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki, Risale-i Nur'a çalıştıkça, yaşamakta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette suhulet görüyoruz.” [i]

Risale-i Nur talebelerinden Emin, Risale-i Nur’a çalıştığı zamanlarda diğer talebeler gibi rızkında bereket ve suhulet gördüğünün delilini mektubunda böyle ifade etmiştir:

“Ezcümle ben kendim—yani Emin—itiraf ediyorum ki, Risaletü'n-Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risaletü'n-Nur dairesine girdim; beş seneden beri üç dört ay kadar çalıştığım halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes'ut bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risaletü'n-Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şüphem yoktur.” [ii] Kendisinin yanında bulunan diğer talebeler de onun bu hâline şahitlik etmişlerdir.

Bediüzzaman çok kereler kendi hayatında da Risale-i Nura çalıştığı vakitler rızkında genişlik görür. Bunlardan bazılarına mektublarında yer verir tâ ki talebeler de bu hususta mutmain olsunlar. Bunlardan iki numune:

“Ben, pek kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatim gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki, Risale-i Nur'un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı hâleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, "Biz de hissediyoruz" derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıdayla yaşadığımın sırrı, o bereket imiş. Hem, İmam-ı Şâfiî'den (r.a.) rivayet var ki: "Hâlis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim" demiş. "Çünkü rızıklarında vüs'at ve bereket olur.” Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirtleri bu zamanda tam liyakat göstermişler. Elbette, şimdiki açlık ve kaht'a mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.” [iii]

“Hapishanede bir tek ekmek, sekiz ve bazan on gün bana kâfi geldiği gibi, burada da aynen o tarzda yaşıyordum. Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iştahsızlığıma veriyorduk. Halbuki, çok emârelerle kat'iyen anladık ki, o acip hal bereket neticesiymiş. Birkaç defa sekiz günde bana kâfi gelen bir ekmeği, aynı iştahla çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman iki günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek, bu on altı, on yedi seneden beri benim mükemmel tayınatım, Risaletü'n-Nur'un hizmetinden gelen bir bereket idi. Evet, bize de aynelyakin derecesinde kanaat gelmiş ki, bu kesretli hâdisât-ı bereket, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın i'câz-ı mânevîsinin bir şuâıdır. Mânen der: ‘Ey Kur'ân'ın şakirtleri! Sizi vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telâşesidir. O ise, Kur'ân'ın feyziyle, bereket nev'inden size veriliyor. Vazifenize bakınız.’ [iv]

Maişet derdi sadece Nur Talebelerini hizmetlerinden alıkoymaya değil dindar insanların ekserisinin de dünyayı öncelemesine sebeb oluyor:

“Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur'âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, "Zaruret var" diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.[v]

Bediüzzaman, Sebeblerini beyan etmiyor ama iki ilmî hey’et, hocaları Risale-i Nur’dan uzak tutmak için derd-i maişeti kullanıyorlar:

“…her vesile ile, hoca kısımlarının Risale-i Nur'dan çekilmeleri için çok vasıtaları istimal ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maişet belâsıyla biçare hocaları dairelerine çekip, Nurlardan uzaklaştırıyorlar. Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil; belki derd-i maişet veyahut o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dinî kendi imanını kurtaracak derecesindedir zannıyla lâkayt kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetva buluyor.” [vi]

Bediüzzaman, maişet derdinden gelen manevi hastalığa karşı bu reçeteyi yazar:

“Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalâlet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirtleri kanaat ve iktisat düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler inşaallah.” [vii]

“Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilâkis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nurun hizmeti, hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi, ibadet-i tefekkürî nev'inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.” [viii]

Risale-i Nur talebelerinden Emin ve Feyzi Ağabeyler yazdıkları mektublarında kendi müşahadelerini böyle ifade ediyorlar:

“Hem, Risale-i Nur'un kasabalara ve cemaatlere berekete medar olması ve ona zarar edenlere tokat gelmesi gibi, şahıslara da pek zahir bir surette, hem bereket ve hüsn-ü maişet ona çalışanlara ve gaybî tokatlar, onun aleyhinde çalışanlara gelmesi, bu havalide çok hâdiseleri var. Biz, kendi nefsimizde; çalıştığımız zaman, pek zahir bir surette bir hüsn-ü maişet, bir inayet gördüğümüz gibi, Risale-i Nur veya şakirtleri aleyhine çalışanlara, şiddetli tokatlar geldiğini görüyoruz.” [ix]

Risale-i Nurun hizmetinde çalışanların mazhar oldukları bu bereket tesadüftür diyenlere cevap:

“Risale-i Nur'a hüsn-ü hizmet edenlerin hemen hemen bilâistisna maişetinde vüs'at ve bereket kalbinde meserret ve rahat görmelerinin binler hadiseleri dahi tesadüfî olamaz.” [x]

[i] Kastamonu Lahikası s.169

[ii] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.54

[iii] Kastamonu Lahikası s.249

[iv] Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.55

[v] Tarihçe-i Hayats.874

[vi] Emirdağ Lahikası 1 s.276

[vii] Kastamonu Lahikası s.193

[viii] Emirdağ Lahikası 1 s.219

[ix] Kastamonu Lahikası s.268

[x] Şualar s.424

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum