Kastamonu Lâhika Düsturları-27 (Vehmî hastalıklara ehemmiyet vermemek)

Kastamonu Lâhikasının üçüncü mektubunda Bediüzzaman Said Nursî, Sabri Ağabey’e hitaben “Sabırlı ol; ehemmiyetsiz ve zararsız olan vehmî ve asabî hastalığına ehemmiyet verme. Şifaya dua edilmekle beraber, zararsız, hatarsızdır.” [i] diyor.

Bediüzzaman, Hastalar Risalesinin Yirminci Deva’sında hastalıkların iki çeşit olduğunu anlatıyor. Bunlardan biri hakiki hastalıklar diğeri ise vehmî hastalıklardır. Hakiki hastalıklar, bizim maddi olarak da tâbir ettiğimiz hastalıklardır ki onların devâları küre-i arz eczahanesinde depolanmıştır. Bu hastalıkların ekserisi insanın yeme içme ve hayat tarzındaki yanlışlıklardan, israfından kaynaklanıyor. Asr-ı Saadette Sahbelerin (ra) bu gibi hastalıklara pek az giriftâr olmaları, sünnete uygun yaşamanın koruyucu hekimlik açısından ehemmiyetini gözler önüne seriyor.

Vehmî olan hastalıklar ise, insanın hayaline ihtiyarsız olarak gelen hâtıralardan kaynaklanır. Hakikatte olmayan şeyler hayale gelir veya mevcud bir durum, gerçekte olduğundan çok daha farklı algılanır.  

Risale-i Nur’da bu konuda özellikle “Vesvese Risalesi” (21. Sözün 2. Makamı) ve “Şeytandan İstiaze Risalesi olan 13. Lem’ada çok misaller var. Şimdi bunlardan konumuzla ilgili olanlara değineceğiz ve nihayetinde de bakalım Bediüzzaman bu vehmî hastalıklara nasıl bir reçete yazıyor?

Konumuz olan Kastamonu Lahikasının 3. Mektubunda Bediüzzaman, Sabri Ağabeye olan hitabını böyle sürdürüyor:

“…eğer hatarat, seyyie ise, nasıl ki âyinede temessül eden pislik, pis değil; ve âyinedeki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayalin âyinelerinde rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatıralar zarar vermezler. Çünkü ilm-i usulde tasavvur-u küfür, küfür değil; ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz. Hasene ise, nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünkü âyinede nuranînin timsali ziya verir, hâsiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, tesiri yoktur.”

Bu konunun Şeytandan İstiaze Risalesinin Altıncı İşaretinde geniş izahı yapılıyor. Buradaki manaya göre; küfrü hayal etmek, küfrü tasdik etmek manasına gelmez ve kişi bu hayalden mes’ul olmaz. Çünkü istemeyerek, kendisi kast etmeyerek bu hayal gelmiştir. Hatta gelen şey hayalin kedisi bile değildir, hayal ayinesinde yansıyandır. Aynadaki yılan ısırmayacağı gibi hayale çirkin bir şey gelmesi ile ne hayalin kendisi (hayal kuvvesi) çirkin olur ne de kişi mes’ul olur. Zarar verecek olan şey ise, kişinin kendini zarara uğramış zannetmesidir. “ne kadar fena bir ahlakım var, iyiliğe kabiliyetim yok, imanıma halel geldi…” gibi yargılara varmasıdır. Böyle bir netice çıkartması onu ‘battı balık yan gider’ mantığı ile fenalık işlemeye sevk eder.

Vesveseye, evhama sebeb olan bir başka şey de imkan-ı zâtî ile imkân-ı aklînin birbirine karıştırılmasıdır. Bir şeyin zâtında mümkün olması, aklen onun olduğu sonucuna varmak için yeterli değildir. Eğer bir şey bir emareden kaynaklanmıyorsa, delilleri yoksa sadece zatında mümkün olmakla onun gerçekleştiği neticesine varılamaz. Konuyla ilgili Risale-i Nur’da verilen temsile göre; mesela Barla Denizi’nin (Eğirdir Gölü) yere batması zâtında mümkündür. Yani; böyle bir şey vâki olabilir. Ama biz Barla denizinin su olarak yerinde durduğunu biliyoruz ve batmış olmasına dair de hiçbir emare ve delil yok. Öyle ise zihnî bir imkan yok ki battığına kanaatimiz gelsin. Demek ki yerinde durmaktadır diye hükmederiz.

İşte şeytan imkân-ı zâtiyi imkân-ı aklî şeklinde göstererek kişinin kendi imanından şüphe etmesine sebebiyet verir. Hayaline atılan şeyi sahiplenen ve kendi düşüncesi olarak değerlendiren insan, îmanına halel geldiğini düşünür. Bu düşünceden gelen teessürle ye’se kapılabilir. Mesela; mukaddes zâtlar veya münezzeh şeyler hakkında hayaline gelen çirkin hâtıralar imkân-ı zâtiyedendir. Hayaline çirkin şeyler gelen şahıs imkân-ı zâti ile imkân-ı akliyi birbirine karıştırırsa imanının tehlikeye girdiğini düşünür. Hayaline geleni, aklı ile tasdik ettiğini zanneder. Hatta tahayyülü itikad ile karıştırır. Reçete kısmında bu konuya biraz daha değineceğiz.

Vehmî hastalıklarda görülen bir başka durum da “tedayi-i efkar”dır. Yani; zıtların birbirini çağrıştırması. Münezzeh ve mukaddes bir şeyi düşünmek mülevves bir şeyi hatıra getirir. Tedayi-i efkar da genellikle ihtiyarsızdır. Yani kişi münezzeh bir şeyle meşgul iken, çirkin bir şeyin hatırına gelmesine kast etmez. Kasıt olmadığı için mesul de değildir. Hem de hatıra gelen çirkin şeyler, o münezzeh manalara zarar vermezler. İkisi de hayalde beraber olduğundan kişi o çirkin mana sebebiyle münezzeh manaya halel geldi zanneder. Halbuki münezzeh olan mana, diğerinden etkilenmez. Eğer kişi kasten o çirkin şeyle meşgul oluyorsa veya zarara uğradığı zannıyla üzerinde fazla durursa o zaman zarara girebilir. Kasten meşgul olduğu için de mesul olabilir.

Vesvese Risalesinde bu konuda başka misaller de var. Onları meraklılarına havale edelim. Elbette her vesevese vehmî hastalık değildir. Ama her vehmî hastalıkta vesvese vardır. Vehmî hastalıklara sebeb olan durumlar, eğer bir defaya mahsus veya nadir oluyorsa hastalık boyutuna gelmemiş bir vehimdir belki vesvesedir. Fakat tekrarlıyor ve süreklilik arz ediyorsa, kişinin yaşamını zorlaştırıyorsa hastalık boyutunda olduğunu söyleyebiliriz.

Vehmî hastalıkların yanı sıra bir de hakiki hastalıkların vehim nedeniyle artması veya devamlılık kazanması söz konusudur. Az bir hastalık, evhamla büyür. Maddi hastalığın altında manevi vehmî bir hastalık olur. Hakiki olan hastalık bu vehmî hastalıktan beslenerek devam eder. Hastalığının neticesinin ne olacağına dair merakın kendisi de bir hastalıktır.   

Şimdi de Bediüzzaman’ın bu vehmî hastalıklara yazdığı reçeteye bakalım. Bu hastalıkların en ehemmiyetli ilacı ‘ehemmiyet vermemek’tir. Merak ettikçe ve üzerinde durdukça hastalık kuvvetlenir ve devam eder. Ehemmiyet vermeyince ise söner gider. Tıpkı arıların kendilerine ilişildikçe hücum edip, lakayt kalındığında dağılmaları gibi.

İkinci ilacı ise ‘telaş etmemek’tir. Zira insan telaş içinde iken acele karar verir ve düşünmeden hareket eder. Vehmî hastalıkta en ziyade zarar veren de üzerinde düşünmeden aceleyle sağlıksız çıkarımlarda bulunmaktır.

Üçüncü bir ilaç da ‘ilim’dir. Vehmî hastalıkların temelinde genellikle hayale gelen şeyler vardır. Kişi hususen tahayyül, taakkul ve itikadın hükümlerini bilirse hayaline gelenlerden mes’ul olmadığını anlar. Kişinin, hayaline gelenler sebebi ile imanının zarar gördüğünü vehmetmesi, tahayyül ile itikadın hükümlerini bilmemekten veya birbirine karıştırmaktan kaynaklanır. Tahayyülün, mes’uliyeti mucib hükümlere medar olamayacağını bilmekle, kişi kendi hakkında olumsuz karar vermekten kurtulur. Hayal etmenin, aklen kabul etmek veya kalben tasdik etmek anlamına gelmediğini anlar. İlim; vesveseyi tard ettiği gibi, vehmî hastalıklara da en mühim bir ilaçtır.

Tahayyülün cüz’i ihtiyâriyi pek dinlememesi ve hatta teklif-i dînî altına da çok girmemesi onu tasdik ve iz’andan ayıran en belirgin özelliklerindendir. İşte kişi bu ilmi elde etmekle, hayaline gelenler için telaşa ve ye’se kapılmaktan kurtulabilir.

Bir başka ilaç da ‘küçük bir emareyi büyük bir delil gibi telakki etmemek’ tir. Eğer bir şeyin delili yoksa kabul edilmez. Zâtında bir şey mümkün olabilir ama bu onu aklen kabul etmek için yeterli değildir. Bediüzzaman, bir zâtla yaşadığı hadiseyi naklederken vehmin korku damarını nasıl tahrik ettiğinden bahseder. Binecekleri kayığın batma ihtimalinden korkan o zâta, yaptığı hesaplama sonucu batma ihtimallerinin üçyüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimal olduğunu isbat eder. Elbette ki bu kadar düşük bir ihtimalden vehim vasıtasıyla korkmak akıl kârı değildir. Vehmî hastalıklarda ‘ya böyle ise’ veya ‘ya böyle olursa’ diyerek zayıf ihtimalleri kavî görmek söz konusudur.

Risale-i Nur’un satırlarında elbette daha pek çok müessir ilacı bulmak mümkün. Biz şimdilik bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

Yazının başında Psikoloji bilimindeki ‘bilişsel çarpıtma’ (cognitive distortion) çeşitlerinden de bahsederek burada verdiğimiz misalleri bunlara göre tasnif etmeyi düşünmüştüm lâkin işi ehline bırakmalı. İnşallah psikolog bir nur talebesi bunu yapar. Ama madem merak ettirdim hiç olmazsa anladığım kadarıyla tanımını ve çeşitlerinin sadece adlarını vereyim. Bilişsel çarpıtma; kişinin mecvud dış durumu veya kendiyle ilgili içsel bir mevzuyu yanlış yorumlayarak sıkıntıya girmesine sebeb olan anlamlanrıdma biçimleridir. Bunlar kısaca; keyfî çıkarsama, seçici soyutlama, aşırı genelleme, dürbün bakışı (negatifi büyütüp pozitifi küçültme), ya hep ya hiç tarzında düşünme, kişiselleştirme, felaketleştirme, zorunluluk ifadeleri (-meli, -malı), zihin okuma, duygudan hüküm çıkartma ve etiketlemedir. Ruh sağlığı yerinde olan her insan da bunları zaman zaman yapar ama bu tutumlar kişinin hayatını sürdürmesini zorlaştırmaya başlamışsa hastalığa doğru gidiyor demektir. Risale-i Nur’da geçen konu ile ilgili misaller bu bilişsel çarpıtma türlerinin de misalleridir.

Netice itibariyle; Kastamonu Lahikasından işlemekte olduğumuz kısımdan çıkaracağımız düstur, başlıkta da ifadesini bulduğu gibi, “vehmî hastalıklara ehemmiyet vermemek”tir. Buna nasıl muvaffak olunabileceğinin yöntemleri de Risalelerde mevcud.

 Elbette insanın vehimlere ehemmiyet vermemesi için daha çok ehemmiyet verdiği şeylerin olması gerekir. İmam-ı Gazzalî’nin de dediği gibi “sen kendini hakla meşgul etmezsen bâtıl seni işgal eder.” Ciddi bir meşgalesi olmayan boş bir zihin vehimlerin istilasına açık hâle gelecektir.

Günümüzde salgın hastalık sebebiyle ‘ya ben de bu hastalığa giriftâr olursam’ endişesi ve hastalananlar için de ‘ya ölümüme sebeb olursa’ kaygısı yaşam kalitesini ciddi etkiliyor. Hastalar Risalesi’nin tavsiyelerinin ehemmiyeti bir kez daha ve çok kuvvetli biçimde kendini gösteriyor.

Rabbimden maddi manevi hastalıklarımıza şifalar niyaz ediyorum ve hastalıkları; güzel ağırlanması gereken misafir olarak ve bir ihsan-ı İlâhî olarak telakki etmekle bizi rızıklandırmasını diliyorum.       

[i] Kastamonu Lâhikası s. 8 (Envar N. 1995)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum