Karl Marx Kâbe'deki insanlığı görseydi eğer

Karl Marx Kâbe'deki insanlığı görseydi eğer

İslamiyet'in aslında hakiki insaniyet olduğunu bilmek isteyenler Kâbe'deki ziyafete katılmalı

Furkan Aydıner'in yazısı*

İnsanlık öldü diyenler Ramazan'da Kâbe'yi görmeli. İslamiyet'in aslında hakiki insaniyet olduğunu bilmek isteyenler Kâbe'deki ziyafete katılmalı. Eğer Kâbe'de insaniyeti bütün aleme yaymak mümkün olsa ne açlıktan ölen insan kalacak ve ne de tokluktan sürünen insan kalacak.

Müminler için Kâbe her zaman güzeldir. Ancak, Ramazan da Kâbe bir başka güzeldir. Özellikle de iki milyonu aşkın misafiri ağırladığı tarihinin en kalabalık Ramazan'ında. Herkes Kâbe'deki güzelliği kendi ayinesinin kabiliyetine göre seyreder. Ayinesi ise genelde ilim ve tecrübesine, özelde, uzmanlık alanına göre şekillenir. Kadir Gecesi'nde kalpleri taşlaşmış insanları bile ağlatan muhteşem manevi ziyafetin tasvirini maneviyat ehline bırakıyorum. Bir iktisatçı olarak, Kâbe'de mahşeri kalabalığa verilen muhteşem iftar ziyafettine katılırken gördüklerimi ve düşündüklerimi paylaşmak istiyorum.

İKİ İLYON İNSANI AĞIRLAMAK

İki misafir bile ağırlamak kolay değilken, Kâbe iki milyonu aşkın misafiri ağırlıyor. Hem de akşama kadar aç ve susuz kalmış misafirler. Bir haftadır her akşam bu ziyafete katılırken şu soruların cevabını aradım: Bu kadar kişiye kim ziyafet veriyordu? Nasıl bir organize yapmışlardı ki hiç kimse sofradan aç ve susuz kalmıyordu? Bu kadar aç insana yapılan ikram Kralın Müslümanlara bir kıyağı mıydı yoksa yakınında bulunduğum Hz.İbrahim makamının bereketi miydi? Hem niye veriliyordu ki bu ziyafet? Kâbe'nin hürmetine mi yoksa Kâbe kıymetine sahip insan kalbinin hürmetine mi veriliyordu? Bu soruların cevabını bulmak için gözlerim etrafı temaşa ederken aklıma biri kapitalizmin ve ötekisi sosyalizmin fikir babası Adam Smith ve Karl Marx geldi. Kendi kendime dedim ki, acaba onlar da benimle beraber bu muhteşem ziyafete katılsalardı iktisadi düşüncelerini değiştirirler miydi? Ucu bucağı görünmeyen sofraları seyrederken, hayalim bana Amerika'da tokluktan ölenlerle Somali'de açlıktan ölenleri gösterdi. Kendi kendime sordum: Kâbe'de yaşanan insanlık dünyanın her tarafında yaşansa acaba açlıktan ve tokluktan ölen kimse kalır mıydı? Bu yazımda öncelikle muhteşem ziyafeti tasvir edeceğim. Daha sonra yukarıdaki sorulara bulduğum cevapları paylaşacağım.

Kelimenin tam anlamıyla "muhteşem bir ziyafet" Kâbe'de verilen iftar. Tam bir Ramazan klasiği Mekke'nin mukimleri ve Kâbe'nin misafirleri için. Bir ay boyunca her akşam veriliyor. Hem de herkese. Mescidin her tarafında saf saf oturmuş yetmiş bir milletten insana. Renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, kim olduklarına ve nereden geldiklerine bakmaksızın herkese bu sofrada yer var. Halil İbrahim sofrası diye buna derler galiba. Öyle ya İbrahimi mesaj olmasaydı kim kurabilirdi ki iki milyonu aşkın insana iftar sofrasını? Hem İbrahimi bereket olmasaydı kim doyurabilirdi ki bu kadar aç insanı?

Evet, sofrayı Kral kurmuyordu. Kâbe'yi ikinci defa keşfedip inşa eden Hz.İbrahim'in mirasını yaşatan Mekke'nin mukimleri kuruyordu. Mescidin her tarafını adeta parsellemişlerdi hayırda yarışmak için. Her köşesini birileri kapmıştı. İftara bir saat kala saf saf sofra açıyorlar. Allah'ın kendilerine çöl ortasındaki tatlı ikramı olan çeşit çeşit hurma ile donatıyorlar sofraları. Kimisi yeni olmuş hurmayı koparıp getiriyor. Kimisi henüz olmaya başlamış sarı hurmaları dalıyla beraber getiriyor. Kimisi de bahçesi olmadığı için pazardan kutuyla satın alıp getiri-yor. Farklı renk ve lezzette hurmalarla donatıyorlar sofraları. Tabii ki, meşhur Arap kahvesini getirmeyi unutmamışlar. Bu arada Mescid çalışanları Hacer validemize ve Hz.İsmail'e gönderilen zemzem suyundan doldurup dağıtıyor.

VEREN EL ALAN ELDEN ÜSTÜNDÜR

Sadece Mekke'nin mukimlerinin cömertliği değil insanı hayrette bırakan. Misafirlerin tevekkül içinde bekleyişleri de hayret verici. Yiyeceklere saldırıp birşeyler kapma telaşına girmiyor. Yerinde sakin sakin oturup kısmetine düşeni bekliyor. Daha da ilginci, gördüğü misafirperverlikten etkilenen misafirler, hayranlık verici bir paylaşma telaşı içine giriyorlar iftara yakın. "Veren el alan elden üstündür" fermanını duymuşcasına vermeye çalışıyor. Kimisi yanında getirdiği ayranını etrafındakilerle paylaşıyor. Kimisi bir parça ekmeğini bölüp paylaşıyor. Kimisi yanındaki bir salatalığını veya domatesini dilim dilim yapıyor paylaşıyor. Kimisi çayını. Kimisi meyva suyunu. Hasılı herkes birşeyler vermek telaşına giriyor. Kur'anın takdir ettiği isar hasletini yansıtırcasına kendisinden ziyade yanındakini düşünüyor adeta. Dili dudağı kurumuş misafirler önlerindeki bardak bardak zemzem suyu ve ağız suyu akıtan çeşit çeşit hurmalarla iftar vaktini bekliyor. Geri sayım başladığında ortalığı bir sessizlik kaplıyor. Çıt yok kimsede. Herkes akşam ezanıyla ziyafetin gerçek sahibinden "buyur" iznini bekliyor. Eller havaya kalkmış makbul dua vaktinde Rabbine maruzatını arzediyor. Derken önce top sesi ve sonrasında ondan daha gür ezan sesiyle beklenen izin geliyor. Herkes O'nun ismini zikrederek O'nun ihsan ettiği nimetlerle orucunu açıyor. Öyle sanıldığı gibi saatler sürmüyor gün boyu aç ve susuz kalmış mideleri doldurmak. On dakika içinde herşey bitiyor. Namaza kamet getiriliyor. Sofralar toparlanıp, namaz için saf kuruluyor. Tam bir kulluk şuuru içinde alemlerin Rabbinin önünde el pençe durup kulluğunu ifade ediyor. Nimetlerin hakiki sahibi olarak O'nu gördüklerini beyan edip verdiği nimetler için hamd ediyorlar.

Her akşam bu muhteşem ziyafete katılırken bir iktisatçı olarak çok şeyler öğrendim. Öncelikle, Somali başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yaşanan açlık sorununun aslında bir paylaşım sorunu olduğunu öğrendim. Bazılarının iddia ettiği gibi Allah'ın yeterli rızık göndermediği iddiasının yanlış olduğunu bir daha anladım. Çünkü, çölde yaşayanlara ve milyonlarca misafirlerine yetecek kadar hurmayı gönderen elbette dünyanın sair yerlerinde de herkese yetecek kadar rızık gönderiyor. Ancak insanlar hırsla midesinin ihtiyacından çok fazlasını alıp veya çalıp biriktirdiği için başkalarına birşey kalmıyor. Eğer Kâbe'de yaşanan gibi paylaşmayı öğrenseler açlıktan ölen hiç kimse kalmaz dünyada. Bunun için balıklarla insanları karşılaştırmak yeterli. Balıkların iktisatçısı olmadığı halde gayet güzel besleniyorlar. Bir deri bir kemik balık gören yok. Oysa, insanlar içinde açlıktan ölen milyonlar var her yıl. Çünkü, insan hırsla midesinin ihtiyacından fazlasını alıyor. Gözünü bir avuç topraktan başka hiçbir şey doyurmuyor.

Kâbe'de yaşanan insaniyet açlıktan ölenlere olduğu gibi tokluktan ölenlere de çözüm sunuyor. Beden midesinin küçük olduğunu hatırlatıyor. Saatlerce yemek yerine birkaç dakika içinde yeterli gıda verileceğini gösteriyor. Bedene gereksiz gıda depolamak yerine aç olanlarla paylaşmanın hem daha sağlıklı hem de daha lezzetli olduğunu anlatıyor. Tüketim lezzetinin ötesinde başka ulvi lezzetlerin olduğunu hatırlatıyor. Yemek yemede ineklerle yarışamayan insanın çok daha kudsi vazifeleri olduğunu ders veriyor. Saatlerce sofra başında vakit harcamanın gereksiz ve zararlı olduğunu ilan ediyor.

İMAN İNSANI İNSAN EDER

Kâbe'de yaşanan insanlığı görseydi Adam Smith de çok şaşıracaktı kanaatimce. Çünkü, onun insanla ilgili temel tezini çürütüyordu. Oradaki insanlar insanın sadece şahsi menfaatini düşünen bencil varlıklar olduğu görüşüne meydan okuyordu. Fıtratlarındaki insaniyet cevherini iman ve ibadetle işleyip ortaya çıkarmışlardı. İnsani melekelerini bütün aleme gösteriyordu. "İman insanı insan eder, belki de sultan eder," hakikatını fiilen teyit ediyordu. Smith'in kapitalist piyasa ekonomisi görüşünü çürütürcesine akşama kadar aç kalan insanlar kendilerinden ziyade yanındekileri düşünüyor. Herkes elindekini yanındakiyle paylaşıyordu. Elindekini tüketip şahsi lezzet almak yerine kardeşinin tüketiminden daha lezzet alıyordu adeta. İkram ve paylaşma lezzetinin tüketim lezzetinden üstün olduğunu ilan ediyordu.

Kâbe'deki insanlığı görseydi Karl Marx da çok şaşıracaktı kanaatimce. Dinin afyon değil, insandaki insaniyet cevherini çıkaran iksir olduğunu söyleyecekti belki de. Marx, sosyalist sistemde herkesin gücü miktarınca üretime katkıda bulunup ihtiyacı oranında üretilenden pay alacak bir model önerirken çok iyimser düşünmüştü. Herkesin insanca hareket edeceğini varsaymıştı. Oysa, Adam Smith'in öngördüğü gibi, insan hırs ve bencillik damarıyla öncelikle kendini düşünür. Hatta çoğunlukla sadece kendini düşünür. Kendi menfaatini ve lezzetini takip eder. Kendinden başka hiç kimseyi hakiki sevmez. Sevse de ondaki şahsi menfaati için sever. Marx, insaniyet cevherinin ancak iman ve ibadetle ortaya çıkarılabildiğini bilmiyordu. İnsaniyeti tatmamış insanların paylaşma lezzetinden anlamadıklarını bilmiyordu. Yanlış anlaşılmasın sosyalist iktisadi sistemin İslamiliğini iddia etmiyorum. Sosyalizmin bir öngörüsünün İslamiyetle nasıl hayat bulabileceğini söylüyorum.

Kısacası, insanlık öldü diyenler Ramazan'da Kâbe'yi görmeli. İslamiyet'in aslında hakiki insaniyet olduğunu bilmek isteyenler Kâbe'deki ziyafete katılmalı. Eğer Kâbe'de insaniyeti bütün aleme yaymak mümkün olsa ne açlıktan ölen insan kalacak ve ne de tokluktan sürünen insan kalacak. Ne diyelim, Rabbim insaniyetten kısmetimizi ziyade kılsın.

* Dr.; Florida Üniversitesi Öğretim Üyesi