Kara sevdadan keyfiyete

Hayat düşünceler ve davranışların bütünüdür. Özellikle insan hayatının formatı, cüz’i iradenin sarfından sonra davranış, amel, hareket dediğimiz kuvveden fiile geçiştir.
Davranışın, hareketin, fiilin ürettiği bir de katma değer vardır ki, bu  değerin de bir dünyevi yönü bir de uhrevi yönü vardır.
Her fiilin ürettiği sonuç bazen de yanlış yönelişten dolayı katlamalı zarar da ortaya çıkarabilir.

Katma değerin olumlu, fayda sağlayanına hasenat, zarar verenine de seyyiat diyoruz.
Hasenatın dünyevi ciheti ile uhrevi veçhesini iltibas (karıştırma) etmek, adaleti ihlallere, zulümlere, birtakım karışıklılarla sebep olmaktadır.
Tekrar katma değer kavramına döner, hasenat ve seyyiat meselesini kavram olarak karışıklıklardan arınmış haliyle ele alabilirsek önemli bir iletişim sorununu da halletmiş olacağız.

Efendim davranışlarımızın pozitif fayda sağlayanına dini terminolojideki adı “Salih ameldir”
Salih amelin de hem dünyevi ürettiği katma değeri olabilir hem de uhrevi katma değeri olabilir.
Uhrevi katma değer ölçüsü niyete bağlıdır. İnsanlar kendi vicdanı dışında başkasının niyetine asla hüküm vermez. Onu Allah’ın (c.c)  bilir.

Şimdi konumuz insanların davranışlarının ürettiği pozitif fayda veya başka bir deyimle katma değer, yani salih amelin derecesine, şiddetine, kapsam alanı genişliğine etki eden faktörlerin üzerinde duralım.
Salih amel görevdir, sorumluluktur, farz olan cihattır. Cihadın farz olduğu parametresini her an göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuz gerçeğini bir yere koyalım.
Düşünceler davranışlara, davranışlar düşüncelere etki eder prensibince, düşünce yoğunluğu davranışa tesir etmektedir.
Zübeyir Gündüzalp ağabeyin, “günde 10 sayfa risale okuyan kendini muhafaza eder, 15 sayfa okuyan şevke gelir, 20 sayfa okuyan hizmet eder” tespiti düşünce yoğunluğunun davranışa etkisini izah ediyor. “Buna ölçme denilemez mi” desem bazı okurlarımız hemen mermiyi namluya süreceğinden dememiş olayım.
Okumakla sağlanan tefekkür, düşünce yoğunluğu ardından zihinden kalbe tesir eden düşünce yoğunluğuna vesile oluyor, düşünce yoğunluğu da duygu yoğunluğuna, o da davranışa, fiile, salih amellere yani hizmete vesile olur.

Genelde uzun yıllar Risale okumuş olanlar nerede ne bahis var yerini bilme ve bulma vukufiyetinin getirdiği kendine güven ve yeterlilik duygusu ile günlük okuma temposunu Risaleleri ilk tanıdığımız zamanki hizmet motivasyonuna bir türlü erişemiyor/erişemiyoruz. Veya  “cehli mürekkebin hemşirezadesi” olan ülfet perdesinden satır aralarındaki yeni nükteleri göremiyorlar/göremiyoruz.
Hep eski sermayeden yiyen mirasyedileri oynuyorlar. Bu satırları yazanın da şu an sizinle içinde bulunduğu aynı hissiyatı paylaştığını özellikle hatırlatmak istiyorum.
Risalelerin nerede, neden bahsettiğini 40 yıla yakın işin içinde olmanın verdiği gizli bir gurur, kibir, bilmişlik, vukufiyet havaları ile ağzı laf yapan, eli kalem tutanlar arasında ahkam kesiyoruz.
Körlerin dolmaları çift yeme hikâyesi gibi kendi sınıfımdan benzeri profilleri de üslup ve beyanlarından anlıyorum.

İhtiyarların köy kahvehanelerinde gençlik yıllarındaki ya askerlik ya da avcılık hatırlarını 40 tekrar anlattığı gibi her vesile ile anlatmaktan da kendimizi alamıyoruz.
Nefis muhasebesi, öz eleştiri, performansımızı bir yoklayalım deyince de yine bizim jenerasyonun çok bilmişlerince (aynada kendimi görüyorum) yaylım ateşine tutuluyorum. Evet gerçekten o yaylım ateşini hak ettiğimi düşünüyorum. “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” manası tecelli ettiği için geribildirim sert oluyor. Elbette nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah etme iddiası olamaz.

Sevgili arkadaşlar, ağabeyler, kardeşler, her zaman sözün, fikrin düşüncenin kime ait olduğu önemli değildir. “Fena ve fani bir adamın baki ve güzel sözü olabilir” diyerek, Şeyma Gür hanımefendinin “Keyfiyetten ne haber” mesajı ile Dursun Sivri’nin “Performans Ölçülmeli” yazılarındaki maksat aynı olduğunu ifade etmeye çalışıyorum.
Kuvvetli bir imanın, hizmeti hayatın birinci önceliğine koyan hizmet ehlinin bilgisi, becerisi, yeteneği, sadakatini eyleme geçirmezse kendisi başta olmak üzere nasıl anlaşılır. Sadakatin fedakârlığın düşünce boyutundaki çok yüksek derecesi her halde karanlıkta göz kırpmak gibi bir şey olsa gerek.

Türkiye’nin kronik muhalifleri durumuna düşmeyelim Kronik muhalifler, “Ne iş yaparlar, ne iş yaptırırlar, ne de yapılan işi beğenirler.” Yeniçerilerin lağvedilmesindeki gerekçeler de olur olmaz her şeye muhalif oluşlarındanmış. İsyan etmesinler diye hoşafı temiz kaselere koymuşlar hoşafın yağı yok diye isyan etmişler.
Kronik muhalif prototipi 1980’li yıllarda İhtilallere, yasaklara topyekün karşı olma faziletini, dirayetini gösterenlerin sanki genlerine kronik bir muhalefet hormonu yerleşmiş.
Her zamanın bir hükmü var. Dün o duruş bir fazilet örneği idi ve gerekliydi. Bu gün zamanın gereği göre hareket ve hizmet stratejimizi özünde risale prensipleri olmak kaydıyla yeniden güncellememiz lazımdır. İki kutuplu dünyanın soğuk savaş ikliminden sıyrılabilelim artık.

“Karşıyım, ona, buna, ötekine, berikine hatta kendime de karşıyım” anlamına gelen kronik reaktif yaklaşım hizmet motivasyonunu frenlemekten başka bir işe yaramıyor.
İhlas samimiyet derslerini okumak bugünlerde fazla gündemde. Elhak okunmalı. Ancak ihlas risalesini okuyan karşısındakinin gözüne baka baka “ben ihlaslıyım da senin çok ihtiyacın var ha!!!!” der gibi okuyup ihlası ifsat ettiğinin farkına bile varamıyor. Biliyorsunuz ihlasa niyet ihlası ifsat eder.
Kalem erbabında da aynı şeyler söz konusu. Yazıdaki mesaj “benim manevi performansım aslında yüksek de başkalarının performansını artıralım!” olarak algılandığı için haklı olarak sert tepkilere neden oluyor.

Yok arkadaşlar, performans ölçümünden bahseden kişiyi yakından tanıyorum, performansı yüksek falan değil. Çok düşük olduğu için bunu artırmanın yolunu yöntemini, teşvik edecek vesile ve vasıtalarını araştırma artırma derdindedir. Tepki vereceğinize tavsiyede bulunsanız daha iyi olmaz mı?
Yalnız tepki gösterenler de dikkat etsinler ki, onların tepkilerinden de “kardeşim ne diye iki de bir performanstan bahsediyorsun, bizim performansımız yerinde, hiçbir eksiğimiz yok, zamanımızın 24 saati hep hizmetle doludur, sen kendine bak” manası mı anlaşılmalı acaba?

Gerçekten merak ediyorum. Öyle mi? Allah rızası için rica ediyorum. Bir gününüzü, bir haftanızı, bir ayınızı, bir sezonunuzun nasıl hizmetle dolduruyorsunuz da insanlarla paylaşmıyorsunuz. Yoksa bu işleri başka gezegenlerde mi yapıyorsunuz?
Sözün kısası. Biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi iyi biliriz. Kimse kimseye hava atmasın. Hepimiz dolmayı çift çift götürenlerdeniz/götürenlerdensiniz. İşte bu kadar.

Zübeyir Gündüzalp ağabey doktora diyor, “Doktor bey ben Risale-i Nur okumak gibi bir kara sevda hastalığına yakalandım, bunun çaresi var mı? “ diyor.
Keyfiyet karasevdalılıktır. Karasevda mertebesinde aşktır.
Aşkın nasıl üretilir ona kafa yoralım. Aşk üretim tekniklerini bilenler bildiklerini paylaşsınlar.

Eskiden İstanbul Boğazı’na nazır sırça köşklerinden sefalet edebiyatı yapan solcu yazarların konumunda olup olmadığımızı sorgulayalım. Şu an Risale-i Nur camiasına mensup, okumuş, titr, kariyer sahibi olmuş, boğaza nazır köşklerde olmasa da onu aratmayacak konforun içinde ahkam kesen sayısı hizmette sorumluluk sahibi olanlardan çok fazladır. Üretilen katma değer sahip olunan potansiyelin çok çok altında. Önce burada bir bulaşalım.

Performans ölçülmeli arkadaşlar!... Gençlik yılları ve  askerlik hatırlarını tekrar be takrar anlatan avcılar ve atıcılar kulübünün üyelerinden farkımız olması için hizmetteki önceliklerimizi, ürettiğimiz katma değeri, bildiklerimizi ne kadar kuvveden fiile yansıtabildiğimizi ölçelim ki belki harekete vesile olur.
Hz. Ömer’in (r.a) dediği, “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu önce nefsimize sorup bir yerlere kaydedelim. Varsın kimse görmesin
Şu soruları soralım:
•Sahip olduğum imkan, zaman,  bilgi, beceri, kaynakların ne kadarını hizmete ayırabiliyorum?
•Tefekkür dünyamı geliştirmek için ne kadar zamanı tahsis ediyorum?
•Sahip olduklarımı ne kadar paylaşabiliyorum?
•Kaç kişiye sadece hal hatır etmek için telefon edebiliyorum?
•Kaç kişiyi münhasıran ziyaret edebiliyorum?
•Günün, haftanın ne kadarını hizmete ayırabiliyorum?
•Bir yerden bir yere sadece ve sadece hizmetin gereği yer değiştirebiliyorum?
•Uhuvvet, muhabbet, sadakat, tesanüdün gelişmesine katkı adına bu gün, bu hafta, bu ay ne ne yaptım?
•Hiç Risaleden haberi olmadığını tahmin ettiğimiz birisini/birilerini haberdar olmasına haftada ayda kaç defa teşebbüs ettim?
•Ortak sorumluluk gerektiren kaç görevi üstleniyorum? Yoksa bu görevler avam tabakasının işi mi diyorum?
•Ve bunlar gibi daha sorular artırılabilir. Bu ve benzeri sorular sorulup cevapları aranmadıkça ve çözüm üretilmedikçe usturuplu üsluplarla kalem oynatmanın, ahkam kesmenin faydası yok. Olsa olsa hislerimizi tatmin için Türke Türklük propagandası gibi Nurculara Nurculuk propagandasından öteye geçmez.

Münevver olmak, aydın olmak, aykırı olmakla eşdeğer riskli bir iştir diyor Dr. Nadir Latif İslam “Hürriyetin Alfabesi” kitabında. Aydın olmak düşüncesinin dünyada yegane temsilcisi de olsa davasında ısrar eden kişidir diyor.
Bu ölçme konusuna bütün dünya bir tarafa olsa da gereğine şiddetle inananlardanım.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.