Kâhta'da Dindarlık

Büyük bir medeniyetin kalıntıları ile çevrelenmiş, adım attığınız her yerde, baktığınız her alanda tarihle bürünen bir şehir, Kâhta...

Mezopotamya ile Anadolu arasında köprü olan, kutsal Fırat nehri ile üç tarafı çevrelenen Kâhta'nın en önemli özelliği ise dindar bir şehir olması.

Dindarlık ya da mütedeyyinlik; birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bu şehrin miftahı, anahtarıdır.

Evvelden yazdığım 'Nurun merkez üssü: Kâhta' başlıklı makalemde de belirttiğim gibi bu şehrin her noktası maddiyat ve maneviyat kokuyor.

Tabi ki dindarlıktan kastımız şehrin fizikî olarak dindarlığı değil, halkın kahir ekserisinin İslam dinini hayatlarının olmazsa olmazı yapmasıdır. Yoksa her yer, yeryüzü, kâinat dahi Allah'ın bir nevi mescidi, kutsal yerleridir.

Belki çoğunuz bîhaber değildir. Türkiye'nin en büyük Nakşibendi tarikat merkezi olan Menzil, Kâhta'ya bağlı bir köy ve yılda yüz binlerce ziyaretçisini dergahta misafir ediyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin 1. talebelerinden olan El-Azizli Hulusi Ağabey bizzat burada yapılan din hizmetleri ile alakadar olmuş, gelmiş, kalmış, hemhal olmuş…

Nur’un merkez üssü gibi din vazifesini ifa ediyor bu kadîm şehir.

İşte bununla birlikte halkın demografik ve sosyolojik yapısı dindarlıktan geldiği için batı modernizminin dinsizliği işmam ettiği necis akım, bu dindar mekânları bulandırmamıştı, daha doğrusu bulandıramamıştı.

Doksanlı yılların Kâhta İmam Hatip Gençliği ise bu şehrin temel dinamiklerini oluşturuyor.

Zaten o dönemlerde iki okul varmış: Kâhta İmam Hatip ve Kâhta Lisesi…

Evladından umudunu kesenler Kâhta Lisesine, evladının istikbalini aydınlık görenler ise Kâhta İmam Hatip’e gönderirmiş. Okusun, ilim ve irfan sahibi olsun, başta İslam’a sonra da memleketine faideli işler yapsın.

Böyleydi bir zamanlar.

Evet; o dönemde, Kâhta İmam Hatip’te yetişen nesil ilim ve irfan ehli yetişiyor. Genç kuşak bir nesil olmasına rağmen sahabevarî bir hayatla hayatlanıyordu.

Ancak Türkiye’de batı modernizminin etki alanına giren ve genel olarak düşen ‘dindarlık’ kalitesi, dinin merkez üssü olan Kâhta’yı da esaret altına almış.

Epey uzak şehirlerde yaşadığım için bu denli araştırma fırsatı bulamamıştım.

Ancak görünen o ki, ‘Kâhta’da dindarlık’ ağır yara almış, şehirde İslam şiarı olan birçok önemli ve ulvî kavram gaflet çukurunda eriyivermiş.

Eskiden Kâhta’da dindarlık o kadar tesirliydi ki, şehirde yaşayan gayr-i Müslim vatandaşlar bile Ramazanlar’da azami derecede biz Müslümanlar’a hürmet ederlerdi.

Ancak dün şehrin göbeğinde mübarek Ramazan ayında gördüğüm manzara beni çok etkiledi.

Oruç tutmamak en tabiî tercih meselesi ama Kâhta gibi mazisi din ağı ile örülmüş kadim bir şehrin göbeğinde, ammenin önünde tavuk dürümcünün soslu dürümlerini müşterilerine ikram etmesi, yolda alenice su ve sigara içilmesi gibi manzaraları müşahede edince yıkıldım.

Evet, yıkıldım çünkü Kâhta’da dindarlık böyle değildi. Ekserimiz, camilerde Kuranla büyüdük.

Şimdi genç kuşak ise Kuran Kursu yerine gitar kursuna akın ediyor.

Uyuşturucu ve alkol gençler arasında artık sıradanlaşmış.

Üniversite’ye giden gençlerin eğer itikadı sağlam olmazsa Bolşevik baykuşlarının tuzağına kapılarak suhuletle dinsizlik cereyanına tabi oluyor ve milli-manevi değerini yitiriyor.

Kâhtalı esnaflar faiz bataklığına batmış, helal-haram demeden günah havuzunda eriyorlar. Mal-mülk yüzünden kardeş kardeşe düşman olmuş.

Sokakta gençlerde ahlak namına büyük bir evrilme var. Şımarık, hayâsız ve saygısız tavırlar, namazsız hayatlar gençler arasında epeyce yayılmış.

Eskiden en seçkin öğrenciler İmam Hatip okumakla şereflendirilirken şimdi ise oğlumuzu ‘bari’ İmam Hatip’e gönderelim olmuş!

Yani Kâhta’da dindarlık maddiyunluk ve tabiiyyunluk etki alanına girerek geçmişle bağı koparılmaya yüz tutmuş.

Karamsar bir tablo çizdim ama önlem alınmazsa Kâhta’da dindarlık giderek ihlasını yitirecek.

Kalan dindar nesil bile olan-biteni sıradan görecek ve gaflet uykusuna yattıkça yatacak.

Kâhta böyleyse Silvan’ı, Tarsus’u, Çorlu’yu, İzmir-Konak’ı, Türkiye’deki dindarlığı tahayyül edemiyorum.

Demek zaman ihtiyarlandıkça mazi ile bağlarımız kopuyor. Hem de çok şedid…

Onca maddi yatırımla, köprü, bölünmüş yol, havalimanı, stadyum yapmaktan evvel dinimizi ihya edelim.

Ekmek gibi, su gibi…

Yoksa dünyamızı harap ettiğimiz gibi ukbamızı zir û zeber ederiz!

Bediüzzaman’ın dediği gibi diyelim:
‘Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-i din ile olur şu milletin ihyası. ’

‘İhyâ-yı din, ihyâ-yı millettir.
Hayat-ı din, nur-u hayattır. ’

Saygıyla

24. 06. 2016

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum