Kahramanlar “Çıkageldi” olur, çıkar gelir

Çamdağı’ndasınız, etrafınızda uzun süredir kimsecikler yok. Bir gün sadık ve sıddık bir misafiriniz gelir. O akşam kalmak ister. Ama "Bir parça çay" ve azıcık ekmek dışında ikram edeceğiniz bir şey yok. "Tevekkültealallah" diyorsunuz. "Ben bu safi kalpli insana ne diyeyim?"  düşüncesiyle ret edemiyorsunuz.

Sabah, ikramsız kaldığınız bir anda, bir de bakarsınız misafirle aynı adı taşıyan diğer Süleyman "çıkageldi" olur.

Öncesi başınızı yukarıya kaldırdığınızda dallar arasında "çıkagelen" ekmek size amadedir.

Üstadın hayatındaki bu "çıkageldi" hatırası başlı başına "çıkageldi" ismiyle bir romanı hak etmektedir.

***

Entelektüel dünyada hızla tartışılan, gündem tutan ve meraklara mucip hale gelen Risale-i Nur hareketinin ilmi, metodolojik ve akademik çalışmaları ile paralel orijinal dönemin gerçek/Son Şahitleri de gündemdeki konulara göre kendi fıtratlarının ve ihtisaslarının dili ile bilinmelidirler.

Görülecektir ki, fıtrat ve mizaç farkı dışında geniş dairede herkesin istifade ettiği çok kapsamlı bir cadde ve risale tezahürü var. Hayatın içinde sosyolojik olarak bunu her gün görüyor, yaşıyor ve teneffüs ediyoruz.

Müktesebatlar, tarzlar, farklılıklar ve muhakeme ile fehm etme zenginliği, her müşahedeye göre asli manaya uygun yeni şerh ve izahlar kazanabilir.

Bu ilmi yol, icat ve keşif, binlerce sırlı hakikati açacak yeni kabiliyetler ve zeka tarlaları, büyüdüğü iklimi, beslendiği kaynağı ve saff-ı evvel modelleri bileceği ve bunu göreceği yapılara ihtiyaç duyabilir.

Risale-i Nur’un maksadında ortaklık ve fıtratında farklılık gösteren ihlaslı her hareket bilinmeyi ve doğru anlaşılmayı hak ediyor.

Risale-i Nur talebeleri için bu satırlar öncelik konusunda mülahazaya açık olabilir. Ama Risale-i Nur’u ve Nurcular’ı merak eden ve yeterince sağlıklı fikre sahip olmayan geniş dairenin o mütevazi/muhlis/müstağni hayat modellerini görmeye ve hepsini duymaya ihtiyacı var.

İslam Birliği’nin kapılarını açacak Risale-i Nur Birliği, İslam alemine ve bilhassa Anadolu’ya yeni inkişaf, fetih ve inşirah kapılarını açacaktır.

***

Nurun Genç Said’leri böyle bir iklimden çıkacaklar. Çıkıp gelecekler. Çamdağı’ndaki  gibi “Çıkageldi” olacak. Hür dimağlar, hürriyet zemininin akılla kalbi buluşturduğu uzmanlık mecralarını çoğaltacaklar, risalede kendilerine hitap bölümlere müşteri olacaklar, talipli çıkacaklardır. Çıkıp geleceklerdir inşallah. İlim risale ile çıkıp gelecek o zaman. Ve o zamanı yaşıyoruz.

Çıkageldi, bir niyetin teşebbüs hakikatidir. Aksiyon bir yürüyüşün ve kavuşmanın muhatap bulmasıdır.

“Çıkageldi” olunca, kahraman aramıyorsunuz, kimse de kontenjan kahraman değildir artık. Kahramanlar sizi buluyor. İşin sırrı, kahramanlığa kahramanlar geliyor.

Önce kahramanlık sistemi, sonra kahramanlar havzası oluşuyor.

Kahramanların hepsi kendileri çıkıp gelmiştir. Ve geldiklerinde kahramanlar kahramanı onları karşılamıştır, mukabele etmiştir ve fıtratlarının ihatasına açık bir yolda hep teşvik etmiştir.

Örnek mi istiyorsunuz? İşte Isparta, işte kahramanları.

“Çıkageldi”nin ruhu, arayışı olanların macerasıdır. Derdi olanların dermanıdır. Çıkageldi, bir nasip ve müstesna halin kaderle perçinlenmiş takdir ve tezahür hikayesidir. Milat değerinde kavşakların köşe taşlarıdır çıkageldi ruhuna vakıf olanlar.

Çıkageldi, bir davet ısrarı değil, davete icabet edip yoluna gelenlerdir.

Çıkageldi, varlığından vazgeçenlerin ıssız bucaksız, kimsesiz bir zata/üstada erişme/ulaşma/hemhal olma zevk-i ruhanisidir.

Çıkageldi, aklın sesi değil, vicdanın yankısıdır. Serdengeçti ihlasın fedakarlık zirvesidir.

“Çıkageldi” zatlar, birden ruhlarının ve kalplerinin vicdanlarında billurlaştırdığı hakikatle yanıp tutuştular, hemen varlıklarından ve nefislerinden çıktılar ve geldiler huzura. Ve Isparta oldu Medresetüzzehra.

***

Mevzuyu, “çıkageldi” dersiyle bitirelim:

Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: “Git, ekmek getir.” İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum” dedi. Ben de dedim: “ تَوَكَّلْنَاعَلَىاللهِ ; kal.”

Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.”

O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”

O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.” (Mektubat,103)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum