Kaderî hikmet ve Kürt Meselesi...

Kaderî hikmet ve Kürt Meselesi...

Osmanlı’yı târih sahnesinden düşürenlerin muradı: İslâm adına güçlü bir devletin bir daha vücud bulmasına bütünüyle mâni olmaktır.

Hüseyin Yılmaz'ın yazısı:

İslâm dünyâsını olabildiğince küçük küçük, birbirileriyle kavgalı, birbirileriyle problemli devletçiklere bölmelerinin temel maksadı, bu meş’ûm emel.
 
Haksızlar mıydı? Hayır... Hayır, zirâ düşmandılar; asırlık mağlubiyet acıları, asırlık korkuları vardı. Korkularını unutmak, mağlubiyet acılarının intikamını almak istiyorlardı. Aldılar da...
 
İslâm âleminin bu elîm âkıbetinde en kötünün, en acıklısının Osmanlı’nın kalbi Türkiye’ye düşmesi kaçınılmazdı. Asıl senaryolarını bizim için kurdular. Kâğıt üzerinde cetvelle çizilen sınırlardan tutunuz, bir çuval inkılâbla şuursuzlaştırmaya kadar bir yığın şenâatın hedef tahtası yapıldık. Alnımızın ortasından değil, ruhumuzun merkezinden, îmânımızdan vurdular.
 
İrfân ve inancımıza yönelmiş şenâatı defalarca yazdım, bu makalenin sebeb-i vücudu değil. Üzerinde durmaya çalıştığım husus, geleceğimizi tehdid eden, bağrımızın mütemâdiyen kanayan yarası: Kürt Meselesi.
 
Türklerle Kürtlerin bin yıldan beri birlikte yaşadıkları, bedihî hakîkat. Etle tırnak gibi değil, son bir asırda hücre hücre iç içe geçmişiz. Bu iç içeliğin birinci ve şenî sebebi, Kürtleri asimile ile Türklerin içinde eritmek düşüncesiydi. İskân politikaları, Kürtlere getirilen bin türlü yasak hep aynı maksada hizmet edecekti... Ama kaderî hikmet, bu ceberrut ve zâlim hedefi aşan bir rahmet eli olarak işledi: Milyonlarca âile doğdu, Türk-Kürt karması milyonlarca âile...
 
Kader, Türkler ile Türkiye Kürtlerini birbirlerinden asla ayrılamayacak, asla ayrıştırılamayacak şekilde birlik bağlarının belki de en kuvvetlisi akrabalık bağları ile bağlıyordu. Bugün üç milyon civarında doğrudan melez Türk-Kürt bu topraklarda yaşıyorsa, bunların temas ve tesir sahası en az yirmibeş otuz milyonu bulur. Evet, kader Türklerle Kürtlerin ayrılmalarını imkânsızlaştırmak istemiş: Ayrılamazlar...
 
O zaman yapılması gereken, düşmanların murad ettiği değil, aklın muktezâsı olan adımları korkusuzca atmaktır. Devlet, bir taraftan kendi Kürtlerinin Ankara menşeli yanlış politikalardan kaynaklanan problemlerini hiçbir tereddüd, hiçbir endişe ve korku taşımadan, saçma sapan bir takım muhâtab arayışlarından vaz geçerek, re’sen ve gönüllü olarak hızla çözmelidir. İnsan ve Müslim olmanın tabiî gereklerini yerine getirmeli, âyetle mevshuk “Mü’minler kardeşdir!” hakîkatini hayatlandırmalıdır.
 
Sonra Kuzey Irak’ta bir Kürt Devletinin kurulması için samimiyetle harekete geçmeli ve bu devletin, târihten gelen hak ve îtiyâdlarla, hamîsi olmalıdır. Bu, Türkiye için hem bir vecîbe, hem de bir haktır. Zirâ, Kuzey Irak Kürtleri kadar, onların akrabaları olan vatandaşımız olan Kürtlerin hukûku da bunu gerektirir. Nasıl ki dünyânın herhangi bir yerinde zulüm gören Türklere el uzatmak için çırpınıyorsak, dünyânın her yerindeki Kürtlere de el uzatmaya fıtrî hakkımız var...
 
Yetmez, Suriye’de sınırımız boyunca bir Kürt bölgesinin tesisine de kol kanat germeli, sahip çıkmalı; onların yanında olduğumuzu da ortaya koymalıyız. İran Kürtleri için de daha uzun vadeli bir çalışmayı aynı istikamette mutlaka başlatmalıyız...
 
Bu adımları samimî, kararlı ve korkusuzca atabilirsek; çok değil, on-on beş yıl zarfında Kuzey Irak ve Suriye Kürt bölgeleri ya bizimle kuvvetli bir birlik olur veya gönüllü eyaletlerimiz olarak yanımızda yer alırlar. Ve İttihad-ı İslâma kapı aralayan bir büyük çekirdeği hayatlandırmış oluruz. Türkiye, o zaman maddî ve mânevî bir çok meselesini geride bırakmış; bölgenin değil, dünyânın da lider devletleri safında ilk beşin arasında yerini almış olur...
 
Bu hayatî ve vukûu imkânsız olmayan tasavvuru, bugünkü iktidâr pekâlâ gerçekleştirebilir. Bunu yapma, en azından bu istikamette hızlı adımlar atma mükellefiyetinden kaçamazlar, kaçmamalılar. On yılda yaptıkları büyük hizmetler, elde ettikleri göz kamaştırıcı bir çok neticeyi bu hamle ile taçlandırmaları gerekir... Îmân ve inançlarının istikametinde bu iktidâr da yürüme cesareti göstermez veya isteksiz davranırsa, bunu kim yapacak? Ümid, temenni ve gayretlerimizin neticesi olan bu iktidâr da milleti dehşetli bir hayâl kırıklığına duçar ederse, bir daha nasıl toparlanacağız?..
 
Lütfen düşmanın asırlık habîs telkin ve tehditlerinin eseri korkularınızı bir kenara bırakınız; lütfen!..

Bugün