İttihat Terakki ve Bediüzzaman

İttihad kelimesi, kavramı ve icrası Bediüzzaman’ın hayatının en önemli misyonlarından. Bunun yanında Bediüzaman’ın aktif olarak hayata atılış döneminde ittihad kelimesinden doğan tarihi vakalar ve cemiyetler de var.

Osmanlı imparatorluğu inhitat devirlerine girerken, Bediüzzaman’ın en önemli gayretlerinden biri imparatorluğu oluşturan ümmetlerin ve milletlerin ittihadını sağlamaktı. Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışmaları bunun bir tezahürüdür, ayrıca eserlerinin de ana temalarından biri ittihaddır. Hem siyasi, sosyal ve hem de dinin neşrinde ve yayınında ittihad yine odak bir kelimedir.

İkinci meşrutiyetinden ilanından Mondros ve Milli mücadele dönemine kadar ittihad terakki dönemin siyasi ve tarihi hayatında baş aktörlerdendir.

Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti (1889-1902). Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını uzun süre çatısı altında barındıran bu örgütün temelleri, 2 Haziran 1889 tarihinde dört Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne öğrencisi tarafından atıldı. İbrâhim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûtî ve Mehmed Reşid, İttihâd-ı Osmânî adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar ve daha sonra bu okul ve diğer Osmanlı eğitim müesseselerindeki çok sayıda öğrencinin katılımıyla örgütün üye adedini hızla arttırdılar. Cemiyet kurucuları en önemlileri Hamamönü (Hatab Kıraathanesi) içtimaı, Midhatpaşa bağı (Onikiler) içtimaı ve Rumelihisarı (Boğaziçi) içtimaı olan çeşitli toplantılarla bir yandan üye sayısını arttırmaya, öte yandan etkin bir örgüt yapısı oluşturmaya gayret gösterdiler.

Bediüzzaman, İttihad Terakki Partisi veya cemiyetinin eserlerinde eleştirilerini yapar, çünkü o iyi bir gözlemcidir. Refet Bey’e yazdığı bir mektupta bir gözlemini anlatır. Bu gözlemde bu cemiyet içindeki bazı insanların İslama taraftar olduklarını ama mümin olmadıklarını ifade eder:

”Aziz, sıddık, ve ziyade müteharrî ve müstefsir kardeşim Refet Bey, 

Senin fâik zekân ve dikkatin, sorduğun suallerin çoğuna cevap verebildiği için, muhtasar cevap veriyorum, gücenme. Seninle çendan konuşmak istiyorum, fakat vaktim müsaadesizdir.

"Müslim-i gayr-ı mü’min" ve "mü’min-i gayr-ı müslim"in mânâsı şudur ki: 
Bidayet-i Hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizleri görüyordum ki, İslâmiyet ve şeriat-ı Ahmediye, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi ve kıymettar desâtîr-i âliyeyi cami olduğunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle şeriat-i Ahmediyeye taraftar idiler. O noktada Müslüman, yani iltizam-ı hak ve hak taraftarı oldukları halde, mü’min değildiler.”

Jön Türkler vatansever, ülkenin selameti ve Osmanlı ittihadı için çalışan bir cemiyet ama Müslüman cemiyet onları eleştirirken onların kusurlarını yayarlar. Bediüzzaman bu kusurları tahlil eder, çok insaflı bir eleştiri tablosu ortaya koyar. Çünkü o hareketi bütün yönleri ile gözlemlemiştir. Aslında bu ölçüler siyasi hayatınızın bütün döneminde geçerli mikyaslar miyarlardır. Özellikle bu mason kelimesi ta Namık Kemal’den itibaren bizim aydınlarımız hakkında kullanılmış ve onları insafsızca eleştirmişlerdir. Namık Kemal’den Demirel’e kadar bu kelime kullanılmıştır. Onların bir kısmı İslamiyet fedaileridir, diğer bir kısmı da millet fedaileridirler. Birinci kısım dindarlar, diğerleri ise jön Türklerdir, onlar dindar değildirler gereği gibi ama milletin selametine çalışmaktadırlar, bu sınıflandırma bugün için de geçerlidir.

Bediüzzaman’ın büyüklüğü bunu aşiretlere anlatmış ve onları aydınlatmıştır. İttihad terakki arasında ulema ve meşayih de vardır, hem de oldukça.

“Sual: "Eskiden beri işitiyoruz ki, bazı Jön Türkler masondurlar, dîne zarar ediyorlar." İstibdat, kendini ibka etmek için şu telkinatı vermiştir.  Bazı laubalilik dahi, şu vehme kuvvet veriyor. Fakat, emîn olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksat-ları dîne zarar değildir, belki milletin selametini temin etmektir. Fakat, bazıları dîne layık olma-yan barid taassuba müfritane ilişiyorlar. Demek, hürriyete ve meşrûtiyete hizmetleri sebkat eden veyahut kabul eyleyenleri Jön Türk tesmiye ediyorsunuz. İşte, onların bir kısmı İslâmiyet fedai-leridir, bir kısmı da selamet-i millet fedaileridir. Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihat ve Terakkîdir. Ve sizin şu aşairiniz kadar ulema ve meşayih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda bir takım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lakin yüzde ondur, yüzde doksanı sizin gibi mûtekid müslimlerdir.” (El –hükmü lilekser”Hüküm ekseriyete göre verilir.)

Bediüzzaman’ı tanımadığımız bir hakikattir, tanıtamadığımız da ayrı. Onun ikinci meşrutiyetten Mondros’a kadarki dönemde cereyan eden olayları siyasi kavgaları, kabine değişikliklerini, İttihad Terakki, Hürriyet İtilaf ve Ahrar’lar arasındaki çekişmeleri hükümdarın kabine değişikliklerinde rolünü iyi gözlemlediği görülür. Ama şu bir gerçek ki bu çekişmelerin ülkeye bir faydası olmamış. Bizimkiler İstanbul’da çekişirken Rumeli kaybedilmiş, düşman Edirne’ye kadar dayanmış, neyseki cesaretli bir hareketle Edirne bizde kalmıştır. Bu yüzden Bediüzzaman bu helaket ve felaket asrının içinde aktörlere yakın ve eleştirileri olan bir büyük siyaset felsefecisidir.

Yine bir gözleminde İttihad Terakki’den niçin ayrıldığı soranlara ayrılmadığını bazılarının onlardan ayrıldığını anlatır. Kendileri ile beraber oldukları Niyazi Bey ve Enver Bey sonra Paşa’dır.

"Sen Selanik’te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın? 

İrşad: Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim; lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur. fakat mukabillerinde garaz hissettiler; onlar da, tabiî, garaza ittiba ettiler.   ” O kadar ince düşünür ki ayrılanların da hamiyetinden şüphe etmez.

İttihad Terakki’i cumhuriyet öncesi dönemde yerinde eleştirileri ile sadrazamların icraatlarını eleştirir, bir nevi çok partili dönemin çağrıştırmasını yapar. Mesela ittihad Terakki Kamil Paşa hükümetine gönderdiği bir arızada aksaklıkları dile getirir. “Arıza 25Ekim 1908 tarihlidir. Bu irazada şu düşünceye yer verilmiştir. “ Halkın en fazla hoşuna gidecek konu memurların iyi seçimi ve eskiden beri zalimane bir biçimde memuriyetlerini icra edenlerin işten el çektirilmesiydi. Oysa Dahiliye nezaretini işgal eden Hakkı Paşa memur seçiminde çok yanlış davrandığı gibi bu konudaki şikayetler de çok yoğundur. Dışişlerinden zerre kadar vukuf ve behresi olmadığı anlaşılan Tevfik Paşa”nın bu bakanlığı ülkenin çıkarları doğrultusunda yönetmekten aciz olduğuna  kamuoyunun inancı tamdır.” Tevfik Çavdar, Türkiye’de Demokrasi Tarihi c, 104)

Bu yüzden Bediüzzaman İttihad Terakki’nin kusurlarına değil yaptığı haklı tavırlarından dolayı onların hamiyet ve iyilikseverliklerini kabul eder. Bediüzzaman bir padişahın tek başına ülkeyi idare etmesinin artık yüzyılın şartlarına uygun olmadığını böylece öne sürmez ama eleştirinin demokratik toplumda gerekliliğini kabul eder. Cumhuriyet ve demokratik hayatın lüzumunu savunmuş olur. Kullanmaz bu kelimeleri ama yaptığı odur, çünkü hitap ettikleri derin düşünemeyen avam insanlarıdır, onların zihinleri basit olduğundan onlara basit şekilde anlatır.

Aşağıdaki cümlede bu insaflı eleştirileri görülmektedir.

Sual: "Neden meşrûtî hükûmete ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?"

İttihad Terakki sadrazamlara yol gösteriyor Bediüzzaman da ittihad Terakki’ye .

“Cevap: Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise, zaten iyi. Yoksa, ta öyle olsunlar; yol gösteriyorum.“

Bediüzzaman İttihad Terakkinin mensuplarının değerini kabul ediyor ama, siyasilerinin şiddetine katılmıyor.

”Sual: "İttihat ve Terakkî hakkında reyin nedir?" 

Cevap: Kıymetlerini takdir ile beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete mûterizim. Me’mûldür ki, o şiddet nedamete ve şefkate inkılap etsin. Lakin, onların iktisadî ve maarifî (HAŞİYE: Adaletin tevziinde adalet olmazsa, zulüm görünür. Bir hatır için bin hatır kırılmaz. Şiddet ayrı, hamiyet ayrıdır. Bir hodpesent hakkı iltizam etse, çokları haksızlığa sevk eder, belki mecbur eder.”

Dini duyguların şefkat ve merhametin gelişmemesi şiddeti doğuruyor, o gün de öyle bugün de. Hamiyet, dini hamiyetle birleşince tam tesirli oluyor. Çıplak milliyet fikri şiddeti doğuruyor.

Onların, yanı bazı ittihatçıların dini duygularının ve amellerinin olmayışının zararlarını Sakarya savaşından sonra Ankara’da Mustafa Kemal’e sunduğu bir yazısında anlatır. O din ile milliyetin birlikte olmasından yanadır.

Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan frenkler, dindeki lâkaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki, İttihatçılar o kadar harika azim ve sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâmın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler. “

Bediüzzaman her zaman eğitimden üniversiteden yanadır. Goethe’ye sormuşlar, “ne yapalım“ diye o da “okul açın” demiş. İttihatçılarla birlikte Kosova’ya gider, orada bir üniversite açılacaktır, orada ittihatçılara ve Sultan Reşat’a böyle bir üniversitenin doğuda açılmasının daha isabetli olacağını söyler, onları ikna eder fakat tarihi olaylar ve yıkılışlar bu teşebbüsünü akim bırakır.

“Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstadımıza söyledik. O dedi:

Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilâyat-ı şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. 
Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: "?ark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir." 
O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: "Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz." Kabul ettiler. 
Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı. 

Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: "Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz." Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: "Bunu mebuslar imza etmelidirler." 

Otuz Bir Mart olayında olayı tezgahlayanlara karşı oluşunun bir nedeni de onların ittihatçılara karşı olmasıdır.” Yüzde doksanı İttihat ve Terakkinin aleyhinde, hem onların tahakkümü ve istibdadı aleyhinde bir hareket idi.” İttihad terakki olumsuzlukları yanında hamiyeti ve vatanseverliği ile bir değerdi.” Bu cümleyi de Hurşit Paşa’nın idaresindeki sıkı yönetim mahkemesine karşı söyler. İhtilalcilerle ittihatçıları bir tutmamakla kimden yana olduğunu belirtir.

Bediüzzaman’ın bizim tarihi ve siyasi akışımızı çok yönlü değerlendirir, ama ittihatçıların ve o dönem partilerinin ükeyi on yılda getirdiği nokta istiklal savaşıdır, ondan da millet yüzünün akı ile çıkmışsa da koca bir imparatorluk yıkılmıştır, o ise her zaman öğrenmek öğretmek ve okul ve üniversiteden yana olan bir büyük ıslahatçıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum