İstiklal Marşı’nın kabul seyri

Yıl 1920 birkaç cephede savaşan milletin bir milli marşı yoktu. Ordu , asker  ve milletin moralini yükseltecek bir marş gerekliydi . Akif, ideal adam, diğergam adam, milletini düşünmekten başka bir şeyi gayeyi aksa yapmamış adam, velhasıl adam zarfını dolduracak nitelikte benzeri olmayan bir kişilik. Kastamonu ilçelerinde dolaşırken halkı uyarırken bir milli marş isteğinin ilanını duyar. Bir iş yapmak istesenizde muhayyileniz , karihanız, ıstıraplarınız, bakış açınız, ruhsal dinamizminiz velhasıl sizi yapabilir iradesine kavuşturacak şeyleriniz yok ise yapamazsınız, hep ben de öyle yapsaydım temennisi ile geçer ömrünüz. Bu ruhsal zenginlik sahibi olan insanlar yapacakları işi birden önlerinde bulurlar. Zavallı Ali Kemal böyle bir ihtiyacı alaya alır.

Bir yarışma açılmış birçok eser yazılmış ama kayda değer bulunmamışlardı. Hamdullah Suphi Akif’in yarışmaya katılmadığını görür, onun bir milletin marşını bir ödül karşılığı yazmak gibi garip bir durumu kabul etmesi mümkün değildi. Mabudu menfaat ve para olan  insanların bunu anlaması imkansızdı. Ama Akif’in psikanalizi yapılırsa onun bizim tarihimizin en zengin ruhlu adamlarından biri olduğu görülür. Menfaat kelimesi ile Akif tanışmamış bir insandır. O para ve mansıb ve menfaatin insan ruhunu nasıl darmaduman ettiğini anlatmak mümkün mü. Freud’un insanın bütün faaliyeti onun ruhunun tezahürüdür demesi bunu doğrular. Bütün ömrü sefil istekler elde etmek için geçmek  nasıl bir azap, her şeyin önünde eğilmek arşın kürsünün sahibinin karşısında kavak gibi durmak. Hakkına kafayı takmışın hak perestliği ile Hakk’ın hatırı alidir diyenin hakperestliği ne kadar farklı şeyler.

Hamdullah Suphi Bey Akif’e bir mektup yazar, ödül konusunun bir şekilde  halledileceğini söyler. Nasıl onu tanımış Hamdullah Suphi. Ne güzel bir mektuptur. “Pek Aziz ve Muhterem Efendim, İstiklal marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husülü için son çare  olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyiç vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim 5 Şubat 1921.”

Mektupdaki zerafete bak, nasıl bir büyük adam diğer bir büyük  adamdan rica ediyor bir büyük maksadın  ifa edilmesini. Zerafet diye bir şey kalmadı, her yerde kabalık, her yerde ..

Akif, olmadı Hazreti Akif, Tacettin Dergahındaki odasına çekildi ve istiklal Marşı’nı yazdı. Marş 17  Şubat 1920 de yayımlandı. Mektubun gelişi ile şiirin yayını arasında on iki gün var.O şiir kariha ile beraber hazır bir ruhun infialidir. Birkaç cephede savaşan bir milleti gören ve duyan, ateşin içinde yürüyen bir ruhun ve bedenin infialidir. Çocuk dokuz ayda acip bir terkiple kainatın en büyük sanat odasında hazırlanır ama birkaç dakikada doğar. Bir bebeğin bin kadar azası var, o azalar hangi mimari ve sentez ile bir araya getirilir dokuz ayda  gözünü dünyaya açar. Ona hilkati acibe der Bediüzzaman ya ne desin. Bilim bu yoğurmanın ve ruhsal özellikleri bir et yığınına yüklemenin izahını yapamaz. Ne kadar zengin doğar ne kadar fakir yaşar basit istekler uğruna heba olur, omuzlarda toprağa veriliriz. Akif in bu şiiri yazdığı oda Tacettin Dergahındaki oda, Ankara’yı bir kasabadan birden bire büyük bir şehir durumuna getiren mutlu doğumun mekanı bir dergah. Kainat kitabının besteyi Rabbanisi, bütün anlamların kendinden doğduğu ümmül kitap bir mağarada doğuşun ilk ışıklarını verdi. Bir büyük ışık huzmesi mağaraya girdi, o Resul –i Kibriyanın görmediği bir ışıktı, nasıl bir giriş, ve kainatın en anlamlı işini ona söyledi, emri Rabbaniyi ilka etti “oku.“

Marş intişar etti. İlan bir saygı ve edep örneği.

“Şair-i Azam ve muhterem Mehmet Akif Beyefendi üstadımız İstiklal Marşı ünvanlı bedia-ı nefiselerinin ilk neşri şerefini gazetemize lütuf buyurdular. Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi ve mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı kemal-i hürmet ve mübahatla derc ediyoruz. “

Şiir mecliste görüşüldü, konuşuldu, karizmatik ve temsili hüviyeti büyük alkış aldı. Refik Koraltan marşın ayakta dinlenilmesini istedi. Başkan milli marş olarak kabul edildiğine göre ayakta dinlenebileceğini hatırlattı. ”Buyurunuz Efendim“ dedi Hamdullah Suphi kürsüden marşı yeniden okudu . Üyeler ayakta ve sürekli alkışlarla dinlediler. Tarih 12 Mart 1921 saat 17.45  idi. Mehmet Akif heyecanından ve mahcubiyetinden mecliste duramamış  dışarı çıkmıştı. Marşın okunduğu 1 Mart’ta   Akif için büyük bir gün olmuştu, Eşref Edip’in ondan naklettiğine göre hayatında hiç bu kadar heyecanlı bir gün yaşamamıştı.

Ankara’da kış soğuk geçiyordu. Mehmet Akif’in paltosu yoktu. Buna karşılık Hamdullah Suphi ile yaptığı anlaşma sonucu verilen 500 liralık ödülü  yoksul kadın ve çocukların iyş öğreterek sefaletlerine son vermek amacıyla kurulan Darülmesai’ye bağışladı.

Akif meclisin gösterdiği takdire Sebilürreşatta teşekkür ediyordu. Ve”avn-i ilahi ile yakında tam bir halas  ve istiklal zamanlarının hululünü temenni ediyordu. “

İkinci İnönü zaferinden sonra Ankara’da yapılan coşkun sevinç gösterileri sırasında İstiklal Marşı okunur. İzlenimler anlatılır Hakimiyeti Milliye’de. “Dua bittikten sonra Hamdullah Suphi Bey tekrar çıktı ve Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen İstiklal Marşı’nı kuvvetli belagatiyle inşat eyledi. Cemaat fahr ü sürurdan o kadar heyecanlandı ki bugünkü zafere ait binlerce neşideler dinlemek istiyordu.”

Saraya bağlı Muzıka-i Hümayun şefi olan Zeki Bey şiiri yine bir heyecanlı günün tahriki ile  besteler.

Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra evimde oturuyorduk kapı çalındı. İlkokul öğretmeni İnsan Merhum geldi . Büyük bir heyecan içinde süvarilerin İzmir’e girişlerini anlatmaya başladı. Hepimiz coşmuştuk , hemen kalkıp piyanonun başına geçtim ve derhal içimden doğan  parçayı çalmaya başladım. Böylece marşın akoru çıktı.Arkadaşlarım “ aman dediler çok güzel şey olacak “ bunun üzerine ihsana İzmir ‘in kurtuluşunu ve büyük zaferi bütün teferruatıyla anlatmasını rica ettim . O anlattı ben çaldım , böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım . iki gün sonra beste bitti , götürüp arkadaşlara gösterdim ,  çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği milli marş olarak takdime karar verdim  ve kıymeti hakkında daha kati bir karar edinmek  maksadıyla besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne  gönderdim. On gün sonra gelen mektupta eserin çok orijinal olduğunu ve melodisinin Türk milletinin ihtişamına yakışacak şekilde olduğunu belirtilerek tebrik ediliyordum.

Ankara Palas’ta bir zafer balosu verilir. Mustafa Kemal gece yarısı baloya gelir, tam o sırada Zeki Üngör marşı çalmaya başlar. Mustafa Kemal ve salon doldurmuş olan davetliler marşı kıpırdamadan bir huşu içinde dinlerler. Böylece istiklal Marşı Türkiye’de ilk defa resmen çalınmış olur.

Akif 1936’da Mısır’dan yurda dönünce İstanbul’da son günlerini yaşarken bazı arkadaşları kendisini ziyarete gitmiştir. Söz istiklal Marşı’ndan açılınca Akif’in gözleri büyümüş ve parlamıştır. Hastabakıcının yardımı ile hasta yatağından doğrularak şöyle demiştir: ”İstiklal Marşı o günler ne samimi ne heyecanlı  günler idi. O şiir milletin o günkü heyecanının  ifadesidir. Bin bir fecayi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda  yazılan o marş  o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O  şiir bir daha yazılamaz, onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir, o milletin malıdır, benim milletime karşı en kıymetli hediyem budur.“

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum