İstanbul İstanbul…

İstanbul dünyanın en güzel şehri dense yeridir. Allah nasıl insani bütün esmasının hülasası olarak yaratmıştır. Allah sanatkardır, O’nu büyük sanatkar diye ifade edemeyiz çünkü büyük neye göre büyüktür. Allah’ın büyüklüğü mukayese ile doğmaz, o mutlak güzeldir, kayıtsız güzeldir. Her bahar mevsiminde dünyaya gözünü açan insanlar, bitkiler, hayvanlar, çiçekler daha sayısız canlı ve nesne O’nun sanat kalemi ile biçimlendirilmiştir. Kur’anımız itkan ve ittikan, hüsün ve ondan doğan ahsen, tahsin, muhsin kelimelerini kullanır. Bir de bedii var bir de acip var, Kur’an‘ın estetik düzeni üzerine çok şey söylenmemiş çünkü bir din kitabı olmanın ötesinde Allah’ın kendi sanat eserlerini, harikalarını anlattığı bir sanat mecmuasıdır, yarattığı herşeyi kendi vasfeder. O aynı zamanda Muhsindir çünkü yaptıkları güzeldir, güzellik zatında değil birinin inayeti ile olan bir durumdur. Pagan döneminde insanlar harika güzelliklere secde ederlermiş, hem haklılar hem haksızlar çünkü güzelliğin arkasında onu ihsan edeni, biçimlendireni onlar görememişler, vahyin ışığı olmadan peygamberler bile onu beklemişler. O ışık onların akıl ve zihnine çarpınca birden herşeyi farklı görmüşler. Mağarada Cebrail ile görüşüp ilk ayet ile muhatap olunca koşarak panik içinde evine dönmüş konuşmamış beni ört demiş eşine. Hazret-i Ömer Taha suresini okuyunca o da birden bire değişmiş hemen orada eniştesi ve bacısının yanında müslüman olmuş. Levenzelna suresinde, bir dağın üzerine konsa o dağ korkusundan Allah’ın haşyetinden titrer diyor.

Çok millet ve devlet İstanbul’u ele geçirmek istemiş ama Allah onu bize nasib etmiştir. Bu da bizim özel bir mazhariyetimizdir. Padişahların tac giydiği Eyüb el Ensari’nin makamı mukaddesi İstanbulda’dır, Fatih oradadır, Yavuz oradadır. O kadar zengin bir şehir ki, bizim zenginliklerimiz onun yüzündendir. Alimlerimiz, tarihimiz, zaferlerimiz, mimari eserlerimiz ile ahirete taşınması temennisiyle biz hepimiz İstanbulluyuz.

Preveze Deniz Zaferi kazanılınca askerler İstanbul’a döndüler. İnsanlar onları karşıladı. Neler oldu neler? Yavuz, Mercidabık Ridaniye’yi kazanıp Halife olarak İstanbul’a döndüğünde neler yaşandı, ah bir sinemamız olsaydı. Sakarya Savaşı, istiklal savaşı, Çanakkale kazanıldıktan sonra İstanbul neler yaşadı, ne büyük ızdıraplar ne büyük zaferler gördük, bahtımı sorguluyorum.

Divan şairleri, halk şairleri, dervişler, sanatçılar, romancılar, yazarlar İstanbul’u anlatmışlar. Bunlardan en önemlisi Yahya Kemal’dir, ondan ince aşağıda şiirini kasidesini verdiğimiz divan şairi Nedim’dir.

İstanbul Bediüzzaman’ın hem güzelliğine hayran olduğu hem de hitabet kürsüsünün en önemlisidir, oradan açılmıştır Osmanlı ülkesine ve dünyaya. Önceki dönem eserlerinin bir çoğunu orada yazmıştır.

Hem üç yüz otuz beş senesinde İstanbul’da tab edilen Katre, Şemme, Habbe, Habbenin Zeyli ve Ankara’da Yeni Gün Matbaasında Zeylinin Zeyli ve Ankara Matbaasında tab edilen Hubab ve İstanbul’da tab edilen Zühre ve Şûle gibi risaleleri hâvi Arapça matbu bir mecmuamı ve İstanbul’da on beş sene evvel tab edilen Sünuhat isminde kıymettar iki matbu risalemi ve hem biraderzadem Abdurrahman tarafından on beş sene evvel İstanbul’da tab ettirilen Tarihçe-i Hayatımın bir kısmına ait matbu risalemden üç nüshası tamam ve beş-altı nüshası noksan kitaplarımı ve hem de İstanbul’da yeni huruf çıkmadan evvel tab ettirdiğim Onuncu Söz namında gayet kıymettar haşri ve kıyameti gündüz gibi ispat eden risalem…

Said Nursî, en zarüri ihtiyacın eğitim olduğu kanaatine varmış; bunun için de şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurulmasını temin için yardım istemek maksadıyla 1907’de İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da da ilim dünyasına kendisini kısa sürede kabul ettiren Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle, o günlerde Osmanlıyı ve İstanbul’u çalkalayan hürriyet ve meşrûtiyet tartışmalarına katılmış; meşrütiyete İslâm nämına sahip çıkmıştır.1909’da patlak veren 31 Mart Olayında yatıştırıcı bir rol oynamış; buna rağmen, haksız ithamlarla Sıkıyönetim Mahkemesine çıkarılmış, ancak beraat etmiştir. Bu hädiseden sonra İstanbul’dan ayrılarak şarka dönmüştür.

Birinci Dünya Savaşının patlak verdiği günlerde Van’da bulunan Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cepheye koşmuştur. Vatan müdäfaasında çok büyük hizmeti geçmiş; savaşta birçok talebesi şehit olmuş; kendisi de Bitlis müdafaası sırasında yaralanarak esir düşmüştür. Yaklaşık üç yıl Rusya’da esåret hayatı yaşadıktan sonra Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul’a dõnmüştür.

İstanbul’da devlet ricälinin ve ilim çevrelerinin büyük teveccühüyle karşılanmış; Dârü’I-Hikmeti’I-İslâmiye âzâlığına tâyin edilmiştir. Bu devrede, resmi vazifesinden aldığı máaşla kendi kitaplarını bastıran ve bunları parasız dağıtmıştır.

Bediüzzaman İstanbul’a Dünya Cenneti der, çok sever ve yürür tarihi ve tabii atmosferini seyreder.

Bediüzzaman demek eğitim demek. Bütün hayatı kitap okuma, yazma, dershane açma, açmayı teşvik etme üzerinde geçmiştir. Bunun dışındaki şeyler onun hayatı ve mücadelesinde çok az nisbetinde vardır. Bu kadar gayret ve tehalükle bu milletin dini ve diğer cehaletlerini önlemek için çalışan insan illa da yanlış anlaşılmıştır ama bu dünyadaki bütün eazımın kaderidir. Necip Fazıl “Beni kimsecikler anlamaz zaten sen öp seccadem” demiş. Yolu ve tezi ne olursa olsun Nazım da Hüseyin Cahit de, Yahya Kemal, Namık Kemal, Kemal Tahir de hep yanlış anlaşılmışlardır ama onlar direnmiş düşüncelerini yaymışlardır. Fikrin ve aksiyonun haysiyetine inanan kimselerdir.

İstanbul’u seven bir İstanbul çocuğu da Orhan veli Kanık’dır.

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;

Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Yahya Kemal’in İstanbul’la ilgili şiir ve yorumları uzun gider, burada bir dindar semt olan Atik Valide semtinde Ramazan günkü izlenimlerini anlatır.

Yahya Kemal Beyatlı - Atik Valide'den İnen Sokakta

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler.  Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükuneti;
Semtin oruçlu halkı,süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkıra kızcağızları
Az çok yakında hissettiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri,

Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri.
Ya Rab nasıl ferahlı bu alem,nasıl temiz!

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime:
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı,çok şükür."

Der-Vasf-ı Sa'd-âbâd u İstanbul Der-Zımn-ı Medh-i İbrahîm Pâşâ

(İstanbul’un ve Sadabad’ın Özellikleri ve Zımmen İbrahim Paşa Övgüsü)

Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır

Bir sengine yek-pâre 'Acem mülkü fedadır

(İstanbul şehrine değer biçmek mümkün değildir. Onun bir taşına bütün Acem/İran devleti feda edilir.)

Bir gevher-i yektadır iki bahr arasında

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır

(İki deniz arasında eşsiz bir cevherdir, dünyayı aydınlatan Güneş ile tartılsa yeridir.)

Bir kânı-ı ni'amdır ki anun gevher-i ikbâl

Bir bâğ-ı İremdir ki gülü izz ü ulâdır

(O bir nimet madenidir ki onun süslü geleceği, gülü yüce ve aziz İrem Bağı’dır.)

Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ

El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u havadır

(Cennet-i Ala onun üstünde midir altında mıdır? Doğrusu onun hali, suyu, havası ne hoştur.)

Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet

Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır

(Her bahçesi bir hoş çimenlik, her köşesi bereket ve zevk dolu meclistir.)

İnsâf değildir anı dünyâya değişmek

Gülzârların cennete teşbih hatâdır

(Onu dünyaya değişmek insafa sığmaz; gül bahçesini Cennet’e benzetmek hata olur.)

Herkes erişir anda muradına anunçün

Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır

(Onda herkes isteğine kavuşur çünkü dergahları rica erbabının sığınağıdır.)

Kâlâ-yı ma'ârif satılır sûklarında

Bâzar-ı hüner ma'den-i 'ilm ü 'ulemâdır

(Pazarlarında maarif kaleleri satılır. O, ilim ve alimler madeni, hüner pazarıdır.)

Camilerinin her biri bir kûh-ı tecelli

Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du'âdır

(Camilerinin her biri görünür bir dağdır. Onlardaki dua mihrapları meleklerin kaşı gibidir.)

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr

Kandilleri meh gibi leb-rîz-i ziyadır

(Mescitlerinin her biri nurlar saçan ummandır; kandilleri ışık saçan ay gibidir.)

Ser-çeşmeleri olmada insâna revan-bahş

Germ-âbeleri cana safa cisme şifâdır

(Pınarları insana hayat verir. Sıcak suları (kaplıca/hamam) ruha zevk, bedene şifadır.)

Hep halkının etvârı pesendîde vü makbul

Derler ki biraz dil-beri bî-mihr ü vefadır

(Bütün halkının tavırları hoş ve güzeldir. Derler ki güzelleri biraz acımasız ve vefasızdır.)

Şimdi yapılan 'âlem-i nev-resm-i safânın

Evsâfı hele başka kitâb olsa sezadır

(Şimdilerde yapılan yeni eğlence törenlerinin dünyası, özellikleri başka bir kitapta anlatılsa yeridir / daha iyi olur.)

cesme.jpg

Sultan II. Mahmud döneminde Sâdâbâd Sarayı’nı tasvir eden Preault tarafından çizilmiş gravür Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi

Nâmı gibi olmuşdur o hem sa'd hem âbâd

İstanbula sermâye-i fahr olsa revadır

(O namı olmuştur hem yüz hem sonsuz/mamur; (Sadabad) İstanbul’un övüncünün sermayesi olsa yakışır.)

Kûhsârları bağları kasrları hep

Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safadır

(Bütün dağları, bağları, köşkleri tamamen şevk, eğlence, zevk ve sefadır.)

İstanbulun evsâfını mümkin mi beyan hiç

Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra du'âdır

(İstanbul’un özelliklerini beyan etmek hiç mümkün değil. Amaç, cömert vezirazama dua etmektir.)

Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh

Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır

((O) yüce ve şan sahibi Padişahın seçkin damadı, vezirlerin övüncü, güleç yüzlü vezirdir.)

Hem-nâm-ı Halil olmağ ile zât-ı şerîfi

Ahdinde cihan pür-ni'am-ı cûd u sehâdır

(Zat-ı alileri, Halil ile aynı isme sahip olduğu için, sözünden dünya nimet, ihsan ve cömertlikle dolar. )

Devşirmededir saçdıgı ihsanı şeb ü rûz

Pîr-i feleğin anun içün kaddi dutadır

(Onun saçtığı ihsanları gece gündüz topladığı için ihtiyar feleğin boyu iki büklümdür.)

Ser-pençesinin nâmı lîsân-ı kudemâda

Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı 'atadır

(Onun güçlü elinin eskiler lisanında adı; himmet deryası, cümertlik madeni, hediye denizidir.)

Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde

Nûr ibni süheyl ibni reşad ibni zekâdır

(Soy kütüğünde onun düşüncesinin künyesi, nur ibni süheyl ibni reşad ibni zekadır/ zekanın oğlu hak yolun oğlu Süheyl yıldızı oğlu nurdur.)

Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşan güherinden

Sîmâ-yı ahâlî-i sitem kâh-rübâdır

(Parlak kılıcının korkusundan saçılan cevherler, şikayet eden ahalinin simasında kehribardır.)

Hâtem-sıfatâ tab' u dil ü dest-i kerîmin

Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i 'atadır

(O cömerdin eli, gönlü, kuvveti, hatem-sıfatlılara himmet deryası, cömertlik madeni, hediye bulutudur.)

Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden

Şahs-ı feleğin çehresi yâkut-nümâdır

(Cömert elinin kadehinin bereket eserlerinden, feleğin yüzü yakut gibi görünmektedir.)

Ey sadr-ı keremkâr ki dergâh-i refî'in

Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır

(Ey cömert Sadrazam, yüce dergahın gönül ehline rica ve ümit makamıdır.)

Sensin o cihan-sadr felek-pâye ki dâ'im

Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır

(O, dünyanın yüksek rütbeli Sadrazamı sensin ki daima mutluluk ve şeref, sarayının perde açıcısıdır.)

İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr

Kullukdur onun pîşesi dahi neye kadir

(Hayret, cömert Sadrazam, ihlasla kulluk etmektedir. Onun mesleği kulluktur ve bu nelere kadirdir.)

Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma'ârif

Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır

(Senin devrinde, marifet erbabı fırkası, başsız ve ayaksız feleğin eziyetinden asudedir/kurtulmuştur.)

Iydın ola ikbâl ü sa'âdetle mübarek

Günden güne ikbâlin ola gün gibi zahir

(Bayramın mutululuk ve saadetle mübarek olsun. Gün geçtikçe makamın güneş gibi görünür olsun.)

Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sabit

Hep 'âlemin etdikleri şimdi bu du'âdır

(Bütün alemin ettiği dua şudur: Allah seni sadrazamlığında/makamında değişmez ve devamlı kılsın.)

Ey sadr-ı cihanbân ede Hak devletin efzûn

Kim devletin erbâb-ı dile lulf-ı Hudâdır

(Ey dünyayı koruyan Sadrazam, Allah saadetini artırsın ki senin idaren gönül ehline Allah’ın lütfudur.)

Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-sân

Müstağrak-ı lûtf u kerem ü cûd u 'atadır

(Ey şanlı Vezir! Kısaca, Nedim kulun hediye, ihsan, cömertlik ve lütfuna gömülmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum