İsrâiloğulları azgınlıktan ve hasedden dolayı ihtilâfa düştüler

İsrâiloğulları azgınlıktan ve hasedden dolayı ihtilâfa düştüler

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Casiye Suresi 14-19. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

14 . (Ey Resûlüm!) Îmân edenlere de ki, Allah’ın (cezâlandırma) günlerini(n geleceğini) ummayan kimseleri bağışlasın (aldırmasın)lar; tâ ki (Allah), her topluluğa kazanmakta olduklarının karşılığını versin!

15 . Kim sâlih bir amel işlerse, artık kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa, o takdirde kendi aleyhinedir. Sonra ancak Rabbinize döndürüleceksiniz.

16 . And olsun ki, İsrâiloğullarına kitab, hüküm ve peygamberlik verdik; onları temiz şeylerden rızıklandırdık ve kendilerini (o zamanki) âlemlere üstün kıldık.

17 . Hem onlara bu emir hakkında (din husûsunda) açık deliller verdik. Fakat (onlar), ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlıktan (ve hasedden) dolayı ihtilâfa düştüler. Şübhesiz ki Rabbin, üzerinde ihtilâfa düşegeldikleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir.

18 . Sonra da seni o emir hakkında (din husûsunda) bir şeriat (bir yol ve usûl) üzerinde kıldık. (*) Artık (sen) ona tâbi‘ ol; ve bilmeyenlerin (nefsânî) arzularına uyma!

19 . Çünki onlar, Allah’dan (gelecek) hiçbir şeyi senden def‘ edemezler. Ve şübhesiz ki zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takvâ sâhiblerinin dostudur.

(*) “O bürhân-ı Hakk (Hakk’ın delîli) ve sirâc-ı hakîkat (hakîkat güneşi olan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm), öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki; iki cihânın saâdetini te’mîn edecek desâtîri câmi‘dir (düsturları içinde toplamıştır). Ve câmi‘ olmakla berâber, kâinâtın hakāikını (hakîkatlerini) ve vezâifini (vazîfelerini) ve Hâlık-ı Kâinât’ın esmâsını ve sıfâtını (kâinâtın yaratıcısının isimlerini ve sıfatlarını), kemâl-i hakkāniyetle (dosdoğru) beyân etmiştir.

İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhît (kuşatıcı) ve mükemmeldir ve öyle bir sûrette kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf eder ki, onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinâtı yapan zâtın, o kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf edecek bir beyannâmesidir ve bir ta‘rifesidir.

Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münâsib bir ta‘rife yapar. Kendini vasıflarıyla göstermek için, bir ta‘rife kaleme alır. Öyle de, din ve Şeriat-ı Muhammediye’de (ASM) öyle bir ihâta (kuşatıcılık), bir ulviyet (yücelik), bir hakkāniyet görünüyor ki, kâinâtı halk ve tedbîr (yaratan ve idâre) edenin kaleminden çıktığını gösterir. O kâinâtı güzelce tanzîm eden kim ise, şu dîni güzelce tanzîm eden yine O’dur. Evet o nizâm-ı ekmel (kâinâttaki en mükemmel düzen), elbettebu nazm-ı ecmeli (en güzel bir tertîb olan İslâmiyet’i) ister.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 91-92)