Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlâs

Risale-i Nurların en uzun bahislerin başında, 20. ve 21. Lem'alara konu olan ihlâs gelmektedir. Nurları daha ilk tanıdığım yıllarda bana yapılan hücumlara cevap için, bana hep ihlâsa dayanalım, tavsiyesi yapılırdı. Ben de daha mahiyetini bilmediğim ihlâs için, nedir ki bu ihlâs, ona dayanınca hücumları durdurmuş, sorulan sorulara da cevap vermiş olacağız, diye hep merak içinde olmuşumdur.

29. Mektubun 6. Kısmındaki şeytanın desiselerini okurken, birinci desise olan hubb-u cah (makam sevgisi) bahsinde, "İslamiyet'in bir sırr-ı esası olan ihlâs" terkibini ve devamını okuyunca; bu muazzam ve her şeyin başı olan ihlâsın önemli bazı yönlerini ve olmazsa olmazlarının sebeplerini fark etmiş oldum.

İhlâs, İslamiyetin esaslı bir sırrı idi ama onun da keşfedilmesi gereken sırları, çözülmesi gereken düğümleri, inilmesi gereken derinliği, kavranması gereken cihetleri, kafa yorulması icab eden mâna yoğunluğu; hepsinden önemlisi de yaşanmadan anlaşılmayan ve müşahedesi zor mâhiyeti ve kirâmen kâtibin meleklerinin bile muttali olamadıkları için yazamadıkları, şeytanın da vakıf olamadığı için bozamadığı ince ve ulvî hususiyetleri vardı. 

Aklım tam anlamazsa ve kalemimden net ifadelerle ortaya koyamasa da ihlâs için, benden tek cümlelik ifade isteseler; âcizane, "Allah'ın huzurundaki edeb." derdim.

İhlâsın mayasında, rıza-i İlâhi varsa da insanı ona götüren de o huzurdaki edep olmalı.

"Huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak, o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyadan kurtulup ihlâsı kazanır." O huzurun edebi, insanı sadece rüyadan mı kurtarır. Hayır. Hem temkin verir, vicdanı uyanık tutar, kalbi hüşyar kılar, aklı dikkate sevk eder. 

Yalnız bunun devamındaki "Bunda çok deracât, merâtip var." cümlesi, öncesine mi sonrasına mı bakıyor tahayyürdeyim. Yani deracât, edebin çok derecesine mi yoksa onun böyle olduğunu anlamanın derecesine mi bakıyor, kestiremedim.

Bir padişahın huzurunda bulunurken, onun bize teveccühünü celbe çalışmayı bırakıp da orada bulunan süs eşyalarına göz koyup onlara sahip olmanın hesabı ile meşgul olsak, ne garip düşer değil mi? O edebe ne kadar hürmetsizlik ve kadir bilmezlik olur? 

İşte bu dünya sarayında da "her an huzurdayız." Her yönelişimizle, bakışımızla hatta her fiilimizin mayası, muharriki ve âmelimizin değer ölçüsü olan ve kömürü elmasa çeviren, ihlâsın da esası sayılan niyetimizle de öyleyiz. 

Öyleyse bu huzurdaki vaziyetiyle bir insan:

-Onun teveccühünden başka bir şey arar mı? 
-Ondan başkasına yönelir mi?
-Onun verdiği emanetlere hıyanet hükmündeki günahlara dalar mı?
-Onun namına olmayan bir işe girişir mi?
-Onun onayı olmadan bir kıpırdama yapar mı?
-Onun huzurunda bulunmanın neşesini duymaz mı?
-Onun vereceği bir mükafattan  başka şeylere tenezzül eder mi?
-Onun huzurunda diğer kardeşleriyle kavga edip onların kalbini kırar mı? 
-Ondan ne gelirse gelsin razı olmaz mı?
-Onun bize yapacağı tebliği ve gönderdiği  tebligatçıyı heyecanla, merakla dinlemez mi?
-Onun huzurunda devam eden yolculuğunu unutur mu?
-Onun huzurunda bütün meziyetlerinin Onun ihsanı olduğunu bildiği halde,  kendini başkasına  satmaya çalışıp faziletfuruştluk yapar mı? 
-Yine Onun huzurunda malâyaniyat, gıybet, Ona  bir nevi iftira niteliğindeki yalana tenezzül eder mi?
-Onun külli ve hesapsız hediyelerinden tenasi edip menfaat-i şahsiye ve cüz'i menfaatlerin peşinde olur mu?

İşte ihlâs, bu tavırların bütününü muhtevî ve ancak tevhid-i kıble ile kazanılan, bizi âbid bir mü'min,muttâki bir Müslüman derecesine çıkaran, yönümüzü ve yüzümüzü malâyaniyattan alıp sadece hizmet-i Mevlâya çeviren ve bu yolda bizim en büyük gücümüz, en kısa yolumuz, ve en esaslı düsturumuzdur.

Bu düsturla hareket eden neticeye bakmaz. Sadece hizmete ve bu yoldaki eksiklerine, yapabildiklerinin düzgünlüğüne ve yapabileceklerine bakar. Bunların planları ile uğraşır. Bu düsturu kabul eden ve bunun sırrını çözen, hiçbir şartta ümitsizliğe düşmez. Neticenin kendisine ait olmadığını bildiğinden, bu yolda şevki ve şükrü bitmez, yorulmaz, kızmaz. Sadece hikmeti ve hizmeti arar.

Bunun sırrına eren ve bunu elde eden, bu yüksek kuleden düşmemek için, daima uyanık olur. Kardeşini tenkit etmez, tercih eder. Şahsına değil, şahs-ı mâneviye itimad eder. İnfiradî değil, içtimâî olur.

Evet dostlar, İslâmiyet'in esaslı bir sırrı olan ihlâs, anladığım kadarıyla, ancak bütün bunlar lisan-ı hâle dökülünce elde edilebiliyor. Yani on beş günde bir defa satırları okumakla değil. O satırlar sadrlara girip amele dönünce, yani onlar telebbüs edilince ihlâs kemâle eriyor. O zaman hem devam  edilebiliyor hem de sahibini o yüksek kulenin başında tutuyor. Her âmelin değeri, ihlâsı ile ölçüldüğüne göre, siz nasıl hassas bir durumda olduğumuzu varın hesap edin.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum