İslam’ın hüccetleri, nübüvvetin şahitleri

Kutlu doğum haftasının sünuhatından veya tevafuklarından olacak nereye el atsam nübüvvet işaretleriyle ve izleriyle karşılaşıyor ve onları temaşa ediyorum.  Karşılaştıklarım bana Molla Cami’nin Şevahidünnübüvve/nübüvvet şahitleri adlı eserini hatırlattı. Sözgelimi Fransa’nın tanınmış birkaç pozitivist filozofundan birisi olan Volter’in sıdkı Hıristiyanlıktan ve ricalinden (clergy) sıyrılırken aksine İslam’ın duru ve berrak olduğunu teslim etmiştir. Hıristiyanlık tahriften nasibini alırken aksine İslam dupduru bir kaynak olarak varlığını Allah’ın hıfzıyla muhafaza etmiş ve günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Pozitivist bir filozof olmasına karşılık Volter bunu teslim etmiştir.

1798 yılında doğan ve Mustafa Reşit Paşa gibilerle yazışmaları olan(1853) Auguste Comte, dini tabii veya pozitivizm dini kurmasına ve Hıristiyanlığa tamamen cephe almasına rağmen İslamiyet hakkında olumlu ifadeler kullanmıştır. Bununla birlikte dinin kaynağı hakkında söyledikleri İslamiyet hakkında kullandığı olumlu ifadelerin kıymet hükmünü ortadan kaldırmakta ve cerh etmektedir.  Volter’e dönecek olursak; papazlara ve Hıristiyan din adamlarına karşı İslamiyeti savunmuştur.  Cevat Akşit Hocanın ifadesiyle Volter, ‘din buysa ben dinsizim‘ demiştir. Lakin buna karşı Goethe: ”İslamiyet buysa hepimiz Müslümanız’ demiştir. Herhalde potansiyel olarak veya bilkuvve veya hadisteki ifadesiyle fıtraten demek istemiştir.  Volter papazların Hazreti Peygambere iftira ettiklerini ifade etmiştir. Volter Papazlara şöyle hitap etmiştir: ”Ben size inanmam, siz sahtekarsınız. Kilisede söyledikleriniz yaşayışınıza aksetmiyor. Hazreti Muhammed’in hayatında bilinmeyen hiçbir ayrıntı yok. Hayatında lekelere rastlanmıyor. Oysa siz hem yobaz hem de müfterisiniz (http://www.sadeceislam.com/volter-in-peygamberimiz-Hz-Muhammed-SAV-hakkindaki-itiraflari-Cevat-Aksit-874-izle.aspx)“ Volter ömrü billah papazlarla uğraşmış, didişmiş ve onlara Hazreti Muhammed (Aleyhisselam) tertemiz olduğunu ve hayatını hiçbir şeyin lekedar etmediğini söylemiştir.

*

Dede Renan Hazreti Mesih’e inanan ve hatta hakkında kitap yazan lakin mucizeleri inkar eden bir pozitivisttir. Hıristiyanlığı inanç olarak bırakmış ama Mesih muhabbetini bırakamamıştır.  İslamiyet’in Müslümanları geri bıraktığını söyleyen tanınmış bir yazardır. Cemaleddin Afgani ile kalem münakaşa ve atışmalarına, polemiğe girmiş ve yazdıkları vaktiyle reddiyelere konu olmuştur. Kendisi İslamiyetin terakkiye mani olduğunu ve Müslümanları geri bıraktığını söylese de torunu tam tersini düşünmektedir.  Müslümanların yuvarlandıkları anafordan ancak İslam ipiyle çıkacağını ve kurtulacağını öngörmektedir.  Müslümanların ancak İslam’la yeniden payidar olabileceklerini ifade etmiştir. Dede Renan,  1849′da Fransız hükümeti tarafından el yazmalarını sınıflandırmak üzere Roma’ya gönderildi, İtalya’da geçirdiği bir yıllık süre içinde Roma, Floransa, Padova ve Venedik gibi çeşitli kentleri gezerek Orta Çağ İslam filozofu İbni Rüşt’ün düşünceleri üzerine hazırlamakta olduğu doktora tezi için tarihi incelemelerde bulundu. 1852′de Averroes et Averroisme (“İbni Rüşt ve İbni Rüştçülük”) adlı teziyle Paris Üniversitesi’nden doktorasını almıştır. Yoksulluk yıllarında L’avenir de la science (“Bilimin Geleceği”) adlı kitabını kaleme aldı. Yazılışından ancak 43 yıl sonra, 1891′de yayımlayacağı bu kitabında, doğaüstü olan her şeyi reddeden bir anlayışa saplandı ve bunu insanlığın kurtuluş reçetesi olarak gördü. Kaderi kabul ve sebebiyeti reddetmesi açısından kendisine göre İslam’ı da gericiliğin adresi olarak görmüştür. Halbuki, Mutezile’nin dışında felsefenin etkisiyle İbni Rüşd ve İbni Teymiye de nedenselliği reddetmemiş ve bilakis kabul etmiştir.  Kendisinin de zaten bunu bilmesi gerekir.  Bu Allah’ın tasarrufuna karşı gelmek değil, kula sorumluluk yüklemektir.  Bununla birlikte, Gazali ve diğer İslam uleması kula müstakil ve bağımsız bir güç atfetmemişlerdir. Caz-i irade kapsamında sorumluluğuna işaret etmişlerdir.

Torun ise dedesini tashih etmiş ve İslam’ın ancak başlangıçtaki yöntemiyle yeniden şahlanacağını ifade etmiştir. ‘Bu dinin ahiri ancak önceki haliyle düzelir’ demiştir.  ‘Veya dinin ahiri önceki hal üzerine düzelir’ deyimini veya me’sur sözünü hatırlatmıştır.  Hadis hafızlarından olan İbni Abdulber Temhid adlı eserinde İmam Malik’e atfettiği bir ifadeye göre, hadis meclisine oturduğunda Vehb İbni Keysan konuşmasına bu sözle başlarmış. ‘La yasluhu ahiru hazihi’l ümmetü illa bime selaha bihi evveluha’ ibaresiyle meşhur olan bu söz üzerine veya bu sözden ilhamla  hem Seyyid Kutup hem de Cezayir Müslüman Alimler Cemiyeti’nin ikinci adamı Beşir İbrahimi birer makale kaleme almıştır (http://www.lakii.com/vb/a-6/ooo-ooo- 156043/). Dedesinin hilafına torun Renan şunları söylemiştir:” İnancıma göre, bugün Müslümanların başarılı olması ancak yeniden Muhammed’in (asm) ve arkadaşlarının (rıdvanallahu aleyhim ecmain) yolunu tutmalarıyla ve ona dönmeleriyle mümkündür (Hasan el Benna/ Müzekkerat ed Da’ve ve’d Daiye, s: 216, Mektebetü Afak) .”  Torun Ernest Renan,  Sorbonne Üniversitesinde şarkiyat hocalığı yapmıştır.  Ve İslam ve Müslümanlarla alakalı halisane olarak bu düşüncelerini Mısırlı Ahmet İzzet Racih ile paylaşmıştır. Pozitivistler veya torunları bile İslam’ın sıdkını ve doğruluğunu tasdik ediyorlar.

İSLAM’IN HUCCETLERİ VE NÜBÜVVETİN ŞAHİTLERİ

Huccetü’l İslam İmam Gazali gibiler hem İslam’ın canlı bürhanı hem de nübüvvetin şahitleri arasındadırlar. Nitekim Hindistanlı allame Eşref Ali Tehanevi, bir oryantalistin İmam Gazali ile alakalı şöyle bir ifadesini nakleder :” İslam ümmeti içinde Gazali gibi bir alimin olması bana göre İslam’ın semavi bir din oluşunun delilidir ( Keşmiri, Feyzü’l-Bari, 1, 14, Hüküm Dergisi Nisan 2014/ ulemanın nesebi ve oryantalizm, Recep Yıldız). Bu hususta Bediüzzaman Sözler adlı mecmuasında şöyle demektedir: ”Yâhu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezîrede kalsak, yine o zâtın garâib-i icraatını ve acâib-i vezâifini, yüzden birisine, tamamen ihâta edip, temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidâyetten aldıkları feyiz ile çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Bâyezid-i Bistâmî, Şâh-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor. (Sözler, On Dokuzuncu Söz, 218)

Keza İslam’ın güneşlerinden ve bürhanlarından bir başkası ise Seyyid Abdulkadir Geylani hazretleridir. Bediüzzaman bu hususta Lemalar adlı eserinde Geylani’nin şevahidünnübüvve yani nübüvvet mühürlerinden olduğuna parmak basıyor :”  Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: "Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî'yi de inkâr edemiyoruz." Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir (Lemalar, Sekizinci Lem´a, 54) Ağaç meyvesinden belli olur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.