İşârî Tefsîr ve Cifir İlmi Işığında Sırr-ı İnnâ A‛taynâ-Rumuzât-ı Semâniye- Mâ’idet’ül-Kur’an

İşârî Tefsîr ve Cifir İlmi Işığında Sırr-ı İnnâ A‛taynâ-Rumuzât-ı Semâniye- Mâ’idet’ül-Kur’an

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, üç eseri bir arada yayınladı. Osmanlı Araştırmaları Vakfı yayınları arasında yayınlanan kitap hakkında Akgündüz'ün yaptığı açıklama şöyle:

Bedîüzzaman, üç devir yaşamış bir büyük şahsiyet: Mutlakıyet, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet. Ona muhâlefet Şark Medreselerinde kendisini ne güreşte ve ne de ilimde yenemeyen emsâli talebeler tarafından başlatılmış; ama o hep gâlib gelmiş. Daha sonra muhâlefet, bir kısım âlimlere kadar uzanmış ve hatta yenemedikleri bu insanı, yok etmeye yahut bulunduğu ilden başka bir ile sürgün etmeye kadar varmış. Daha sonra mesele İstanbul Şekerci Han’a kadar ulaşmış. “Her su‛âle cevab verilir; fakat su‛âl sorulmaz.” Şeklindeki meydan okuması İstanbul âlimlerini ve hatta Ezher Ulemâsını da hayrete düşürmüş. Ömer Nasuhi’ler “Onun kulağına üfleyen var” derken Mustafa Sabriler “Asrımızın en büyük Hadis âlimi olduğu için Dâr’ül-Hikmet’e aldık” demiş.

Âhir zamanda böylesine bir büyük manevî vazife üstlenecek olan zata ve muhaliflerine dâir, başta Kur’an olmak üzere, bazı Hadislerde, Hz. Ali ve Abdülkadir-i Geylânî gibi ehl-i kerâmet olan zatların eserlerinde, sarahaten değil, ama işâret yoluyla müjdeler verilmesi akıl ve şerî‛attan uzak değildir. Bu işâretleri elbetteki herkes anlayamaz. Bunun için işin ehli  olunmalı ve işâret istihracının yolları bilinmelidir 

Maalesef, Türkiye’de İsmet İnönü zamanından beri, bazı ilahiyatçılar ve özellikle de din muhâlifi bazı kesimler, bu işaretlere itiraz etmiş ve hala da etmektedirler. Neticede bunların hazırladıkları aleyhteki raporlar yahut uyduruk  lahikalar Türk adliyesini etkilemediği gibi, mezkur işaretlere işârî manalar ve şevk kaynağı olarak bakan ihlâslı Müslümanları da etkilememiştir.

Bu kitaptaki mahrem risâleler yahud eserler olarak bilinen Risâleler, başta Afyon Ağır Ceza Mahkemesi olmak üzere, Bediüzzaman ve talebelerinin mahkûmiyeti için Savcılar tarafından suç olarak ileri sürülmüşse de, neticede en son Yargıtay tarafından suç âleti olarak görülmemiştir.

İşte bir asra yakındır dillere dolanan ve çeşitli iftiralarla boyanan ve maalesef hala Kemalistlerin ve bazı saf ehl-i imanın dillerinde dolaşan bu yalan ve iftiralara karşı ilmî olarak bu meseleyi ele alıp, Bedîüzzaman’ın tasdikinden geçmiş üç Risâleyi neşretmeyi zarurî olarak gördük.

İKİ MESELEYİ BİLMEDEN BU ESERİ OKUMAMAK LÂZIMDIR:

Bu münâsebetle iki konuyu dile getirmek istiyorum:

Birincisi, Kâtip Çelebi’nin Keşfu'z-Zünûn'adlı eserinde, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan ve mânevî ilimlerde derinleşen simalar için birçok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyt’e tevârüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyla vâkıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir. 

İkincisi, Bedîüzzaman’ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok önemlidir: 

“İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakîkiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’an’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:

Birisi: لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ ‘Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 27/65) yasağına karşı hilaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.

İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’an’iyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’î hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir.” 

Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve “Gaybı ancak Allah bilir” yasağına karşı edebe aykırı harekette bulunmamak için Bedîüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altı bin küsûr sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda da asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.

Türkiye’de belli çevreler, ısrarla ve kasıtlı olarak, bâtıl bir mezhep olan Hurûfîlik ile ilm-i cifiri birbirine karıştırmaktadırlar. Hâlbuki ikincisi bir ilimdir ve Şeyhülislam İbn-i Kemâl bir Risâlesinde [Er-Risâlet'ül-Münîreçok açık bir şekilde bu farkı açıklamaktadır.

KİTABIMIZIN MUHTEVÂSI BİR GİRİŞ İLE DÖRT BÖLÜMDEN OLUŞMAKTADIR

Birinci bölümde, “cifir ve batınîlik ve işârî tefsîr problemi ve cevabı” anlatılacaktır. Bu mes’ele bilen ve bilmeyen çok kimse tarafından dillere dolandığından konuyu ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Kur’an’ın en önemli mu’cizelerinden biri lafzındaki câmiiyyettir.

Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetleri bize naklediliş itibariyle mütevâtirdir ve kesindir (lafzan kat’î); ancak manaya delaletleri açısından Kur’an bir okyanus gibidir. Kur’an, bütün asırlara ve bütün insan tabakalarına hitap ettiğinden kullandığı kelimelerin bütün bu muhataplara yönelik manaları ve kâinatla alakalı bütün ilimlere dair işaretleri kendisinde toplaması gerekir (lafzındaki camiiyyet).

Cifir ilmine gelince, Bedîüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiçbir zaman “Âyetin açık mânâsı budur.” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işârî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” 

Tekrar da olsa şu üç hakikatı buraya almak istiyoruz:

Evvelâ; Resûlullah'ın da beyânına göre, Kur'an âyetle¬rinin zahirî, bâtınî, işârî, sarih ve remzî çok mânâları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. "Her âyetin dalı var, budağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var"  şeklindeki hadis, bu mânâya işaret etmektedir. Zira Kur'ân'ın muhatabı bütün insanlardır. Kur'ân, kâinat kitabının tercümesidir. Kâinatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur. Hâdiselerin satırları altında gizlenen hakikatları ortaya çıkaracak olan da yine Kur'ân'dır. Dolayısıyla İslâm ittihadını yakından ilgilendiren Risâle-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarâhat demiyoruz, işâret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.

İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle Müslüman âlimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri "cifir ve câmia ilmi" diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı câhiller tara-fından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkârı da mümkün değildir. Cifir, kaza levhası; câmia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah'ın kader ve kazâ levhlerinde olmuş yahut olacak bazı şeyleri, yine Allah'ın koyduğu işaret ve gösterdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir. Bu ilmin nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmâm-ı Gazâlî ve İbn-i Kemâl gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali'nin, bu ilmi Resûlullah'dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kullananlardan biri de, Bedîüzzaman'dır. Kur'ân, "Beldetün Tayyibetün" ifadesiyle İstanbul'un fethine işaret ettiği gibi, Mu'avvizeteyn sûresiyle de 1971 hâdiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka câhilliktir. Konuyu fazla uzatmak istemiyoruz .

Üçüncüsü: Şeyhülislam İbn-i Kemâl bu ilmin ehemmiyetini "Er-Risâlet'ül-Münîre" adlı eserinde şöyle belirtmektedir: 

“Büyük evliyâların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihrâcı gibi. Yani evliyâlar, Kur'ân âyetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resûlullah'ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihrâç etmişlerdir. Bu onlara ilhâm nuruyla müyesser olur.”  

Bazı kimseler, “Bu Risâleler mahremdir; neşredilmemelidir” demektedirler. Asrımızda bu sözün kıymet-i harbiyesi kalmamıştır:

Birincisi, Bedîüzzaman bunları “Mahremdir” diyerek saklamasına rağmen devletin güvenlik kuvvetleri bunları ortaya çıkarmış ve defalarca yargılanarak beraat etmiştir.

İkincisi, Bediüzzaman’ın, “Hem şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur'a karşı cephe almağa ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan mes'eleleri ve deccal ve süfyan ünvanları, Risale-i Nur şakirdleri yabanilere karşı lüzumsuz medar-ı bahs ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vâcibdir. Hattâ sizde cüz'î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.” 

Tesbiti “hem şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde” kaydı ile kayıtlıdır. Merhum Abdullah Yeğin Ağabey, Sırr-ı İnnâ A‛taynâ’yı ilk Facebook’da neşrettiğimizde, bu “hem şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde” kaydı kalktı diye bizi müdâfaa eylemiştir.

Üçüncüsü, Bu dindar hükümetin eski bir İçişleri Bakanı, Milletvekillerinin tesbit komisyonunda aday adayı olan bir kardeşimize “Sikke-i Tasdîk-i Gaybî hakkında ne düşünüyorsunuz?” diyecek kadar mesele yayılmış ve itirazlara sebebp olmuştur. Artık bu işin mahremiyeti kalmamıştır.

İkinci bölüm, Sırr-ı İnnâ A’taynâ risâlesi hakkındadır. Bu eser, Şamlı Tevfik’le Çam dağında, 1929 yılında bir çam ağacı altında şimâlî nesimin hemhemesiyle, çam yapraklarının neşeli zemzemesi tahtında şanlı bir tarzda yazılmış bir sırr-ı Kur’anîdir. 

Sırr-ı İnnâ A’taynâ’da Mustafa Kemal ile alakalı işâret edilen bazı meseleler bulunmaktadır. Mustafa Kemal’in saltanat süresine işaretler; hilâfetin kaldırılması ve Bediüzzaman’ın tepkisi; zındıka şebekesi kimlerden oluşuyordu? Nur talebeleri, Mustafa Kemal’e verilen ”Atatürk” ünvanını kabul etmemektedir; Bedîüzzaman, Mustafa -Kemal ismine de itiraz etmektedir ve Bedîüzzaman laik cumhuriyete şiddetle karşı çıkmıştır gibi önemli meselelere dair Kur’ânî işâretler ele alınmıştır.

ESERİN ORİJİNALİ DE KİTABA EKLENMİŞTİR

Üçüncü bölüm, Bediüzzaman’ın Rumuzat-ı Semaniye’si, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Meselesi olarak telif ettiği eseridir. Bu eser Mektubat’ta henüz yer almamaktadır. Ancak Bedîüzzaman’ın telifidir.

“Rumuzat-ı Semaniye: Sekiz Remizdir, yani sekiz küçük risaledir. Şu remizlerin esası, ilm-i cifrin mühim bir düsturu ve ulûm-u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiye-i Kur’âniyenin mühim bir miftahı olan tevafuktur. İleride başka bir mecmuada neşredileceğinden buraya derc edilmedi.” 

Dördüncü bölüm ise, Üstad Bediüzzaman tarafından "Nurun manevi Avukatı" diye lakaplandırılan edîp, âlim ve fâzıl bir Nur talebesi olan merhum Ahmed Feyzi Kul Efendi, Bediüzzaman Hazretlerinin, âhirzamanda geleceği ehadiste müjdelenen Âl-i Beytin büyük şahsiyeti olduğunu dehşetli mahkemeler karşısında dahi dava etmiş ve aynı mevzuda bu "Maidet’ül-Kur'an" namındaki ve cifir ilmine müstenid eseri yazmıştır. Bediüzzaman Hazretleri bu eserin muhteva ve davasını, şahsına ait kısmını Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsine çevirerek tasdik eder. 

Tam adı Mâidet’ül-Kur'an ve Hazînet'ül-Burhan şeklindedir. Bu eseri, Bediüzzaman Hazretleri de görmüş, okumuş ve tasdik etmiştir. Hattâ Üstad tarafından bu risale bazı ta'dil ve tashihlerden sonra, 1946-1948'lerde teksir makinesiyle ve İslâm harfleriyle neşredilen Tılsımlar Mecmuası adlı kitabın âhirine ilhak edilerek neşrettirilmiştir.  

Lâkin 1948'de vukua gelen Afyon Mahkemesinin savcı ve hâkimleri veya onun ehl-i vukufu Mâidet’ül-Kur'an eserini, rapor ve iddianamelerinde çok fazla mevzu ettikleri için, Hazret-i Üstad Afyon Hapsinden sonra onu Tılsımlar Mecmuası'nın arkasından ayırmış ve umumî neşirden kaldırmıştır. Ahmed Feyzi Ağabey, bu eserdeki iddialarını, bütün açıklığıyla Afyon Ağır Ceza’daki Müdâfatında bütün delilleriyle isbat etmiştir.  

Bu konuda bize rehberlik edecek ikazlarda bulunan herkese şimdiden teşekkür ediyoruz. Eserin tashihi için müsveddeyi gönderdiğim kıymetli arkadaşlardan, hem imlâ ve hem de bilgi yanlışlarını tashih edenlerden biri olan değerli tarihçi Saîd Nohut Bey’e ve dualarını beklediğim meraklı kardeşlerime teşekkür etmeyi bir vazife addediyorum.

Kitabı almak için TIKLAYINIZ

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.