İsa, sâdece kendisine peygamberlik verdiğimiz bir kuldur

İsa, sâdece kendisine peygamberlik verdiğimiz bir kuldur

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Zuhruf Suresi 57-62. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

57 . (Ey Habîbim!) Meryemoğlu (Îsâ) da bir misâl olarak zikredilince, senin kavmin ondan dolayı hemen gülüşmeye başladılar. (*)

58 . Ve “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?” dediler. Bunu (bumisâli) sana ancak tartışmak için getirdiler. Hayır! Onlar, bir düşmanlar topluluğudur.

59 . Doğrusu o (Îsâ), sâdece kendisine ni‘met (peygamberlik) verdiğimiz bir kuldur; ve onu (babasız yaratmakla) İsrâiloğullarına (ibretli) bir misâl kıldık.

60 . Hâlbuki dileseydik, elbette size bedel yeryüzünde halîfe olacak melekler yapardık.

61 . Hâlbuki şübhesiz o, (Îsâ’nın âhir zamanda yeryüzüne gönderilişi), kıyâmet için elbette bir bilgi (bir alâmet)tir; (**) sakın onda şübheye düşmeyin ve bana (şeriatime) tâbi‘ olun! Bu dosdoğru bir yoldur.

62 . Ve sakın, şeytan sizi (îmandan) çevirmesin! Çünki o, size apaçık bir düşmandır.

(*) Resûlullah Efendimiz (ASM) Kureyşlilere: “Allahdan başka tapılan hiçbir kimsede hayır yoktur” deyince onlar: “Sen Îsâ’nın sâlih bir kul olduğunu iddiâ etmiyor musun? Hâlbuki ona da tapılıyor” dediler. Bunun üzerine bu âyet indirildi. (Beyzâvî, c. 2, 375)

(**) “Dinsizlik cereyânına karşı ayrı ayrı iken mağlûb olan Îsevîlik (hristiyanlık) ve İslâmiyet ittihad (birleşme) netîcesinde, dinsizlik cereyânına galebe edip dağıtacak isti‘dâdında iken; âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle (insânî bedeniyle) bulunan şahs-ı Îsâ Aleyhisselâm, o dîn-i hak cereyânının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık (dosdoğru haber veren Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm), bir Kādir-i külli şey’in (herşeye kudreti yeten Allah’ın) va‘dine istinâd ederek (dayanarak) haber vermiştir. Mâdem haber vermiş, haktır; mâdem Kādir-i külli şey’ va‘d etmiş, elbette yapacaktır. (...) Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakîkî Îsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havâssı (ona yakın seçkin bir tâife), nûr-ı îmân ile onu tanırlar. Yoksa bedâhet derecesinde (apaçık bir şekilde) herkes onu tanımayacaktır.” (Mektûbât, 15. Mektûb, 46-47)