İnsanlığın en büyük makamı

‘‘Katiyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billahtır.

Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki mârifetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet bütün hakiki saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette mârifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mahzardır. Onu hakiki tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma (elem ve üzüntülere ) ve evhama ( vehim ve korkulara ) manen ve maddeten müptelâ olur. ’’ (1)

Burada bahsi geçen Hilkat; doğuştan gelen vasıflarımız, bize verilen yetenekler ve cihazlar, Fıtrat ise; yaratılış, huy, tabiat olup, gaye ve vazifemize uygun mahiyette yaratılmış olduğumuzu ifade eder.

Sair mevcudatla kıyaslandığında, insan hilkati ve fıtratının, İman-ı Billah, mârifetullah ve Muhabbetullah’la ancak tatmin ve netice vereceğini anlayabiliriz.

Asıl yazımızın konusunu teşkil eden mârifet ise; Herkeste ve her yerde görülmeyen hüner, herkesin elinden gelmeyen ustalık manalarına geldiği gibi, tefekkür ve sezi ile ulaşılan ilim, daha hususi ve özel bir bilme’dir. İlim; okuma, öğrenme, araştırma yoluyla elde edilen bir müktesabat iken; Mârifet tefekkür yoluyla iç müşahede ve kalbin gözüyle ulaşılan ilmin özü’dür. Evet, yaradılışımızın hedefi ve fıtratımızın gayesi Cenab-ı Hakk'ın bilinmesidir. Her şeyden önce O'nun yolunda olmak, ancak O'nun tam bilinmesiyle devamlılık kazanabilir.

İşte Nur Risaleleri günümüzde insanlığa bu marifet ufkunu açmakta olup, İman esaslarını çürütülmesi imkânsız bir şekilde ispat ederek, Kur’ân hakikatlerini modern insana bütün hayatını kuşatan bir mantık içerisinde sunmaktadır. İleri derecede ilimlerin tahsiliyle elde edilmesi ancak mümkün olacak bilgileri sade ve anlaşılır bir dille ders vermektedir. Anlayarak okuyan ve okuduğuyla amel edenler marifet ufkuna yükselebilirler.

İşte bütün âlemdeki âsâr-ı san’at (sanatlı eserler) ve bütün mahlukat, her biri birer eser-i mükemmel (mükemmel eserler) olduğundan, herbiri bir fiile ve fiil ise isme, isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ( o’nun şanından olduğuna ) ve şe’n ise zâta şehadet ettikleri için; masnuat ( yaratılmış eserler ) adedince birtek sâni’-i Zülcelal’in vücub-u vücuduna şehadet ve ahadiyetine (bir ve tek oluşuna ) işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuası ile ( bütünüyle ) , silsile-i mahlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir ( marifet asansörü ). Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir bürhan-ı hakikattır (hakikat delili’dir). ( 2 )

Allah’ın zatı hakkında tefekküre mezun değiliz. Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarını tefekkür edebiliriz. Esma ve sıfatlarının hakikatlerine de yetişilemez. Ancak bütün kainattaki tecellilerini görerek idrak etmeye çalışmalıyız. Bu hazine kapılarının anahtarları da Risale-i Nurları mütefekkirane ve çok tekrarla ibadet kastıyla mütalaa etmekle elde edilebilir.

Kâinatta ve insanda yapılan bütün işler, tasarruflar, değişimler ve dönüşümler hepsi Allah’ın halk ve icadı ile tedbir ve tasarrufu iledir. Hiçbir işte hiçbir mahlûkun icat ve yaratmada müdahalesi söz konusu değildir. Ancak insan gibi şuurlu, akıllı ve irade sahibi ise o zaman iradesi ile tercih hakkına sahiptir. İş yapan kudret-i ilâhiyedir.

Bunun için yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Allah her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyin vekili, görüp gözeteni de O’dur. Her şeyin hazinesi ve anahtarları O’nun elindedir. Göklerin ve yerin ve içindeki her şeyin tedbir ve tasarrufu O’na aittir” buyurur.

Marifet’in ilk mertebesi, dört bir yanımızda çakıp duran isimlerin tecellilerini
( yansımasını ) görüp sezmek ve bu tecellîlerle aralanan sır kapısının arkasında, sıfâtların hayret verici iklimini temâşâ etmektir. Kudsî hadis diye rivayet edilen şu mübarek sözler, Marifetullah hakkında bize oldukça ciddi ipuçları vermektedir. ‘‘ Ey insanoğlu, nefsini bilen Beni bilir; beni bilen beni arar, Beni arayan mutlaka Beni bulur ve Beni bulan bütün arzularına ve dahasına nail olur ve Benden başkasını Bana tercih etmez. Ey İnsanoğlu, Ben Rabbim; nefsini bilen Beni de bilir… nefsini terk eden Beni bulur… Beni bilmek için nefsini terk et; Benim mârifetimle mamur olmayan bir kalb kördür.!’’ (3)

Sonuç olarak; insana düşen vazife; teşrii ve tekvîni emirleri ( Kur’an ayetlerini ve kainattaki ayet ve kanunları ) iyi okuyarak, imanımızı sürekli yenilememiz, İman-ı Billah içindeki marifetullaha ulaşıp, muhabbetullah atmosferinde nefes alıp vermektir. Ancak o zaman lezzet-i ruhaniye’yi derinden duyup tadabiliriz.

1-Mektubat / 20.Mektup
2-Sözler
3-Kalbin Zümrüt Tepeleri 2/142

Yakup Aksoy

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum