İnsanın değeri

İçinde yaşadığımız şu dünya Allah’ın isimlerinden hasıl olan sanatların sergilendiği bir salona benzer. İnsan da  bu salondaki sanatları anlamak, takdir etmek ve sanatkarını tanımak ve ilan etmek için gönderilmiş bir seyircidir.

Yüce Allah, bu salonda  isimleriyle kendi sanatnı sergiliyor. İnsan ise, burada Cenab-ı Hakkın isimlerinin manasını okumak,  sonra hayatında uygulamak ve ilan etmek için gönderilmiş bir misafirdir.

İnsan, Yaratıcısına karşı konuşma ve davranış dileriyle kulluk görevini yerine getirmek ve nihayetsiz aciz olduğunu Allah’a arz etmek için gönderilmiş bir memurdur.

İnsan, kâinatın halifesi olarak yaratıldığı için varlıkların Allah’a yaptıkları tesbih, selam ve tahiyyeleri iman ve tefekkür gözü ile bakmak ve Allah’a şahitlik makamında takdim etmekle görevlendirilmiş  bir davetçidir.

Yine aynı insan, kâinattaki varlıkların hayatları ile Allah’a yapmış oldukları tesbih ve tahiyyeleri, iman ve tefekkür gözü ile görmek, Allah’a şahitlik ve tanıklık  makamında takdim etmekle görevli bir şahittir.

Bütün canlılar, hayatlarıyla İlahi isim ve sıfatlarına nakış ve sanatlarına, Allah’ın eksik ve noksan sıfatlardan tamamen uzak ve mukaddes olduğuna tanıklık ve şahitlik ediyorlar. İnsan ise,  yapılan bu ibadet ve tesbihleri onlar adına külli bir niyet ile Allah’a takdim etmekle görevli bir temsilcidir.

“Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ı tesbih eder”[1] ayetiyle bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği ifade edilmektedir. Bu tesbih çok yönlüdür. Bunlardan birisi de Allah’ın varlıklara ihsan ettiği hediyeleri ilan etmeleridir.

Bediüzzaman; mahlukata verilen nimetleri, Yirmi Dördüncü Mektupta sıralarken ilk nimet olarak “ademde kalmayıp vücuda gelmeyi”, yani yoklukta bırakılmayıp varlık alemine  çıkarıldıklarını nazara verir. Daha sonra varolmanın “pek çok eşkal (şekil) ve vaziyetlerinden sonra Müslim sıfatıyla insan suretine gelmeyi” en ileri bir rahmet eseri olarak zikreder.

Ayrıca Müslüman şerefine nail olmakla birlikte; namazda bütün mahlukatın manevi tahiyyelerini (hediyelerini) kendi namına Allah’a takdim etmekle; “iyya ke na’büdü” (ancak sana ibadet ederiz) demekle, Allah’ın emri dairesinde hareket eden ve O’nun kendisine yüklediği görevi eksiksiz yapmakla Rabbine ibadet etmiş olan bütün mahlukatı arkasına alıp, onların bütün ibadetlerini Allah’a takdim etmekle görevli bir komandan olmasıdır.

Kendi hesabına takdim konusuda Bediüzzaman Hazretleri bir soru ve cevapla şöyle bir açıklama da yapar:

“Eğer desen: "Şu küllî hadsiz (kapsamlı, sınırsız)  nimetlere karşı nasıl şu mahdud ve cüz'î (sınırlı, azcık) şükrümle mukabele edebilirim?"

"Elcevab: Küllî (çok kapsamlı) bir niyetle, hadsiz bir itikad (sonsuz bir inançla) ile... Meselâ: Nasılki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?" Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünki sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim." İşte hiç ihtiyacı olmayan ve riayetinin (O’na inanların) derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında "Ettahiyyatü lillah" der. Yani: Bütün mahlûkatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini (kulluk hediyelerini), ben kendi hesabıma, umumunu (tamamını) sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler (hediyeler) sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir (kapsamlı bir şükürdür). Nebatatın (bitkilerin) tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.”[2]Her tahiyyatta bu mana bir çekirdek olarak mevcuttur. Ama bu çekirdeğin ağaç olması, meyve vermesi kişilerin bakış ve yaşantısına göre değişebilir ve farklılık gösterebilir.

Sonuç olarak; Cenab-ı Hak, kâinatta yüz binlerce tür varlık yaratmış, her türün de kendine mahsus bir ibadet şekli ve ibadet dili vardır. İnsan kainatın halifesi olarak yaratıldığı için bütün türlerin ibadet şekillerini ve ibadet dilini anlamak gibi bir görevi de vardır.[3]

İnsan son derece zayıf ve aciz olarak yaratılmış bir varlıktır. Aciz ve zayıf olarak yaratılması, Allah’ın sonsuz kudretini anlamak ve esmasını okumak  içindir. Nihayetsiz kusurlu olarak yaratılması, herşeyden arındırlımış kusursuz olan Allah’ı bilmesi ve takdis etmesi içindir, nihayetsiz aciz olarak yaratılması, Allah’ın kemal sıfatlarını anlamak  ve onu gerçek manada tanımak içindir. Demek hayatın bu kadar acizlik ve fakirlik ile yoğrulması insana ayrı bir değer katıyor ve ayrı bir kıymet kazandırıyor.

 

 



 

 

[1] Teğâbun 64/1

[2] Sözler, Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal İkinci Meyve

[3] Sözler, On Birinci Söz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum