İmam Bediüzzaman ve Siyasi Partiler

Zaman zaman Üstad Bediüzzaman’ın imamlık sıfatına yaptığım vurgunun benim alemimde elbette bir karşılığı var. Ancak bu sırrın en azından nur talebeleri için anlaşılması özellikle siyasî değerlendirmelerin isabeti açısından son derece önemlidir.

Üstad’ın hayat seyrine baktığımızda daha küçük yaşlarda kendi eğitim tarzını kendisinin belirlediği, ilahî ayrıcalıklarla donatılan kabiliyetleri sayesinde kendi kendini yetiştirmek için adet üstü bir çaba sarf ettiği görülür. Özellikle Van hayatında (yaklaşık 15 sene) doğu ve batının bir çok eserini okumuş, elde ettiği nazariyatı bölgede bulunan medreselerde tatbik etme imkanı bulmuştur. Bu hummalı süreçte ilahî ihsanları hak edecek bir gayret göstermiş, sonuçta tabik edilirse  alem-i İslam’ı kurtaracak bir reçete ile İstanbul’a gelmiştir. Üstad artık bu tarihte kelimenin tam anlamıyla bir imamdır. Orijinal bir ve dava sahibidir. (Eğitim sürecinde olduğu gibi hayatının bundan sonraki dönemi için de herhangi bir düşünce ekolüne bağlanmamış, her hangi bir şeyhe tabi olmamıştır.)

Üstadın imamlık sıfatı göz ardı edilerek O’nu şu ya da bu partinin bir elemanı gibi takdim eden değerlendirmelerin hiçbir gerçekliği yoktur. O İstanbul’a gelişinden itibaren bulunduğu her yerde imam olarak bulunmuştur. Bir felaket yaşanıp çabuk kıyamet kopmaz ise O’nunla başlayan bu hareket insanlığın yeniden bir asr-ı saadet yaşamasına vesile olacaktır inşallah!

Ben bu ve gelecek haftaki yazımda (bir kısım okuyuculara verilmiş bir vaade binaen) önce partilerin kısa tarihçelerini ardından Üstad’ın onlara karşı takındığı tavrı ortaya koymaya çalışacağım.

İTTİHÂD VE TERAKKİ CEMİYETİ

Türk siyasi hayatının üzerinde en çok konuşulan ve fakat en az bilinen siyasi örgütü  İttihâd ve Terakki Partisi’dir. Malumu ilam olmaması için resmi kronolojiyi değil çok vurgulanmayan bir iki yönüne işaret edeceğim. İttihat ve Terakki 1908’e kadar Sultan Abdülhamid idaresine karşı oluşturulan muhalefetin ortak adıdır. Bu muhalefet 1890’larda Tıbbıye’de başlamış (İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sukutî) daha sonra Avrupa’ya firar eden Jöntürklerle irtibat sağlamıştır. 1902 ve 1907’de Paris’te gerçekleştirdiği iki kongre ile Osmanlı rejiminin değiştirilme çareleri aranmış, gayeleri ve metodları birbirinden çok uzak olan, yerli ve yabancı bütün unsurlar bu kongrelere katılmıştır. (Rumlar, Bulgarlar, Yahudiler, Ermeniler, Arnavutlar, Kürtler, Araplar ve kaçak ya da sürgün olarak Avrupa’da yaşayan Türkler).

nursi_parti.jpgBu kongrelerde ileride adından çokca bahsedilecek olan Sebahaddin ve Ahmed Rıza Beyler arasında gerek yöntem gerekse liderlik konusunda anlaşmazlık çıkmıştır. Ayrıca İttihatçılar arasında anılan gayr-ı milli unsurlar daha bu kongrelerde boy göstermiştir. Bu konunun bence en önemli ayrıntısı, sonradan adı İttihatçılık ile özdeşleşecek olan Enver ve Talat Paşa ekibinin yukarıda adı geçen çalışmalar ile -fikir düzeyinde etkilenmenin dışında-  örgütsel bir bağlarının olmamasıdır.

Meşrutiyeti ilan ettiren asıl İttihatçılık Selanik’te Enver ve Talat ekibinin kurduğu gizli cemiyettir. 1906’da kurulan cemiyet özellikle Enver Paşa’nın gayretleri ile kısa sürede ordu içinde yayılmış, 1908’de Meşrutiyet’in ilanı üzerine gün yüzüne çıkmıştır. (Kazım Karabekir’in iddialarına göre bu cemiyetin içinde gayr-ı milli unsurlar yoktur ve Avrupa’daki cemiyetler ile ilişkileri gönül bağından ibarettir.)

Cemiyetin kuruluş nizamnamesi Meşrutiyet idaresinin tesisi, cins ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün Osmanlıların maddi ve manevi alanda refahının sağlanması, fesad ve ayrılık çıkaranların yine meşru yollarla engellenmesi. Halife sıfatı taşıyan Padişaha bağlılığın sürdürülmesi olarak açıklanmıştır. Süre gelen harplerde toprak ve bağlı unsur kaybı devam ettikçe cemiyetin programında önemli değişiklikler yaşanmıştır. 1916 kongresinde dini ve şer'i mahkemeler birbirinden ayrılmış, hukuk sisteminde laiklik ilkesi benimsenmiş, sosyal yardım ve sağlık işlerine önem verilmiş, milli iktisadı geliştirecek tedbirlere yönelme kararı alınmıştır.

Cemiyetin siyasi sürece dahil olmasından sonra olaylar hızla gelişecek, Cihan harbine sürüklenen Devlet-i Âliye İttihatçılar elinde kaybedilecektir. Cemiyet Mondros mütarekesi sonrasında kendisini fesh ettiğini açıklamıştır. (14 Kasım 1918) Bu tarihten sonra tarihsel kimliği unutulan ittihatçılık, devlet yönetiminde olumsuz yönlerin ifade aracı olarak kullanılır hale gelecektir. 

AHRAR FIRKASI

Sultan Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan ile Damat Mahmud Paşa’nın oğulları Sabahattin Bey tarafından kuruldu. Avrupa’da sosyoloji okuyan Sebahaddin Bey, adem-i merkeziyet ve bireysel girişim okulunun kurucusu Edmond Demolins'in fikirlerini Osmanlı toplumu için uygulamaya çalıştı.

1902’de Paris’te yapılan jöntürk kongresi bu ailenin himayesinde yapılmış, meşruti idarenin kurulması için yabancı müdahalesine sıcak bakması tartışmalara sebep olmuştu.

Kongreden sonra Sabahattin Bey, Teşebbüsü Şahsî ve Ademi Merkeziyet Cemiyetini kurdu. Cemiyet tüzüğünde çok tartışılacak hükümler vardı. “Ademi merkeziyet ve tevsi-i mezuniyetin” yanında meclis-i umumi-i vilayetin gizli oyla seçilmesi, “vilayetin umur-u maliyesiyle kavanin ve nizamatına ait mesail ve muamelatta selâhiyet-i tamme ve vasiaya malik” bulunması istenmekteydi. Üçüncü madde ‘Mebusan Meclisi mebuslarının halk tarafından seçilmeyip vilayet meclislerince seçilmesi’ esasını kabul ediyordu.

Hürriyet’in ilanından sonra Türkiye'ye gelen Sabahattin Bey aynı tarihlerde Ahrar Fırkasını kurdu. Fırkanın kurucuları arasında ademi merkeziyetçi Jön Türklerden Ahmet Fazlı, Mahir Sait, Celalettin Arif Beyler vardı. Ayrıca fırkanın desteklediği bir de Nesli Cedit  kulübü kurulmuştu.

İttihatçılar Sebahattin Bey’in fikirlerinin imparatorluğu parçalayacağını ileri sürerek şiddetle karşı çıktılar. Eleştiriler karşısında geri adım atan Prens Sebahattin “adem-i merkeziyet; tevsi-i mezuniyet ve tefrik-i vezaiften başka bir şey değil, yalnız tevsi-i  mezuniyet; adem-i merkeziyet-i idarenin ismi değil, tarifidir” demek zorunda kaldı. “Tevsi-i mezuniyet ve tefrik-i vezaif” kavramları İttihatçıların programlarında yer almaktaydı.

Sebahattin Bey’e göre Merkezcilik iktisadî hayatı çökerten bir yönetim usûlüydü. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu Selanik ve Yemen gibi birbirinden apayrı bölgelerden oluşmuştu. İstanbul'da oturan memurların bunların ihtiyaçlarını karşılamaları imkânsızdı. Yapılacak şey vali ve diğer memurların yetkilerini arttırmak, zaten kanunda yeri ve yetkileri gösterilmiş olan vilâyet genel meclislerini bir an önce açtırarak “ahalimizi verdiği verginin mahall-i sarfını muvafık bir surette tayin ve teftişe alıştırmaktan ibaret kalıyordu.”

İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Sadayı Millet gazeteleri Ahrar Fırkasına eğilim göstermişler. Volkan ve Serbesti gazeteleri tarafından özellikle desteklemişti.
11 Aralık 1908 seçimlerine yalnız İstanbul'da katılan Ahrar Fırkası’nın adayları başarılı olamamış, ancak seçimden sonra özellikle Arap, Arnavut, Rum ve Ermeni mebusların katılımıyla 50 kişilik bir grup oluşturmayı başarmıştır.

31 Mart Vakası, Ahrar Fırkası’nın sonu oldu. Prens Sabahattin ve kurucu üye Ahmet Fazlı Bey divanı harpte yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Fırka üyelerinin bir kısmı yurt dışına kaçtılar.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum