İktisata riayet kainat kapılarını açar mı?

İktisata riayet etmek, hiçbir şeyi israf etmemek demektir. Dolayısıyla her şeyi yerli yerinde kullanmaktır. Bunu sadece madde üzerinden düşünmek zorunda değiliz. Mesela bize verilen hadsiz muhabbet istidadını Cenab-ı Hakk’a hasretmek iktisat; bu duyguyu fani ve geçici mahlukata yöneltmek ise israftır. Aynı şekilde şefkatimizi Allah’ın şefkatinden ileri geçecek şekilde kullanmak israf; onun emrettiği yerde ve emrettiği kadar kullanmak da iktisattır. Sayılı nefeslerimizi bize fayda vermeyen işlerde tüketmek israf; Allah yolunda cihat ederek geçirmek ise iktisattır. Mahiyetimize derc edilmiş olan beka arzusunu Cenab-ı Hakkın bekasına yöneltmek iktisat; fani dünyaya ve dünya metaına veya kendimize yöneltmek ise israftır. Aynı şekilde hırs duygumuzu dünya metaına yöneltmek israf, uhrevi makamlara yöneltmek iktisattır. istikbal endişesini kabrin arkasına yöneltmek iktisat; dünyada bundan sonra geçireceğimiz sınırlı zamana yöneltmek ise israftır. Ve hakeza bütün duygularımızı ve istidadlarımızı bu şekilde misallendirebiliriz.

Hakîm-i  mutlak olan Rabbimiz her bir duyguyu, her bir cihazı bize bir gaye için vermiştir. İşarat’ül İ’caz’da tarif edilen şükr-ü örfî; her bir cihazımızı – maddi olsun manevi olsun – Allah’ın emrettiği yere sarf etmektir. Eğer şükr-ü Örfî ifa edilir ve şeriata imtisal edilirse insanın ruhunda emenet bırakılan pencerelerin her biri kendi âlemlerine açılırlar ve insan o pencerelerden o âlemlere bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla o alemden tezahür eden isme bir mirat ve bir ayine olur. (Bediüzzaman Said Nursî - İşarat’ül İ’caz s. 17 -  Envar) Demek insanın Allah’ın sıfatları için bir mirat olması, yani Allah’ın kendi sıfatlarını o ayinede seyretmesi ve isimlere ayine olması yani o isimleri diğer şuurlu mahlukata okutan bir ayine olması bize verilen maddi ve manevi cihazatı israf etmemek yani yerli yerinde sarf etmekle oluyor.

Demek israf etmek sadece maddi şeylere mahsus değil. Muhabbetin, duyguların, hissiyatın da israfı söz konusu olabilir. Muhabbet ve şefkat gibi duyguların yanı sıra öfke ve gazap duyguların da israfı ve iktisatlı kullanımı söz konusudur. Olur olmaz her şeye öfkelenen insan öfkesini israf etmiş olur; şahsına yapılan saldırılarda öfkelenmeyip dinine ve mukaddesatına gelen saldırılarda öfkelenmek ise öfkenin iktisatlı kullanımıdır. Bediüzzaman Hazretleri (Radiyallahü Anh) hukuk kavramını şahsi hukuk ve umumi hukuk olarak ikiye ayırmaktadır. Şahsi hukuk söz konusu olduğunda tevazu göstermek erdemdir, fazilettir; fakat umumi hukuk (Kur’ana, imana, islama veya cemaatime ait meseleler gibi) söz konusu olduğunda ise hazm-ı nefs etmek zillettir ve hukuha tecavüzdür. Mesela biri size hakaret ettiğinde susabilirsiniz; bu –yerine göre- fazilet olabilir ama dininize hakaret ettiğinde susamazsınız hakkın hatırını muhafaza ile mükellefsinizdir.

Demek her cihaz, his ve istidadı yerli yerinde kullanmak; ki adalet olarak da bunu tanımlamak mümkün; iktisata riayet etmek manasını taşıyor. Kainatta israf yoktur, abes yoktur; hiçbir şey boşu boşuna yaratılmamıştır. Kainattaki umumi nizam ve intizama uygun hareket etmek istiyorsak biz de bütün cihazat ve duygularımızı yerli yerinde kullanmalı ve israf etmemeliyiz. İnşallah böylelikle kainatın sırları, kapıları bize açılır.

Yerli yerinde kullanmak konusunda en çok zorlandığımız bir cihazımız da hiç şüphesiz enedir. Ene bize sadece bir ölçü aleti, bir mikyas olarak verilmiştir. Yani içimdeki benlik duygusu sadece Allah’a ait Ehadiyyet-i Zatiyyeyi anlamak; bir Zat olarak Cenab-ı Hakkı tanımak için verilmiştir. Yoksa ben olayım, kendi namıma istediğim gibi hareket edeyim ve durmadan benliğime yatırım yaparak onu büyütüp besleyim diye değildir. İçimdeki benlik duygusunu kendime ait zanneder ve sürekli onu besler ve kendime ait iyi vasıfları arttırmak için çabalarsam bu beni teferun ettirir. Yani firavunlaştırır. İyi vasıfları gittikçe artan ve bu iyi vasıfların bizzat kendisine ait olduğunu düşünen biri olurum. Halbuki Kur’andan ve onun hakikatli bir tefsiri olan Risale-i Nur’dan aldığımız dersle biliyoruz ki bütün hayırlar Allah’tandır. Yani kemal vasıfların cümlesi Allah’a aittir ve bizde görünen hayırların cümlesi de Allah’tandır. Bizdeki ene sadece Allah’a ait manaları hissettirmek için bize verilen bir cihazdır. Bunu Allah’ı tanımak için kullanmak iktisat; Allah’a ait manaları gasbedip nefsime almak ise israftır.

Bize verilmiş olan bir başka cihaz da akıldır. Faydası olmayan pek çok bilgiyi akla yüklemek aklı israf etmek olacağı gibi; mesela iman ilmini, daha sonra tüm letaife sirayet etmek üzere, akıl midesine almak aklı iktisatlı kullanmak olacaktır.

Merak duygusu da çok önemli ve bize farklı kapılar açan bir duygudur. Merakımızı da istikamette kullanmak, onu israf etmemek mühimdir. Üstadım neyi merak etmiş, neyi etmemiş diye ben dahi merak ettim küçük bir araştırma yaptım. Üstadım en çok talebeleri ne halde olduğunu merak etmiş. Falan talebem nerede, ne haldedir dediği çok mektuplar var. Bir de hakikatleri merak etmiş, hayali vakıalar diye adlandırdığı vakıalarda hakikatlere dair gördükleri ona çok merakaver gelmiş. Dünyanın işlerine ait şeyleri ise –velev ki dünya savaşı da olsa- merak etmemiş ve merak etmediğine vurgu yapmış. Ama bir üzüm asmasında kaç dane üzüm olduğunu merak etmiş mesela. Allah’ın sanatına karşı aşırı merakı var üstadın. Ayrıca talebelerine olan mektuplarında ‘merak etmeyin’ ifadesini çok fazla kullanmış. Allah’ın inayeti altında olduklarını ve başlarına gelen hapis gibi musibetler yüzünden merak etmemelerine tavsiye etmiş. Bir de Hastalar Risalesinde hastalara, Vesvese Risalesinde vesveselilere, İthiyarlar Risalesinde ihtiyarlara ‘merak etme’ demiş. Hakikaten; ömrüm ne olacak nereye kadar gidecek, hastalığım daha ne kadar sürecek gibi meraklar insanın kuvve-i maneviyyesini kırıyor. Mesela dün en fazla kaç yılına kadar dünyada kalabilirim diye bir hesap yaptım; bu benim hiç işime yaramamakla beraber hem panik olmama hem de bu kadar yıl dünyadayım bir baltaya sap olamadım diye düşünmeme sebep oldu. Yani bunu merak etmek hiç işime yaramadı. Kaldı ki bu bizim meselemiz ve vazifemiz değil ömrümüz gibi ölümümüz de Allah’ın elinde. Biz vazifemiz olmayan şeylere karışmazsak ve vazifeli olduğumuz meseleleri merak edersek inşallah merakımızı da israf etmemiş, iktisatlı kullanmış oluruz.

Elbette insana ait bütün cihazatın iktisat ve israfını konuşmak bir yazıya sığmaz. En azından bunlar bizim için bir ölçücük olabilir. Hayallerin israfı konusu çok önemli ama; onu atlamayalım. İnsanın dünyada bir hedefi olmalı ve o hedefe matuf hayalleri olmalı. Hedefimize hizmet etmeyen hayaller kurmak kuvve-i hayaliyemizi israf etmek anlamına gelir. Bizi motive edecek, hedefimize doğru giderken hızımızı arttıracak hayaller kurmak ise hayalin iktisatlı kullanımı olabilir. Unutmamalıyız ki hayallerimiz âlem-i mîsalin levhalarında kaydediliyor. Yani kainatta hayallerimizin –gerçekleşmese bile- bir vücudu oluyor. Acaba haşirde onlar da vücudumuzun parçası gibi olacak mı? Çok merakaver bir sorudur.

Evet demek paramızı, zamanımızı, eşyalarımızı israf etmemek ne kadar önemli ise kuvvelerimizi ve cihazatımızı, duygularımızı da israf etmemek en az o kadar belki daha fazla önemli. Allah’ın bize ihsanı olan, biz hakketmediğimiz halde vehbinden bize hediye ettiği vücut libasını ve o libasın müzeyyenatı olan hislerimizi ve cihazatımızı iktisatlı kullanmak, israf etmemek temennisi ile… Umulur ki böylelikle kainattaki umumi nizam ve intizama muvafık hareket ederek kainat hükmünde bir insan olabilir ve kainatı arkamıza alarak Cenab-ı Hakk’ın huzurunda; hitabat-ı sübhaniyyesine anlayışlı bir muhatap olabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum