Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

İktisat ve toplumun ahlakı

İnsan düşünen, akleden, hak ve hakikati, doğruluğu arayan ve hayatını buna göre şekillendirmek isteyen ahlâkî yönü olan bir varlıktır. İnsanı akılsız düşünemediğimiz gibi, inanç ve ahlâkî yönü olmadan da düşünemeyiz. Sosyal ve ekonomik olayları insanın bu yönlerini nazara almadan değerlendiremeyiz. Bu hususu dikkate almadığımız zaman doğru sonuçlara ulaşamayız. Dünyada meydana gelen “Küresel Ekonomik Krizi” doğru değerlendirmemiz için olayın ahlâkî boyutuna da bakmamız gerekmektedir.

IX. asır “Dinin ve inancın” reddedildiği bir karanlık dönem olmuştur. İnsan aklı eşyayı keşfederek teknolojik gelişmeleri sağlayınca inancın yerine akıl ve tekniği koymaya başladı. Öyle ki “dinler zamanını doldurdu; bundan sonra insanlığın dini akıl ilim olacaktır” demeye başladılar. İnançsızlık aşırı hırsı, bu ahlaksızlığı ve zulmü netice verdi. Sonuçta 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nı insanlığın başına bela etti. Yetmedi aşırı kazanma hırsı da 1929 Amerikan Ekonomik Krizi ile sonuçlandı; ama bu küresel bir kriz olmadı. Arkasından 1939-1945 yılları arasında II. Dünya Savaşı yaşandı ve en az 30 milyar insanın ölümü ve bir o kadar insanın da tehciri ile sonuçlandı. Ekonomik kaybı ise milyarlarla ifade etmek mümkün değildir.

Yaşanan bu akıl almaz tecrübeler insanlığı yeniden düşünmeye ve barış içinde kalkınma projeleri hazırlayarak savaşları geride bırakmaya mecbur etmiştir. İnsan aklının teknolojiyi bulması insanlığın saadetine değil felaketine sebep olmuştur. Bunun tek bir nedeni vardır o da inançsızlık ve bundan kaynaklanan dünya hırsı ve ahlâkî çöküntüdür.

Günümüzde de modern toplumun kaynakları sorumsuzca kullanmaları maalesef günümüz “Küresel Ekonomik Krize” sebep olmuştur. Ekonomi “insan ihtiyaçlarının sonsuzluğu” ilkesinden yola çıkarak daha çok üretim ve daha çok tüketimi öngörür. Ancak bu ihtiyaçlar dengeli ve tüm insanlığın faydalanacağı bir şekilde kullanılması gerekir. Gayr-i meşrû kazanılan bir servet değeri bilinmediği için gayr-i meşru yollarla tüketilmekte bu da dengesiz bir ekonomik yapılanmayla sonuçlanmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre ekonomik krizlerin kaynağı “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen zahmetler çekerek çalış, ben yiyeyim” gibi bencil ve gayr-i ahlâkî, yani hiç de etik olmayan anlayışlardır. (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s. 78-79) Bu ve benzeri düşünceler İslam dininin “Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir” (Müslim, İman, 74) ve “İşçinin ücretinin alın teri kurumadan veriniz” (İbn-i Mâce, Rehin, 4) temel prensiplerine zıttır. Ayrıca Allah’ın kesin emri olan “Zekât” ve “Faizin yasaklanması” ile bencil insanların bu gayr-i ahlâkî ve sorumsuz davranışlarının olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırır mahiyettedir.

Varlıkların tamamı Allah’ın insanlara emanetidir. Bu emanetin en önemlisi de rızkın tevziidir. Allah insanı bir tevziat memuru yaparak rızkın dağılımını adil bir şekilde yapmasını insandan istemektedir. Bu sebeple Allah’ın verdiği bu kaynakları sorumsuz bir şekilde kullanarak boş yere harcamak israftır. Emanet şuuru ile yerli yerinde kullanmak ve hak sahiplerine vermek ise iktisat ve adalettir. Kaynaklar yerli yerinde kullanılmış olsaydı elbette ekonomik kriz olmaz, refah yaygınlaşırdı.

Allah’ın bizlere sunduğu nimetleri saymakla bitiremeyiz. (İbrahim, 14:34) Nimetler şükür için verilmiştir. İsraf ise şükre zıttır. Şükrün bir ölçüsü de kanaatkâr olmaktır. Kanaat ise bitmez tükenmez bir hazinedir ve insan saadetinin esasıdır. Allah’ın nimetinin değerini bilen aza kanaat eder ve israftan sakınır. Kanaat eden ve israftan sakınan sermaye birikimi sağlar. Zenginlik sermaye birikiminin sonucudur.

Kalkınmanın en önemli unsuru sermayenin toplumun refahına harcanmasıdır. Refah ve gelişmişlik hürriyet ve demokrasi ile de doğru orantılıdır. Hürriyet kalkınmışlığı, kalkınmışlık ise hürriyeti ve demokrasinin gelişimini destekler. Yani kalkınma, zenginlik ve refah ile hürriyet ve demokrasi birbirinin telazumudur.

Rızık Allah’tandır. Hayatı veren Allah hayatın devamı için gereken her şeyi de verecektir ve vermektedir. Ancak insan yaratılış amacını unutarak ölmeyecekmiş gibi sadece dünya hayatının saadetini düşünerek kendisini bir tevziat memuru değil de mal sahibi zannederek nefsinin isteklerini tatmin için çalışırsa pek çok hukuku ihlal edecektir. Hayatın bir yardımlaşma olduğunu unutmayarak ticarî hayatımıza “Fütüvvet” ve “İsar” hasletlerin sokmamız gerekir.

Günümüz ekonomik ve ticarî hayatına karışan, yönlendiren ve bizatihi üreten ve satan devlet ve devletçi politikaların günümüz ekonomik krizinde büyük roller oynadığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. Devletle hür teşebbüsün ve vatandaşların yarışması mümkün değildir. Kira ve vergi vermeyen bir şirketle, vergi veren ve kira ödemek durumunda kalan müteşebbislerin yarışma şansı zaten yok. Hür teşebbüsü öldüren en önemli etken budur.

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre devlet tüccar zihniyetinden ve gelir kapısı olmaktan çıkması gerekir. Devlet kapısında çalışanlara memur denir ve memurlar halkın işlerini görmek için bu görevlere getirilmelidir. Devlet üzerinden rant elde etmek ve kamu kaynaklarından nemalanmak ahlâkî değildir. Memurların bu duygularla hareket etmesi yine dini inancına ve dindarlığına bağlıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.