İkonlar ve heykellerde Hz. Muhammed (asm)

Sanat ve dinler tarihinde Hz. Peygamber (asm)-4

Sahabelerin önde gelenlerinden olup Mekkeli tüccar ve eşraftan Mut’im bin Adiy’in oğlu olan Cübeyr bin Mut’ım (RA) anlatıyor: Yüce Allah, Peygamber’ini gönderip İslam Mekke’de yayılınca Şam’a gitmek için yola çıktım. Busrâ’ya gelince Hıristiyanlardan bir grup yanıma gelip:

-“Sen Harem’den misin?” diye sordular. Ben:

-“Evet” cevabını verince:

-“Aranızda peygamber olduğunu iddia eden bu kişiyi tanıyor musun?” diye sordular. Ben:

-“Evet” cevabını verince elimden tutup beni heykel ve resimlerin bulunduğu bir manastırlarına soktular ve:

-“İçinizden gönderilen bu peygamberin bu resimler arasında olup olmadığına bir bak” dediler. Resimlere bakıp Resulullah’ın resmini göremeyince:

-“Onun resmini göremiyorum” dedi. Beni bu manastırdan daha büyük bir manastıra soktular. Burada önceki manastırdan daha çok heykel ve resim vardı. Bana:

-“Burada Onun resminin olup olmadığına bir bak” dediler. Baktığımda Resulullah’ın (SAV) sıfatlarını ve resmini gördüm. Yine Resulullah’ın (SAV) yanında Hz. Ebu Bekr’in resmini gördüm. Bana:

-“Onun suretini gördün mü?” diye sorduklarında:

-“Evet” cevabını verdim. Resulullah’ın (SAV) resmini gösterip bana:

-“Bu mu?” diye sorunca:

-“Vallahi budur. Bunun O olduğunda şahitlik ederim” dedim. Bana:

-“Onun yanında olan bu kişiyi tanıyor musun?” diye sorduklarında:

-“Evet” cevabını verdim. Onlar:

-“Bunun sizin arkadaşınız Resulullah (SAV) olduğuna, bu kişinin de Ondan sonra gelecek halife olduğuna şahitlik ederiz” dediler.[1]

Cübeyr bin Mut’im (RA) der ki: Ticaret için Şam’a giderken Ehl-i Kitap’tan bir adamla karşılaştım. Bana:

-“Yanınızda Peygamber olduğunu iddia eden biri var mı?” diye sordu. Ben:

-“Evet” cevabını verdim. Kitap ehlinden bir adam gelip:

-“Neyle geldiniz?” diye sorunca, ona anlattım. Beni evlerinden birine soktuğunda, içerisinde Resulullah’ın da resminin bulunduğu suretler gördüm. Adam:

-“O, bu mu?” diye sorunca:

-“Evet” cevabını verdim. Adam:

-“Bu peygamber dışında bütün peygamberlerden sonra peygamber vardır” dedi.[2]

Bu her iki rivayet hadis literatürünce merfu olup en sağlam bir tarik olarak senedin belli bir noktasından itibaren sahabenin çocuğu-torunu-torununun çocuğu şeklinde devam eder. Ki sahih bir senede sahip olarak Buhari tarafından nakliyle de te’yid edilir.

Bu iki rivayetin tam anlaşılabilmesi için Busrâ şehrinin geçmişi ve o yolculuk esnasındaki Hıristiyan dünya açısından konumu ve önemi anahtar rol oynayacaktır. Busrâ şehri hakkında detaylı bilgiyi Marmara İlahiyat’taki Hulefa-yı Raşidîn Dönemi dersi hocam, Prof. Dr. Mustafa Fayda, Diyanet İslam Ansiklopedisinde şöyle anlatır:

Busrâ (Bozrah), Suriye’nin güneyinde Yermük nehrinin kaynağına yakın bir yerde Cebel-i Dürüz’ün (Cebel-i Arab) batı yamacında, denizden 850 m. yükseklikte verimli bir ovada kurulmuştur. Bugünkü Ürdün-Suriye sınırının 30 km. kadar kuzeyinde, bağlı bulunduğu Der‘â’nın (eski adı Ezriât) 41 km. güneydoğusunda ve Şam’ın 141 km. güneyinde yer alır.

Çeşitli kaynak, kitâbe ve paralarda adı Busrâ, Bostra, Bossora ve Bosora olarak geçmekte, Osmanlı Devleti zamanında ise Irak’ta aynı ismi taşıyan diğer bir yerleşim merkeziyle karıştırılmaması için Eski Şam veya Eski Şam Busrâ adıyla anıldığı görülmektedir. Şehrin ismine ilk defa III. Tutmosis’in (m.ö. 1504-1450) şehirler listesinde ve el-Amarna arşivinde (m.ö. XIV. yüzyıl) Buzruna şeklinde rastlanır. Bu isim, milâttan önce 175-135 yılları arasındaki olayları anlatan ve milâttan önce 100 yıllarında yazılmış olduğu kabul edilen I. Makkabîler kitabında da görülmektedir. (5/26, 28)

Bütün bölgeye hâkim olan coğrafî konumu dolayısıyla büyük bir stratejik öneme sahip olan şehir, Romalılar’ın önünde tutunamayan Nabatîler’in başşehirleri Petra’yı terketmeleri üzerine bu devletin merkezi oldu ve Roma hâkimiyetinden sonra da burada Nabatî dili konuşulmaya devam etti. Roma İmparatoru Trajanus’un emriyle Suriye Valisi Cornelius Palma tarafından 106 yılında Nabatîler’den alınarak Arabistan eyaletinin merkezi ve üçüncü Kyrene (Cyrenaica) lejyonunun karargâhı haline getirildi; ayrıca bazı eserlerin ilâvesiyle yeniden imar edilen şehre Nova Trajana Bostra adı verildi.

İmparator Marcus Aurelius zamanında (161-180) surları bedevîlere karşı tahkim edildi ve idarî yapısı ile halkına uygulanan vergi usullerinde ciddi değişiklikler yapılarak önemli bir ticaret merkezi olması sağlandı.

O dönemde Busrâ panayırı Eyle-Petra yoluyla Kızıldeniz’den ve San‘a-Necran-Tâif-Mekke-Medine-Hicr-Tebük-Petra (veya Amman) yoluyla da Hint, Çin ve Yemen’den gelen malların satıldığı önemli bir pazar olmuştu ve Urfa, Antakya, Akdeniz sahilleri, Hîre ve Basra körfezine giden kervanlar buradan geçiyordu. Severus Alexander (222-235) şehrin statüsünü “colonia” seviyesine çıkarttı; daha sonra ise Busrâ’da doğan ve bu sebeple lakabı “Arap” olan Marcus Julius Philippus (244-249) şehre “metropolis” unvanını verdi ve burada adına para bastırdı.

Büyük Konstantinos zamanında (306-337) önce piskoposluk merkezi haline getirilen şehir daha sonra Antakya patrikliğine bağlanarak Arabistan başpiskoposluğunun merkezi yapıldı ve bölgede Hıristiyanlığın yayılmasında önemli bir rol oynadı.

Kuruluşundan beri bazı Yahudi topluluklarının da yaşadığı Arap şehri Busrâ’ya, Yemen’deki setlerin yıkılmasından sonra zaman zaman başka Arap kabileleri de gelip yerleşmişlerdir. Busrâ Gassânîler’in de merkezi olmuş, Gassânî emîrleri ve Bizans döneminde tayin edilen Arap asıllı valiler şehrin ünlü panayırından Bizans adına vergi toplamışlardır.

Câhiliye devrinde Busrâ, Kur’ân-ı Kerîm’de temas edildiği gibi (bk. Kureyş 106/1-4), kışın güneye, yazın kuzeye giden Kureyş kervanlarının çok sık ziyaret ettikleri Gazze[3], Eyle ve Ezriât gibi kuzey şehirlerinden biri idi. Bundan dolayı Kureyşli tâcirler burayı çok yakından tanırlardı. Nitekim bu devirdeki Arap şiirlerinde Dımaşk’tan çok Busrâ’nın zikredildiği görülmektedir.

Hz. Muhammed bi‘setten önce iki defa Busrâ’ya gitmiştir. 9 veya 12 yaşında iken amcası Ebû Tâlib ile gittiği ilk seyahat sırasında, Busrâ’da bir manastırda yaşayan rahip Bahîrâ onu görmüş ve kendisinin peygamber olacağını söylemiştir. İkinci seyahatini ise 25 yaşında Hz. Hatice’nin kervanını yönetirken yapmıştır. Bu seyahati sırasında konakladığı yeri farkeden rahip Nestûrâ kendisi hakkında, “Bu ağacın altına peygamberden başkası inmedi” demiştir (İbn Sa‘d, I, 130).

Bizans ve Sâsânî imparatorlukları arasındaki büyük savaş (613 veya 614) Ezriât ile Busrâ’da vuku bulmuş ve Busrâ bu savaşta tahrip edilmişti. Savaşın neticesi Mekke’deki müslümanlarla müşrikler arasında da tartışılmış ve Rûm sûresinin ilk âyetleri bu sırada nâzil olmuştur. Bu sûrenin 3. âyetindeki “... en yakın bir yerde...” ibaresinin Busrâ ve Ezriât’a işaret ettiği rivayet edilmektedir (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXI, 13; a.mlf., Târîḫ, I, 1007).

Roma-Bizans döneminden kalma surlar, müslümanlar tarafından kaleye çevrilen tiyatro, hipodrom, halkın bâbü’l-kandil dediği iki zafer takı, üç hamam, bir saray, bir katedral, üç kilise, rahip Bahîrâ’ya izâfe edilen bir bazilika, büyük bir çarşı ve içinde deniz savaşı oyunlarının tertip edildiği çok büyük bir havuz başta olmak üzere birçok tarihî yapı ve yapı kalıntısına sahip bulunan Busrâ İslâm eserleri bakımından da çok zengindir.[4]

Busrâ şehrinin Arabistan başpiskoposluğunun merkezi olması Hz. Peygamber’e (ASM) ait ikonların varlığının sebebini açıklar. Hz. Ebu Bekr’in ikonunun dahi olması gösterir ki Hıristiyan dünya değil sadece Hz. Muhammed’i (ASM), Onun dinini, dininin getirdiği adalet ve hak nurunu, bu adalet ve hak nurunu Hıristiyan dünyaya ulaştıracak râşid halifelere dahi muntazır idi.

(Devam edecek)

[1] Beyhaki Delailü’n-Nübüvve, Şeyh Ebu’l-Feth-Abdurrahman bin Ebu Şureyh el-Herevi-Yahya bin Muhammed bin Sâid-Abdullah bin Şebîb Ebu Saîd er-Rabiî-Muhammed bin Ömer bin Saîd bin Muhammed bin Cübeyr- Ümmü Osman Saîd bin Muhammed bin Cübeyr bin Mut’im-Babası Muhammed bin Cübeyr’den o da babası Cübeyr bin Mut’im silsilesiyle naklediyor: c.1, s. 321-322.

[2] Buhâri, Târih, (1/179), İbn-i Kesir, Tefsir (3/568), Beyhaki Delailü’n-Nübüvve, Buhâri ve İbn-i Kesir’den naklen, c.1, s.322. Bu rivayeti Buhârî-Muhammed-Muhammed bin Ömer bin Saîd bin Muhammed bin Cübeyr- Ümmü Osman Saîd bin Muhammed bin Cübeyr bin Mut’im-Babası Muhammed bin Cübeyr’den o da babası Cübeyr bin Mut’im silsilesiyle naklediyor.

[3] İslam tarihçilerinin müttefekun aleyh olarak anlattıkları üzere Hz. Peygamber’in (ASM) dedelerinden Haşim bin Abdimenaf 25 yaşında Gazze’de vefat etmiştir.

[4] Prof. Dr. Mustafa FAYDA, DİA, Busrâ Maddesi, c.6, s.470-472.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
19 Yorum