İçi boşaltılan güzelim kavramlar

Son günlerde inançlara dayalı değerleri ifade eden temel kavramlar örselenmektedir.

Toplumun hafızası tarihi derinliklere ve inanca dayalı kavramların içi boşalıyor.

Gerek evrensel değerler gerekse her toplumun referansları olan müşterek değerler kelime anlamına zıt algılanma gibi bir fecaat ile karşı karşıyayız.

Mensubiyet veya aidiyet bağı olsun veya olmasın sıradan insanların bile pozitif olarak kanaat sahibi olan “cemaat” kavramı hiçbir dönemde bu kadar olumsuz algılanmaya maruz kalmamıştır.

Gündemdeki tartışmaların, özellikle siyaset yapanların taraf olduğu çatışmaların herhangi bir yerinde olmak risk teşkil etmektedir.

Zira siyasi kimliğe sahip olanların kullanmasında normal kabul edilen bazı argümanlar misyonu sadece dine hizmet misyonu olanlar için normal sayılamaz.

Bu demek değildir ki siyasetçinin her vasıtayı kullanması normal kabul edilsin.

Siyasetin amaç ve hedefleri iktidar erkini ve araçlarını elde ederek inisiyatif kullanması memleket mukadderatında karar almasıdır.

Dine hizmetin maksadı sadece Allah için insanlara hakikati göstermekle sınırlıdır.

Muhatap veya mensubiyetle bağlı insanlara dahi davranış dayatması yapmaz ve yapamaz.

Kendi mensuplarına dahi müdahele hakkı olmayan, dini cemaatin millet iradesi ile iş başına gelen iktidara müdahele etmek gibi bir hakkı asla normal karşılanamaz..

Din umumun malıdır… Aynı dine mensup insanların farklı siyasi görüşe sahip olması iman hakikatlerinden istifadesine engel değildir.

Teoride hal böyle iken realitede durum hiç de tarif edildiği gibi gerçekleşmiyor.

Maksadı Allah’ın ismini yüceltmek olan dini cemaatler tanımlanırken destek olduğu siyasi görüşe göre algılanması iddia ettiği davasının arka planda bırakılmasıdır.

Böyle bir algı sadece tanımlayanların değil adı geçen cemaatlerin de sorumluluğundadır.

Özellikle Risale-i Nur eksenli hizmet etmek maksadıyla teşekkül etmiş hizmet gruplarının iç çatışmaları sonunda ayrışmaların önemli sebeplerinin başında siyasi yaklaşım farklılıkları gelmektedir.

Said Nursi, eserlerinde ve talebelerine yazdığı mektuplarında siyasete bakışı gayet açıktır.

Osmanlının son zamanlarda ilan edilen meşrutiyete sahip çıktığı gibi çok partili dönemde din ve vicdan hürriyetini temin eden Demokratlara desteğini prensip olarak fiilen göstermiştir.

Bu görüşün alternatifi geçmişte din ve vicdan hürriyeti ile birlikte temel hak ve hürriyetler noktasında baskı uygulamış halkçıların olmasıdır.

Temelde siyasi yaklaşım 60 yıl nasılsa bugün de aşağı yukarı aynı karakteri göstermektedir.

Bu temel ölçüyü prensipten başka taraflara çekerek isim ve resme indirgemek insanların kabullenmeyeceği maksadın gizlenmesi olarak anlaşılacaktır.

Ölçü gayet basit. Önce “def’i şer celbi nef’a racihtir”. Yani zararın def edilmesi faydanın celb edilmesinden önce gelir.

Dengede olan terazide bir kefenin hiffeti diğerinin sıkletidir.

Tahribat kolay olduğu için terörle iç içe bir yapıya inanç dünyası ne kadar olumsuz kesim varsa husumette bir araya gelerek bir netice hasıl edebildikleri görüldü.

Dini cemaatlerin davası adına siyaset kurumundan beklentisi din ve vicdan hürriyeti yanında diğer temel hak ve hürriyetler ortamını temin etmesidir.

Diğer ekonomi, sağlık, eğitim gibi politikalarda tavsiyeleri olabilir beklentileri olamaz.

Fakat mevcut ahvalde görüyoruz ki, din adına faaliyet gösterdiğin medya yoluyla yayınlardan görüyoruz ki, dava ile inançla hiç âlâkası olmayan alanlarda kıran kırana mücadeleye girilmesini nasıl izah edebiliriz?

Toplum ortalaması sıradan insanlar din ve mukaddesata dair kutsî kavramları dini cemaatlerin sohbet halkalarından öğreniyor.

Örnek uygulamalarını müşahede ederek pratiğe yansıtıyor.

Şefkat, merhamet, itimat, ihlas, uhuvvet, muhabbet, sebat, metanet, sıdk, sadakat vs…. ne kadar güzelim kavram varsa içi boşaltıldığını üzülerek müşahede ediyoruz.

Toplumun pusulası ve saat ayarı olarak kabul ettiği dini cemaatlerin siyasete angaje olmaları, itimat katsayısını çok aşağılara düşürmektedir.

İtimat kazanmak için teknolojik deyimle “fabrika ayarlarına dönmek” lazımdır

Siyasi partiler toplumda nasıl algılandıklarını anlamak için kamu oyu araştırması yaptırıyorlar. Stratejilerini toplumun talep ve beklentilerine göre belirliyorlar.

Sosyal gruplar ve özellikle dini cemaatler madem Allah için faaliyet gösteriyorlar hem içte hem dış gözden nasıl algılandıklarını ölçmeleri lazımdır.

Cemaatler şahsı manevi olarak toplumdan soyutlandıkça kolektif kibir marazına maruz kalıyor. Kendini beğenmişlik… “Benim şeyhim/ağabeyim/cemaatim sizinkileri döver” anlamına gelen realite…

Çok mu ağır itham oldu?…

İsterse hakkımda idam kararı alsınlar iddiamda ısrarlıyım…

Bütün sosyal gruplar için vaziyet üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Cemaat mensupları şahsi enaniyetlerini şahsı manevinin içinde gizleyerek “cemaat adına temsil” iddiasıyla fütursuzca topluma tepeden nizamat vermeye kalkışabiliyorlar. En azından kullanılan dil öyle anlaşılmaya müsait…

Topluma şekil vermekle kalmayıp en üst karar verici makamlara tehditler bile savurabiliyorlar…

Yapılan hizmetin performansını, toplumda algılanışını ölçme ve anlama ihtiyacı hissetmiyorlar…

Kutsaldırlar, imtiyazları vardır, kusursuzdurlar!, aksi görüş beyan eden ihanet sayılır…

Durum ortaçağ klisesinin yaşadığı sendromu yansıtıyor sanki…

Asli işlevine, fabrika ayarlarına dönmelerine siyasi yapılardan daha ziyade sosyal yapıların hususan dini cemaatlerin ihtiyacı vardır.

Kavramları asli anlamında kullanabilir, içi doldurulmuş olur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum