İblis, ümitsizlik ve Kur’andaki isimlerin mucizevi yönleri

Ramazan-ı Şerif’in Tatlı Meyveleri-2

Hak katında isimler, müsemmanın ruhunu ifade ederler. Fakat halk katında isim ve müsemma arasında uyuşmazlık olabilir. Mesela Allah, bizzat Hz. Yahya’nın adını koymuştur. Ki Yahya, sürekli yaşayan, ölümsüz demektir. Bu isimlendirme, Hz. Yahya’nın şehit olacağına dair bir ihbar-ı gaybîdir. Çünkü şehitler, hakikaten ölmezler. O mübarek nebinin hayat serencamesi, Roma İmparatorluğu’nun bölge yöneticisi olan Herod’un zulmü neticesinde şehadete varmıştır.

Bu çerçevede Kur’an, “İblis” i bir özel isim olarak; “şeytan” ı ise, bir sıfat isim olarak kullanır. İblis’i tekil ve şeytanı çoğul olarak zikreder.[1] Şeytanların, insanlardan ve cinlerden olduğunu vurgular.[2] İblis’in ise cinlerden biri olduğu açık olarak ifade eder.[3]

Mu’cemü’l-Müfehres’e baktığımızda Kur’anda BLS kökünün birçok âyette kullanıldığını görüyoruz.

“Ve lekad ehaznahum bil azabi fe mestekanu li rabbihim ve ma yetedarreun.  Hatta iza fetahna aleyhim baben za azabin şedidin iza hum fihi mublisun.” (And olsun, onları azap ile yakaladık. Ancak Rabbleri için uslanmadılar ve tazarruda bulunmadılar. Ne var ki üzerlerine şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman, bütün ümitleri boşa çıkacaktır.) (Mu’minun suresi, 76-77)

“Fe lev la iz caehum be'suna tedarrau ve lakin kaset kulubuhum ve zeyyene lehumu’ş-şeytanu ma kanu ya'melun. Fe lemma nesu ma zukkiru bihi fetahna aleyhim ebvabe kulli şey', hatta iza ferihu bima utu ehaznahum bagteten fe izahum mublisun.” (Hiç olmazsa onlara sıkıntılarımız dokunduğu vakit tazarru etselerdi! Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını çekici gösterdi. Onlar, verilen öğüdü unutunca, onlara her şeyin kapılarını açtık; kendilerine verilen şeylerle sevince daldıkları sırada onları ansızın yakalayıverdik. O zaman bütün ümitleri boşa çıktı.) (En’am suresi, 43-44)

“Ve yevme tekûmu’s-saatu yublisu’l-mucrimûn.” (Kıyamet saatinin gerçekleştiği gün, mücrimler umutlarını kaybederler.) (Rum suresi, 12)

[Âyetlere topluca bakıldığında, BLS kökünün ümitsizliğe düşmek olduğu istihracını yapabiliyoruz. Bu çerçevede İblis ismi de if’îl vezninden bir kelime olup aşırı derecede ümitsizliğe düşürmek manasındadır. Ki İblis’in insana ilk saldırdığı cephe ve en sarsıcı darbesi, ümitsizliktir. Bu kancaya ruhunu kaptıran kişi, Bediüzzaman’ın tespit ettiği üzere, yeis-ucub-gurur ve su-i zan güzergâhından geçecek bir ruhî çöküş sürecine girer.[4] Kur’anın, o saldırgan cini, İblis olarak mücessem bir fiil olarak isimlendirmesi gösterir ki İblis, kibrinden dolayı Allah’ın dergâhından kovulunca başkalarını da ümitsizlikle zehirlemekten zevk alacak bir mahiyete bürünmüş, her sözü ve fiili ümitsizlik aşılar bir hale gelmiştir. Bu cihetten Kur’an İblis’in benliğini sıksan mücessem bir iblas (ümitsizliğe düşürme) damlar, mahiyetinde onu İblis olarak isimlendirir.

Kur’an bu âyetlerde ümitsizlik hastalığını, bu hastalığa kişiyi sevk eden ana unsur olan İblis’i bildirdiği gibi bu hastalığın en temel ilacını da yukarıdaki ayetlerde tekrar ederek vurgular: Tazarru… Tazarru, terim olarak, çaresizliğin verdiği ızdırap içinde Allah’ın kudret ve rahmetine iltica etmek ve Ona yalvarmak demektir. Dikkat edilirse hem En’am suresi, hem Mu’minun suresi, tazarru yapmadıkları için kişilerin İblis’in tuzağına düştüklerini ifade ediyor. Bu çerçevede Kur’an tam bir ruh hekimi olarak şifa yolunu bildiriyor.]

İslam lügat ve dil âlimleri her ne kadar İblîs kelimesinin gayr-ı münsarıf, yani Sarf kaidelerine aykırı olduğunu iddia etseler de Kur’anın en çok kullandığı kelimelerden biri olan “miskîn” lafzı if’îl vezninin isim hali olan mif’îl veznindendir. Ayrıca İncîl ve İdrîs kelimeleri de if’îl vezninden diğer lafızlardır. Ki İncîl, necil kökünden türer. Necil ise, nesil, soy, kendisinden nesil devam edecek erkek evlat demektir. Bu manada İncîl de, yepyeni bir nesil ve soy yetiştirmek demektir. Materyalist Roma toplumuna ve dünyevileşmiş Yahudi milletine gönderilen Hz. İsa’nın (AS) tamamen ruhani bir hayatı getirmesi ve bu terbiyeyle şekillenmiş bir nesil yetiştirmeye çalışması bu manayı teyid eder. İdrîs ise, sürekli ve yoğun şekilde ders yapmak demektir. Yani Kur’an diyor, Hz. İdris’in (AS) ruhu sıkılsa, ondan ders verme fiili damlardı.

Bu çerçevede Kur’anın kullandığı isimler ile müsemma arasında bütünlük vardır. Mesela Yûsuf, teessüf ettiren, üzen anlamında bir kelimedir. Ki Hz. Ya’kub’un üzüntü ve hasretle geçen hayatı, Züleyha’nın mecazi aşkıyla çektiği üzüntü ve hayıflanmalar, Hz. Yusuf’un (AS) ismi ile müsemması arasındaki uyumu gösterir.

İsmail, Allah’ı işittirmek, Allah’a itaati ve sadakati yaymak demektir. İbranice’de “İl”, Allah demektir. İsma’ ise, sem (işitme) fiilinin if’al veznindeki halidir ki, işittirmek demektir. Yahudiler Onu, Samuel “Allah’ı en iyi işiten ve Ona en iyi itaat eden” diye biliyorlar. Kur’an ise işitme ve itaat etmenin en ileri hali olan İsmail olarak onu isimlendirir. Bu manayı şöyle ifade eder:

“Vezkur fi’l-kitâbi İsmaile innehu kâne sâdıka’l-va'di ve kâne resûlen nebiyya. Ve kâne ye'muru ehlehu bi’s-salâti ve’z-zekâti ve kâne inde rabbihi mardıyya.” (Kitap'ta İsmail'i de an. O, vaadine sâdık bir resul, bir nebiydi. Ve o kendisi ile birlikte olanlara, âile efradına salâtı ve zekatı emr-i bi’l-ma’ruf ile duyuruyor, emrediyordu. Ve o Rabb'inin yanında kendisinden hoşnut olunmuşlardandı.) (Meryem suresi, 54-55)

Bu çerçevede Kur’an eğer bir peygamberin ismi, Arapça’da kökü varsa o ismi değiştirmeden alır. Veya hafif değiştirir. Bu noktada İbranice ve Arapça Sami dil grubundan olduğundan ortak kökler mevcuttur. Eğer İbranice’deki kök Arapça’da yoksa, Kur’an o ismin manasını ifade edecek şekilde bir Arapça kelime kullanır. Yani o ismi tercüme eder. Buna en iyi misal, Hz. İdris’tir. Onun İbranice’deki ismi, Enoch veya Hanok’tur. Hadiste Peygamberimiz, Uhnuh olarak aslî ismini zikreder.[5] Kur’an, Enoch veya Hanok ile aynı manaya gelecek şekilde İdrîs lafzını kullanır. Ki İbranice’de Enoch, çok bilge ve hikmet sahibi kişi demektir.[6] Bilge ve hikmet sahibi olmanın yolu, yoğun şekilde hakikat üzerine tefekkür etme, bilgi yığınlarının özsuyunu çıkarmayı zorunlu kılar. Bu manada DRS kökü ve İdrîs lafzı, bütün bu manaları ifade edecek bir kiple Enoch’un veya Hanok’un tercümesi olmuştur.

Eğer bir isim, Arapça’da kökü varsa o ismi, Kur’an Hz. İsmail’de (AS) olduğu gibi ya aynen alır veya hafif değiştirir. Bu çerçevede Kur’an Hz. İshak’ın ismini aynen alır. Çünkü SHK kökü Arapça’da vardır. 2 âyette de bu kök kullanılmıştır.

“Fa'terefu bi zenbihim, fe suhkan li ashabi’s-saîr.” (Böylece suçlarını itiraf ettiler. Rahmetten uzak olsun Cehennemlikler.) (Mülk suresi, 11)

“Hunefae lillahi gayre müşrikîne bih, ve men yuşrik billahi fe ke ennema harre mine’s-semai fe tahtafuhu’t-tayru ev tehvi bihi’r-rîhu fi mekânin sahîk.” (Hanifler, pislik olan putlar ve putlar adına kesilen hayvanlarla, Allah'a şirk koşmayanlardır. Allah'a şirk koşan kimse, sanki gökten düşen ve kuşun kaptığı veya rüzgârın uzak yerlere sürüklediği kimse gibidir.)

Her iki âyette de SHK kökünün uzaklaştırılma, uzak yere sürülme manasında olduğu görülüyor. Ki bu çerçeveden bakıldığında İshak lafzı, uzak yerlere sürmek, uzaklaştırmak anlamındadır. Yani Hz. İshak’ın ruhu sıkılsa bu mana damlardı. Hakikaten kendisi Kur’anın bildirdiği üzere ilim sahibi[7] bir peygamber olarak küfür ve şirki, kendi aile efradı ve toplumundan uzak yerlere sürmüştü. Bununla beraber Onun bu ismi, kendi neslinden gelecek olan İsrail oğullarının tarihî kaderini de bildiren bir işareti içeriyor. Kur’anın Hz. İbrahim’e Hz. İshak’ın müjdelendiğinden bahsettiği her kıssada Hz. Yakub’un da müjdelenmesinden bahsetmesi, Onun lakabının İsrail olması, Hz. Yakub’un en hayırlı evladı olan Yusuf’un oğulları tarafından Mısır’a sürgün edilmesi, sonrası dönemde şiddetli kıtlığın onları Mısır’a sürüklemesi, Mısır’da yerleşen İsrailoğulları’nın Firavunlar tarafından köleliğe sürüklenmeleri, Hz. Musa rehberliğinde Mısır’dan çıkmalarına rağmen isyanlarından dolayı 40 yıl Tîh Sahrası’nda sürgün yemeleri, sonrası dönemde Babil sürgünleri, Roma işgalleri, Medine Yahudilerinin parça parça Medine’den sürgün edilmeleri, İshak lafzının İsrailoğullarının ruhunu ifade eden mucize bir hakikat olduğunu ifade eder. Evet Hz. Yakub’un nesli, Tevrat’a kendilerini uydurdukları ve tam bir İbrani ve Musevi oldukları zaman, kendileri Amalika gibi Allah düşmanlarını Arz-ı Mukaddes’ten sürdüler. Fakat Tevrat’ı kendilerine uydurmaya kalktıklarında Allah düşmanları onları defalarca sürgün etti. Bediüzzaman Said Nursi, şu an Kudüs’ün İsrail’in elinde olmasının sebebinin, onların içine girdikleri din gayreti ve Musevilik çabası olduğunu, bu cihetten ihlasla dinlerine sarıldıkları için İsrail-Arap savaşlarında galip geldiklerini bildiriyor.[8] Fakat hakiki Yahudilerin bildirdiği üzere Tevrat’ta Rab, Yahudiler’e devlet kurmayı haram kılmıştır. İsrail devleti, değil dünya konjonktürüne göre, Tevrat’a göre dahi gayr-ı meşrudur. Bu cihetten hem siyasi varlıklarının bir cürüm olması, hem kendi dinlerinden olmayan kesime, özellikle Müslümanlara yaptıkları zulümler gösteriyor ki, İshakiyet hakikati gereği, oradan sürülme zamanları yakındır. Bu cihetten Kur’anın isimlendirmesi bu manada tam bir mucizedir.

[1] İsra suresi, 27.

[2] En’asm suresi, 112.

[3] Kehf suresi, 50.

[4] Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, Hatime.

[5] Nureddin el-Heysemi, Sahih-i İbn-i Hibban Zevaidi, c. 1, s. 96.

[6] Bkz. Richard Lawrence, İdris Peygamber’n İki Kitabı, İdil yayınları.

[7] Hicr suresi, 53.

[8] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, 14. Şua, 16. Mektub.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum