Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Hür Adam üzerine bir değerlendirme

Hür Adam filmini, vizyona girdikten iki gün sonra seyretme imkânı buldum. Bu film, Üstad’ın hayatı, davası, mücadelesi ve Risale-i Nur’lar üzerinde yapılan ciddi anlamda ilk film olması açısından çok önemli bir anlam taşıyor. Film güzel hazırlanmış. Üstad’ın davasını samimi bir şekilde nazara vermeye çalışıyor.
Oyuncuların içtenliği, samimiyeti hemen göze çarpıyor. Rollerini en iyi şekilde ve gerçek anlamda yaşıyormuş gibi yapmaya çalışıyorlar. Özellikle başrol oyuncusu ve Üstad’ı canlandıran Mürşit Ağa Bağ, oynadığı bu önemli rolün hakkını en iyi şekilde vermeye çalışıyor. Şamlı Hafız Tevfik rolünü oynayan Tarık Tanrısever’i de unutmamak lazım. Bu konuda eleştirmenlerin büyük bir çoğunluğu hemfikir.

İyi bir sinema seyircisi değilim. Sinema kültürümüzün zayıf olduğunu peşinen kabul etmemiz gerekiyor. Bunun için de işin bu ciheti üzerinde pek durmayacağız. Fakat filmde bariz olarak dikkati çeken biyografik bazı bilgilere değinmemiz gerekiyor. Aslında bu konuları dahi bazı arkadaşlar önemli görmeyebilir. Onlara elbette saygı göstermek durumundayız. Fakat Üstad’ın hayatını anlatan bir filmde, ileride yapılacak yeni çalışmalarda daha özenli davranmak için en ufak bir yanlışı dahi belirtmemiz gerekiyor.

Üstad’ın Barla’ya geliş tarihi 1927 yılının 1 Mart günü. Bu konu artık tamamen vuzuha kavuşmuş durumda. Filmde 1926 yılı olarak gösterilmiş. Üstad 1926 yılının hemen başlarında sürgün yolculuğuna başlıyor. Meşakkatli bir yolculuğun ardından Trabzon’a varılıyor. Burada bir müddet kalınıyor. Sonra vapur ile İstanbul. 1926 yılının Mayıs ayında İstanbul’dan ayrılış ve  vapur yolculuğu ile İzmir-Antalya üzerinden Burdur’a naklediliyor.Sekiz ay kadar süren Burdur sürgününün ardından bir aylık Isparta ikameti ve Barla’ya nefyediliş. Yepyeni bir baharın arifesinde Barla’ya ilk adım atılıyor.

Bazı talebelerin şapka giyme meselesi de filmde abartılı bir şekilde nazarlara verilmiş. Özellikle bir grup Nur Talebesinin tamamen şapkalı bir şekilde Emirdağ’da Üstad’ı ziyareti hiç uygun düşmemiş. Şamlı Hafız Tevfik’in yıllar sonra Emirdağ’a Üstad’ın ziyaretine fötr şapkalı bir şekilde gönderilmesine niye gerek duyulmuş, doğrusu anlayamadım.  Evet, bir kısım Nur Talebeleri belli bir müddet şapka giymişler ve daha sonra da terk etmişlerdir. Filmdeki şapka ısrarının dozunun kaçtığını söylemek gerekir. Fakat zamanın dehşeti göz önüne alındığı zaman, belki durum bu şekilde senarize edilmiştir.

Şamlı Hafız Tevfik’inÜstad’ı ilk görüşü mütareke yıllarında İstanbul’da gerçekleşmiştir. Üstad, Hutbe-i Şamiye’yi Emeviye Camisinde 1911 yılının bahar aylarında okumuştur. Kendisi de oğlu Mehmet Tevfik gibi bir Hafız olan Yüzbaşı Veli Bey ise 1914 yılında Şam’a tayin ediliyor. Yani Hafız Tevfik’in Üstad’ı 1911 yılında Şam’da görmesi mümkün değil. Hafız Tevfik de ailesi ile birlikte 1914 yılında Şam’a gidiyor ve dönüşte de bundan dolayı  ‘’Şamlı’’ diye anılmaya başlanıyor. Şam dönüşü Üsküdar’da oturmaya başlamış olan ailenin, esaret dönüşü 1918 yılında Üsküdar’da oturmaya başlamış olan Üstad ile yollarının burada kesişmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi’nin son baskılarında bu durumu düzeltti. Fakat eski baskılardaki hatayı hala ısrarla yazan ve söyleyenlerin ardı arkası kesilmiyor.

Türk-Kürt kardeşliği de filmde vurgulanan çok önemli konulardan birisidir. Fakat yapılan bir hata, bu mesajı fazlasıyla gölgelemeye yetiyor. Birlik, beraberlik ve Tevhid ehli olan Bediüzzaman’ın mesajları, eğer bu konuda tam ve doğru olarak yansıtılsaydı, Sırat Köprüsünden geçtiğimiz bu günlerde, bu film çok daha büyük bir görev ifa edecekti. Burada bu mesaji gölgeleyen cümle Üstad’a söyletilen ‘’Bu devleti bugüne kadar Türkler idare etti, bundan sonra da Türkler idare edecek’’ cümlesidir. Risale-i Nur’un hiç yerinde böyle bir cümle geçmiyor. Bazı arkadaşların böyle yorumlayabilecekleri bazı ifadeler mevcut olabilir. Fakat bu bir yorumdan öteye geçmez. Üstad’ın II: Meşritiyet yıllarında Kürtlere söylediği ‘’Türkler bizim aklımız, biz onların kuvvetiyiz, mecmuumuz iyi bir insan oluruz’’ sözünden dahi böyle bir anlam çıkarmak bence mümkün değildir. Olsa olsa bir işbölümü veya gönüllü bir beraberlikten söz edilebilir.

Üstad’ın isyana teşebbüs edenleri vazgeçirmeye çalışması ile bu cümleyi birbirine karıştırmamak gerekiyor.  Üstad meşrutiyetten ve demokrasiden yanadır. Birlik ve beraberlik içinde, insan haklarına, etnik kimliğe saygılı,  milli adet, anane ve geleneklere bağlı kalınacak şekilde, gönüllü ve meşru birliktelikten yanadır. Bir teslimiyet anlamında olan bir beraberlikten yana olduğunu söylemek mümkün müdür?  Doğu illerimizde ve Kürt vatandaşlarımızın filme sahip çıkması noktasında bu mesajın doğru ve Üstad’a yakışır bir tarza verilmesi gerekirdi. Filmi seyredip de, bu cümleden rahatsız olan Kürt kardeşlerimizi yadırgamamak gerekir. Bu çetrefilli konuda verilecek mesaj, çok daha net, demokratik, Üstad’a ve İslam’a yakışır olmalıydı. Ne yazık ki bu fırsat kaçmıştır.

Dikkatimi çeken bir diğer önemli nokta da, İsevilerin hakiki ruhanileri ile ahir zamanda yapılacak ittifaka, Yahudilerin de eklenmiş olmasıdır. Üstad, bunu Hz. İsa’nın(AS) nazil olup İslam’a tabi olması şeklinde yorumluyor ve mesajlarını bu çerçevede şekillendiriyor. Bunu belki ‘’bütün ehl-i kitabın ittifakı’’ şeklinde okuyan ve normal karşılayanlar olabilir. Fakat bulunduğumuz İslam coğrafyasında yaşanan bunca gelişmelere ve İsrail’in sebep olduğu zulüm ve katliamın devam ettiği bir sırada yapılmış olmasının bir faydası olacak mı? Hem Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’da ahir zamanda dinsizlik şahs-ı manevisine karşı yapılacak olan ittifaka Yahudileri dâhil ediyor mu? Ben Risale-i Nur’un hiçbir yerinde böyle bir mesaja rastlamadım. Belki gözümden kaçmış olabilir.

Bu yazıyı yazarken çok üzücü bir hadiseye de şahit olduğumu ifade etmek isterim.  Salı akşamı Kanaltürk televizyonunda Tarık Toros’un hazırlayıp sunduğu Merkez Siyaset programında maalesef hiç hoş olmayan diyaloglar yaşandı. Mehmet Tanrısever, Tarık Tanrısever, Mürşit Ağa Bağ, Ahmet Tezcan, Ali Murat Güven ve Nuh Gönültaş’ın katıldığı programda filmin değerlendirilmesi yapılırken kullanılan ifadeler bu nezih ortama hiç yakışmadı.  Üç günlük gişe rakamları da beklenen şekilde çıkmayınca moraller biraz bozulmuştu.  Ata Demirer’in ‘’Eyvah Eyvah 2’’ filmi üç günlük süre içinde 801 bin kişi tarafından seyredilirken, ‘’Hür Adam’’ filmi bu süre zarfında sadece 239 bin kişi tarafından seyredilmiştir. Bu tablo karşısında elbette kimseyi suçlayacak durumda değiliz. Herkes böyle bir durumdan kendisine düşen dersi çıkarmalıdır.

Ben programda cereyan eden hadiseleri anlatıp, o üzücü tabloyu tekrar yaşatmak istemiyorum. Fakat böyle tabloların bir daha yaşanmasına asla fırsat verilmemelidir. Herkesi filme gitmesi için teşvik etmek gerekir. Allah rızası için bir hizmet yapılmıştır ve eksiklikleri ile birlikte çok güzel bir eser ortaya çıkmıştır. Üstad’ın hayatını beyaz perdeye aktarmak bile tek başına çok büyük bir hadisedir. Üstad ve Risale-i Nur vasıtası ile İslam’a hizmet edenlerin Üstad’ın hayatı ile ilgili olarak her türlü sıkıntı göze alınarak çekilmiş ve vizyona girmiş bir filme destek vermesini beklemek ve bunu istemek çok doğru bir tavırdır. Herkes üzerine düşeni ön yargısız ve samimi bir şekilde yapmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum