Hiç O’nun adıyla isimlendirilmiş başka birini biliyor musun?

Hiç O’nun adıyla isimlendirilmiş başka birini biliyor musun?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Meryem Sûresi 64-65. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

64 . (Cebrâîl dedi ki:) “(Vahyin te’hîrinden dolayı üzülme, çünki biz) ancak Rabbinin emri ile ineriz.(*) Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında ne varsa, O’na âiddir. Ve Rabbin (seni aslâ) unutucu değildir.”

65 . (O,) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir; öyle ise O’na ibâdet et ve O’na ibâdet etmekte sabırlı ol! (**) Hiç O’nun adıyla isimlendirilmiş (başka) birini biliyor musun?

(*) “Melekler bu âlemleri izn-i İlâhi ile görebilirler ve girerler ve Hazret-i Cebrâil gibi, insanlar ile görüşen umum melâike-i mukarrabîn mezkûr âlemlerin vücudlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikân haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıt‘asının vücudunu, ondan gelenlerin ihbârıyla bedîhî bildiğimiz gibi; yüz tevâtür kuvvetinde bulunan melâike ihbâratıyla âlem-i bekânın ve dar âhiretin ve cennet ve cehennemin vücutlarına o kat‘iyette îmân etmek gerektir ve öyle de îmân ederiz.” (Şuâ‘lar, 9.Şuâ‘, 190)

(**) “Sabır üçtür. Biri: Ma‘siyetten (günahlardan) nefsini çekip sabretmektir. Şu sabır takvâdır, اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ [Muhakkak ki Allah, takvâ sâhibleriyle berâberdir] sırrına mazhar eder. İkincisi: Musîbetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir (Allah’a güvenmek ve teslîm olmaktır). اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكَل۪ينَ [Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever] اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ [Muhakkak ki Allah, sabredenleri sever] şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’dan şikâyeti tazammun eder (ma‘nâsını taşır). Ve ef‘âlini (işlerini) tenkid ve rahmetini ittiham (suçlama) ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musîbetin darbesine karşı şekvâ (şikâyet) sûretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekvâ O’na olmalı, O’ndan olmamalı! (...) Üçüncü sabır: İbâdet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makām-ı mahbûbiyete (Allah’ın sevdiği has kulların makāmına) kadar çıkarıyor. En büyük makām olan ubûdiyet-i kâmile (tam bir kulluk) cânibine sevk ediyor.” (Mektûbât, 23. Mektûb, 106)