Ali BAYRAMOĞLU

Ali BAYRAMOĞLU

Hesap sorma anı yaklaşıyor

Daha bir kaç yıl önce askere yol göstermeye kalkıyor, şu sözleri söyleyebiliyordu: "12 Eylül müdahalesini yapmış olmaktan pişman değilim... Bugün Türkiye'de öyle bir ortam olsa ve ben Genelkurmay'ın başında olsam tereddüt etmeden bunu yine yaparım... Bizim dönemimizde 36 kişi idam edildi... İdam kararlarını imzalarken ellerim hiç titremedi... İdam kararı hâkimler tarafından veriliyor, ancak Meclis'te onaylanmıyordu. İdam kararı veriliyorsa, bence uygulanmalı. Ben de idam kararını onayladım. Bu yüzden hiç vicdan azabı da duymadım..."

Bugün tarihi bir gün...

Bugün, bu sözleri söyleyen, bu işleri yapan adam, Kenan Evren, bir başka cuntacı general Şahinkaya'yla birlikte yargı önüne çıkıyor.

Yakın tarihimizdeki büyük insanlık suçlarından birinin altına imza atmış olan bu generallerin hesaba çekilmesinin fiili ve sembolik anlamı büyüktür.

12 Eylül, her yönüyle, kurucu iktidar, kurumlaştırıcı iktidar, ezici iktidar yüzleriyle, tüm yönleri "boğucu, vahşi ve resmi bir eylemler dizisi"dir.

Neler mi oldu 12 Eylül'de?

650 bin kişi gözaltına alındı.

230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı.

2 bin kişi örgüt üyesi olmaktan hüküm giydi.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

23 bin 700 dernek, faaliyetten men edildi.

400 bin kişiye pasaport verilmedi.

Binlerce kişi işkenceden geçirildi.

1.5 milyon civarında insan fişlendi.

124 idam cezası onaylandı, 50 genç darağacına gönderildi.

12 Eylül Kürt sorununu geri dönülmez noktaya getirdi.

Türkleştirme politikaları ile cebir ve işkenceyi iç içe soktu. Siyasetle ilgili her Güneydoğulu ya tutuklandı ya gözaltına alındı.

Toplam 88 tutuklunun öldüğü Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi, Times dergisinin dünyanın en acımasız cezaevleri arasında ilk 5'te yer aldı. Sadece 1981-1984 yılları arasında 34 kişi işkence nedeniyle bu cezaevinde öldü.

Sadece bir askeri darbeden değil, sadece anayasal düzeni cebir yoluyla yıkmaktan değil, bir "insanlık suçu"ndan söz ediyoruz...

12 Eylül askeri vahşeti medeni dünyada yaptırımsız kalmış nadir utanç sayfalarındandır...

Bugün başlayan dava, açıktır ki, bu açıdan toplum adına atılmış bir yüzleşme ve yaptırım hamlesidir...

Bir işin bir yönü...

Zira 12 Eylül o günü değil, ülkenin geleceğini de tahrip etmiştir.

Milli güvenlik rejimi, askeri vesayetin ağırlaşması, özgürlüklerin daralması bu dönemde derinleşmiş ve onlarca yıl ülkenin belası olmaya devam etmiştir.

Üç yıl süren bir askerî cuntanın, Millî Güvenlik Konseyi'nin çıkardığı, temel hak ve özgürlükleri iyice kısıtlayan, yasalar, ardından anayasa hükmüne dönüştürülmüştür.

Böylelikle hazırlanan 1982 Anayasası "özgürlük kural, sınırlama istisnadır" ilkesini tersine çeviren ilk Batı anayasası olmuştu.

Yasamaya görülmedik bir şekilde bütün hak ve özgürlükleri genel olarak sınırlama yetkisini vermişti. Bununla da yetinmemiş; her bir temel hak ve özgürlüğü kendi maddeleri içinde "özel" olarak sınırlamıştı. O da yetmemiş, özgürlük ve hakların kötüye kullanılmasını ifade eden yasakları tek tek sayarak yeni bir sınırlamaya daha başvurmuştu.

Bu sınırlamaları sağlama almak için 1961 Anayasası'ndaki özgürlüklerin "özüne dokunulamaz" ibaresini kaldırmış, yargı denetimini devre dışı bırakmıştı.

Kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti konularında, yargıç ve yargının yetkisi kolluk güçlerine verilmişti.

Bunların hepsi silahların gölgesi altında yapıldı, silahların gölgesinde yıllarca korundu...

12 Eylül referandumunda ilk adım atılmıştı, devamı geliyor ve hesap sorma anı yaklaşıyor.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum