Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Hamidiye alayları ve Bediüzzaman

Abdülhamid Döneminin üzerinde en çok tartışılan konularından birisi de, doğuda kurulan ve geniş yetkilerle donatılan Hamidiye Alayları konusudur. Bu konu hakkında müsbet- menfi şiddetli tartışmalar yapılmıştır. Bu alayların kuruluş maksatları olarak farklı kaynaklarda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu alayların, ‘’Doğu Anadolu’da merkezi otoritenin sağlanması, devletin etkin olacağı yeni bir sosyopolitik dengenin kurulması, aşiretlerin askeri gücünden faydalanılması, bölgede Ermenilerin sürdürdüğü faaliyetlerin engellenmesi ve muhtemel bir Rus saldırısına karşı bölge savunmasının güçlendirilmesi için’’ (1) oluşturulduğu gibi sebepler ifade edilmiştir. 

Ayrıca bu kuvvetler ile ‘’misyonerlerin faaliyetlerini sıkı bir şekilde takip edildiği ve gerekirse memleket dışına çıkarıldığı.’’(2) belirtilmiş ve bu alayların, Güneydoğu’daki Kürt aşiretlerinden adam devşirilerek bölgeyi Osmanlı Devleti adına korumak amacıyla kurulan yarı askeri birlikler (3)  olduğu iddia edilmiştir. Bu alayların nasıl kurulacağı, kaçar kişi olacağı, eğitimlerinin nasıl yapılacağı elli üç maddelik bir nizamname çıkarılarak belirlenmiştir Buna göre bu alaylar, dört bölükten az, altı bölükten fazla olmayacak, nefer sayıları da 512-1152 arasında değişecekti.  Aşiretlerin nüfuslarına göre de, kurabilecekleri alay veya bölük sayısı belirlenecekti.  Bu alayların kurulup faaliyete başlamasından sonra,  Aşiret Mekteb-i Hümayunları kurularak, bu okullarda aşiret ağa ve beylerinin çocuklarının eğitim görmesi sağlandı. Bu okullardan yetişen talebelerden, Aşiret Alaylarına subaylar yetiştirilmiştir.

Hamidiye Alayları projesini, sadece bir askeri proje olarak görmek yanlıştır. Çünkü, buna paralel olarak kurulan Aşiret Mektepleri,  bölgeye gezici vaizler ve öğretmenler gönderilerek bölge halkının eğitilmesi ve bölgede faaliyet gösteren Medreselere maddi destek verilmesi gibi hususlar beraber olarak düşünüldüğünde,  daha geniş kapsamlı maksatlar güdüldüğü,  Osmanlılık bilincinin geliştirilmesi için gayret gösterildiği söylenebilir.(4) Bediüzzaman, bu maksatlar için ‘’ bîçare vilâyât-ı Şarkiyenin bedevî aşâirini Hamidiye Alayları ile en yüksek bir derece-i askeriye ve medeniyeye onları sevk etmesi’’ ifadelerini kullanmıştır.(5)   Fakat o yıllarda Osmanlının içinde bulunduğu olağanüstü şartlar göz önüne alındığında, bu önemli projenin tam olarak uygulanmadığı ve amacına ulaşmadığı görülecektir.

Bu alaylar asayişin temini maksadıyla birçok hayırlı hizmetler ifa etmişse de,  bir çok yanlış uygulamalara da vesile olduğu bilinmektedir. Müşir Ahmet Şakir Paşa ile IV. Ordu Komutanı Zeki Paşa’nın 1897 yılında şikayetler üzerine yaptıkları teftiş ve inceleme sonunda hazırladıkları raporda,   ‘’ alayların askeri otoriteye bağlılıklarının gevşek olduğu, bazı subayların dirayetsizliği ve aşiret reisleriyle menfaat ilişkileri içinde bulundukları, mahalli eşrafın bu durumdan rahatsızlık duyduğu, aşiretlerin kendi reislerinin kontrolünden çıkmalarının ortaya bazı sıkıntıları çıkardığı ve kalabalık nüfusu ile birkaç alay oluşturan aşiretlerin bulundukları kesimlerde hâkim duruma gelmelerinin bölgedeki sosyal yapının derinden etkilendiği ve mevcut sosyal dengeyi sarstığı’’(6) gibi çok önemli görüşler dile getirilmiştir.

Tillo’da rüyasında Şeyh Abdülkadir Geylani (K.S.) Hazretlerini gören Bediüzzaman, aldığı talimat üzerine halka zulmeden Miran Aşireti Reisi ve 48. Hamidiye Alayı Komutanı Mustafa Paşa’yı bu zulmünden vazgeçmesi ve namaza başlaması için ikaz etmek maksadıyla Cizre’ye gider.(7)  O yıllarda Cizre bölgesinden geçen Lehmann Haupt adında bir seyyahın tuttuğu kayıtlar, bu zulmün boyutları hakkında önemli ipuçları veriyor: "Mustafa Paşa; Osmanlı Hakimiyetinden neredeyse bağımsız ‘’küçük bir krallık’’ kurmuştu. Zorla ve kanunlara ters bir şekilde vergiler koyuyor, bu bölgeden geçenleri durdurup yüksek meblağlarda geçiş ücreti alıyor, keyfi icraatlarda bulunuyor, hatta ahalinin malını ve mülkünü bile yağmalıyordu.’’(8) 

Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtlarına da geçen çok sayıda vukuat mevcuttur. Bunlar arasında, Musul Emlak-ı Hümayun Komisyonu Riyasetinin bildirdiğine göre, Mustafa Paşa’nın bir hayli atlı ile bir köye hücum ettikleri, birçok hayvanı gasb ettikleri, birçok insan katlettikleri, on-on beş evi yaktıkları belirlenmiştir. Yine Diyarbekir Serkomiserliğinin Zabtiye Nezaretine gönderdiği bir telgrafta, Miran aşireti Reisi Mustafa Paşa ve Damadı Tahir Ağa’nın tahrikiyle Miran ve Kiçan aşiretlerinden iki yüz atlı ve üç yüz yayan yani beş yüz aşiret mensubunun, Cizre’ye yarım saat mesafede bulunan dört köye hücum ettikleri, mallarını, koyun, öküz ve diğer hayvanlarını gasp ettikleri gibi evlerini de yıktıkları, açtıkları ateş sonucu çocuğunu emziren bir kadının hayatını kaybettiği bildirilmiştir. Serasker Rıza Paşa bir raporunda, Mustafa Paşa’nın bunca yaptıklarına rağmen, henüz hakkında hiçbir şeyin yapılmamış olmasından yakınmış, Mustafa Paşa’nın yaptıklarına karşılık, benzerlerine ibret olacak şekilde bir muamelenin yapılmaması halinde, bu durumun kendilerini cesaretlendireceğini ve neticede zulüm yapanları sayısının artacağını dile getirmiş, böyle bir durumun bölgede hasarlara ve zararlı faaliyetlerin artmasına yol açacağını, yapılan şikayetlerin tahkik edilmesi gerektiğini, olayı soruşturacak bir heyetin oluşturulmasını ve bir divan-i harb kurulmasını da talep etmiştir.(9)

Eski Diyanet İşleri Müşavere Kurulu Reisi Hasan Fehmi Başoğlu’nun Uhuvvet Gazetesinin 9.12.1964 tarihli nüshasında neşredilen bir hatırası şöyledir: ‘’Bediüzzaman’ı bir handa ziyaret ettim. …Bir harita çıkararak, Şark’ta dar-ül fünun açılması ve bunun ehemmiyetini izah etti. O zaman Şark’ta Hamidiye Alayları vardı. O suretle idare ediliyordu. Bu suretle tarz-ı idarenin noksaniyetlerini ifade ile maarif, san’at ve fünun noktasında Şark’ın uyandırılması lazım geldiğini mukni olarak bize izah ile bu gayesinin tahakkuku için İstanbul’a geldiğini anlattı. (10) 1910 yılının yaz ve sonbaharında Şark Aşiretlerini gezen ve onları irşad eden Bediüzzaman, ağırlıklı olarak halkı aydınlatmak maksadıyla Meşrutiyet’in öneminden bahseder. Bu arada muhatap olduğu suallere de cevap verir. Daha sonra bu konuşmaları soru-cevap tarzında Münazarat isimli eserinde neşreder. Bu eserde geçen bir tespit, başlangıçta iyi niyetlerle kurulan Hamidiye alaylarının geldiği hazin durumu anlatması bakımından çok ilginçtir:

Suâl: "İstibdâdın çirkinliğine, meşrûtiyetin bu derece iyiliğine delilin nedir?"
Cevap: Siz avâm olduğunuzdan hayâlinizle tefekkür, gözünüzle taakkul ettiğinizden, temsil size bürhân-ı nazarîden daha ziyâde muknîdir. İşte, ikisinin mâhiyetlerini misâlle tasvir edip göstereceğim.
İşte, biliniz:
Hükûmet hekim gibidir; millet hastadır. Farzediniz, ben şu çadırda oturmuş bir hekimim. Şu etraftaki herbir köyde, Allah etmesin, birer ayrı hastalık var. Ben o hastalıkları teşhis etmemişim, hem de tâcizimi istemeyen müdâhenecilerden, yalancılardan başka kimseyi görmemişim. Şu halde, şu köylere, tanımadığım bir hastalığa, görmediğim bir hastaya gönderdiğim reçetesiz; mîzansız bir ilâcı istimâl eden, acaba şifâ mı bulur veyahut ölür?

Evet, ‘’daha ölmeden ölmek’’ sırrına, şunun sâye-i muzlimânesinde mazhar oldunuz. İşte her köye böyle ilâç göndermek, hattâ dâü’lcû ile karın ağrısına müptelâ olan emsâlinize hazım ilâcı hükmünde olan iâne toplamak, yahut eşkiyâlık ve husûmet derdiyle mültehap bulunan o vücuda, iltihâbı tezyid eden Hamidîlik icrâ etmek ve ilâ âhir, acaba tedâvi mi, yoksa tesmîm midir, melekü’l-mevte yardım etmek midir?
İşte mâhiyet-i istibdâdın timsâli budur. Zîrâ, sâbıkta, Padişah kendi yerinde mahpus gibi oturuyordu, bîçare milletin hâlini anlamıyordu, yahut zaaf-ı kalb ve kuvvet-i vehim ile anlamak  istemiyordu, yahut mütehevvisâne ve mütekeyyifâne ve mütekalkıl olan tabiatı, anlattırmaya müsâit değildi. İşte hükümetteki istibdâda, herşeydeki istibdâdı kıyas ediniz. Hattâ, taklidi tevlid eden ilmin istibdâdı dahi böyledir.(11)

Malazgirt, Erçiş, Urfa, Hınıs, Mardin  ve Başkale gibi merkezlerde 57 adet Hamidiye Alayının kurulduğu bilinmektedir. (12) 1901’de bu sayı 65’e çıkarılmıştır.  II Meşrutiyet’in ilanı ve Sultan Abdülhamid’in tahtan indirilmesinden sonra hükümet, Binbaşı Hacı Hamdi Bey ile Fahrettin Altay’ı, alayları yeniden düzenlemekle görevlendirdi.  Bu arada Hamidiye Alaylarının ismi ‘’Aşiret Alayları ‘’ olarak değiştirildi. Bu isim değişikliği ile ilgili olarak Fahrettin Altay hatıralarında şöyle bir anekdot anlatmaktadır:  ‘’Orduya verdiğim teşkilat defterlerinin İstanbul’a bakanlığa götürülmesine beni memur ettiler. İstanbul’a geldiğimde o vakit Harbiye Bakanı olan Mahmut Şevket Paşa benden izahat istedi.’’Bu alaylara artık Hamidiye ismi verilmez. Yeni bir isim düşünüyor musunuz?’’ diye sordu. Kendilerine şu cevabı verdim. ‘’Bunların içinde Arap olarak yalnız küçük Tay kabilesi vardır. Kendilerini Kürt sayanların bir kısmı aslen Türk’tür. Bir Türk ismi verilmesi uygun olur. Mesela Oğuz alayları gibi.’’ Gülerek, ‘’güzel ama söylene söylene ‘’uyuz alayları’’ olur. En iyisi Aşiret Süvari Alayları diyelim,’’ buyurdu.’’(13) Aşiret Alaylar I. Dünya Savaşında, Doğu cephesinde Rus ve Ermenilere karşı büyük kahramanlıklar gösterdi. Aynı şekilde Kurtuluş Savaşında da,  Kuvva-yı Milliye ile birlikte vatanın işgalden kurtarılması için çok yararlı hizmetlerde bulundu. Cumhuriyet’in ilanından sonra,  kurumların yeniden yapılandırılması ile birlikte,  bu alaylar da resmi olarak lağvedilmiştir. 

1-TDV İslam Ansiklopedisi 13. Cilt. Osman Eraslan, İstanbul 1997, Sayfa: 462
2-Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Sultan İkinci Abdülhamid Han, Osmanlı Yayınevi,              İstanbul1999, Sayfa:314
3-Köprü Dergisi, Bahar/2007 Sayısı, 36 Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Çözmek İçin Osmanlı Tecrübesini Hatırlamak Gerek,
4-Mehmet Selim Mardin, Yeni Asya Gazetesi, 7 Haziran 2007
5-Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, Sayfa: 151
6-TDV İslam An.13. Cilt, Sayfa: 463
7-Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Sayfa: 36
8-Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi-Entelektüel Biyografi, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2006, Sayfa:35
9-Mehmet Selim Mardin, Yeni Asya Gazetesi, 8 Haziran 2007
10-Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, Sayfa: 154
11-Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, Sayfa: 24–26
12-Osman Aytar,  Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğuna,  Medya Güneşi Yayınları,  İstanbul 1992, Sayfa: 88–91
13-Osman Aytar, age, Sayfa: 135.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.