Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Hamidilikten koruculuğa bitmeyen Kürt trajedisi...

Koruculuk sistemi, seksenli yıllarda tesis  edilir. Maksat: PKK terörüne karşı bir taşla bir kaç kuş vurmak... Bir kere, korku ve çaresizlikten PKK saflarına katılan Kürtler’in dağdakilere iltihakı engellenecektir. Sonra, PKK’ya karşı devletle birklikte mücadele verecek Kürtler’den bir güç elde edilmiş olacaktır ki, bunun devlet zãviyesinden temel faydası, silâhlı bir takviye edinmiş olmaktan çok, PKK’nın Kürtlerin tamamını temsil iddiasını yıkmış olmaktır. Bir de koruculuk sistemi, bir istihdam sahası olacak ve bölgenin ekonomik refahına fayda sağlayacaktır. Karnı doyan Kürtler, dağa çıkmayacakları gibi, ekmeklerini kaybetmemek için canla başla mücãdele de edeceklerdir...

Koruculuk sisteminin bu hülâsa ama temel maksatlarının ilk bakış veya sathî nazarlara çok mantıklı görünmesi, anlaşılabilir bir şey. Kısmen hakikattır da... Hakikattır ama, hakikatın bütünü değil: En zayıf ve en küçük tarafı...

İlhamını Hamidiye Alayları’ından alan koruculuk sisteminin değişen şartlar sebebiyle, faydadan çok, zarar getireceğini hesaplayamayanlar, şimdi de tehlikenin büyüklüğünü farketmiş görünmüyorlar. Sultan Abdulhamid’in  İttihad-ı İslâm politikasının arkasında bir kudsiyet mercii olarak duran halifeliğine rağmen, Hamidîlik o günün şartlarında da bir çok arazı beraberinde getirir. Hamidîlik, bu makale için bahs-ı diğerdir, ama şu kadarını kaydedelim ki, Hamidiye Alayları devletin umumî politikalarına hizmet etmiş olsa bile, bölgeyi kaosa sürüklemiş, Kürtlerin de perişaniyetine sebeb olmuştur. Bu sebebledir ki, Bediüzzaman Hazretleri 1891’de kurulup 1908’e kadar devamn eden Hamidiye alaylarını Münazarat adlı eserinde, istibdada dair bir sualin cevabı vesilesiyle bir misal çerçevesinde tenkid eder. Üstad’a göre, “eşkiyâlık ve husûmet derdiyle mültehap bulunan” bir vücuda, “Hamidîlik icrâ etmek” sıhhatini değil, mevtini intac eder ve bu icra, zehirlemek ve “melekü’1-mevte yardım etmek” hükmüne geçer.(*) 

Hamidîlikden daha elim neticeler doğuran koruculuk sistemi, devletin sakîm politikaları çerçevesinde beklediği bãzı neticelere hizmet etmiş olsa bile, zaman içinde bölgenin  PKK kadar bir ciddi meselesi hâline gelmiştir. Devletin eline tutuşturduğu silâhlara dayanan cãhil ve aşîret yapısının bin yıllık bütün menfiliklerini taşıyan köylüler, aradan geçen uzun zaman zarfında bir taraftan öldürmeye alışmış, beri taraftan öldürdüğü için kendisine ödenen paranın temin ettiği hazlara mübtelâ olmuş ve içinde bulunduğu şartların de telkiniyle, çokları, uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığa bulaşmışlardır... Elde ettiklerinin sebeb-i vücudunun PKK’nın varlığı olduğunu farkeden bu müsellâh güç, menfaatlarının devamının terörün devamına paralellik arzettiğini anlamakta gecikmemiştir. Bir çok yerde bu maksada hizmet edecek faaliyetler içinde oldukları, hiç değilse bölge halkınca sır olmadığı gibi, kuvvetli ve yaygın bir kanaattır da...

Bir taraftan ellerine tutuşturulmuş devlet silâhının  temin ettiği güç, öbür taraftan paranın telkin ettikleri ile pervasızlığa bürünen bu cãhil ve tehlikeli kitle, bölge halkı için bir başka korku ve baskı kaynağı olmuştur...

Lügat ve kitapların yer vermekten imtinã edeceği, tãrifinden acze düşeceği Mardin katliamının onların iştirakı ve ellerindeki devlet silâhlarıyla gerçekleştirilmiş olması, tehlikenin nerelere kadar uzandığını kör gözlere de sokmuş olmalı. AK Parti iktidarı, Kürt meselesini çözmeye koruculuk sistemini lağvetmekle başlamakta daha fazla gecikirse, bölgede yaşanabileceklerin vebãli altında ezilecektir. Korculuk sistemi, en kötü taraflarıyla dehşetli bir Hamidîliktir; hayatı değil, mevti evlâdır...
 
Devlet kontrolünün üstlerinde hiçbir şekilde ve hiçbir zaman tam tesis edilemediği bu tehlikeli gücün devamından medet ummak,  bir milyona yakın askerî güce sahip bir devlet için ciddiyetsizlik ve aczini dünya aleme ilân etmektir. Bir milyon profesyonel askerî güçle temin edemediğiniz bir neticeyi, eğitimsiz ve câhil köylülere kısmen bile olsa ihale etmenin samimiyet ve devlet ciddiyetiyle kabil-i telif olduğunu kabullenebilecek tek bir insana, dünyanın herhangi bir tımarhanesinde bile tesadüf imkân haricidir...

Aksini iddia edeceklerin mükellefiyeti, ağızlarını açmazdan önce, terör ve koruculuğun otuz yıllık geçmişini, sathî bir nazarla da olsa tetkik etmektir. Otuz yılda elde edilen müsbet bir netice veya bir arpa boyu alınmış yol varsa, bütün tahkir ve tenkidleri sineye çekeceğim...
 
Mardin felâketi yaşanmamalıydı, yaşandı... Benzerleri ve daha büyüklerin yaşanmaması, bu mãnãsız müessesenin lağvıyla kabil olabilir. Gecikmenin bedel ve hesabını sivil veya askerî hiçbir merci veremez... Askerin tavrı ne olursa olsun, problemi çözme mükellefiyeti sivil iktidarındır. Çoğuna –şu veya bu ölçüde- gönülden dost olduğum iktidar müntesiblerine haksızlık yaptığımı düşünenlere, önceliğimin millet olduğunu söylemeye mecburum... Millet varsa ve mes’udsa devletin bir kıymeti olabilir, aksi takdirde hem devlet olmaz, hem de varlığı bir kıymet ifãde etmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.