Hafıziyetin dört boyutu: Evvel, Ahir, Zahir ve Batın

Meyve Risalesi perspektifinden... Hafıziyetin dört boyutu: Evvel, Ahir, Zahir ve Batın

(Meyve Risalesi Çalıştayı tebliğidir.)

Bediüzzaman "Kuran tabiattan (öyle) bahsetmez" diyerek, tabiattan tabiat olarak bahsedilmesine itiraz ediyor. Tabiattan bahsetmek, ancak orada parlayan Esma-i İlahi vasıtasıyla mümkün olabilir.
**
İsimler öncelikle eşyanın sanat yönünü ortaya çıkarır. Bu, oradaki işin niteliği demektir. Eğer tabiat bir sanat eseri ise o zaman ondaki isimlere bakmak gerisine ulaşmanın da yegane yolu olacaktır.

Bu bağlamda, Bediüzzaman, tabiatta görünen hafıziyetin (Hafiz ismi), Evvel, Ahir, Zahir ve Batın isimleriyle birlikte parladığını keşfediyor. Bunu da haşrin ispatının önemli bir parçası olarak kullanıyor.

GÖRME VE GÖRÜNME

Her yerde ve herşeyde baktığımız eşyadan yansıyandır... Yansıdığı zemine takılmayız; çünkü zaman ve mekanın yer değiştirmesi ile eşya da değişecektir. Güzellik ve gerçeklik onda ve o anda aranırsa bir süre sonra eskidiği ve çürüdüğü görüneceğinden eşyanın bıraktığı psikolojinin(?) hayal kırıklığı ve acıma ve üzüntü olacağı düşünülecektir.

Bakılacak olan eşyadan yansıyan ise; yansıyanın niteliğini, sıfatını, kalitesini, değerini ve kaynağını ortaya çıkarır. Bu da marifetullah denilen eşyanın hakikatine ulaşmanın yoludur.

Görme biçimleri, bakma sürecine bağlı olarak değişecektir.

EŞYANIN KADERİ

Her bir'inin kendine mahsus alemi, kendine mahsus bir kaderi de demektir. Hiç bir iş birine karışmadığı gibi, her bir insanda alemi sığdıran kader de, her birinin kaderini kendi içindeki cennet ve cehennemine bağlamış.. neticede dünya kadar hususi bir cennet ya da bitmeyecek bir ateş veya soğuk içinde bir cehennemi yine cennet ve cehennem içinde halketmiştir.

Eşya katlı perdelerden oluştuğu ve birbiri içinde sayısız hayatlar iç içe olduğu gibi cennet içinde cennet, cehennem içinde cehennem de inşa edilmektedir.
**
Tarih, aynı zamanda eşyanın ve insanın peşini bırakmayan bir kaderi yazar. Haşir, hem maddenin hem de insanın tarihle sabit olan kaderidir. Dolayısıyla, tarih dediğimiz, kesin sonuç olan haşrin zuhurundan başka birşey değildir.

AYNADA ÇOĞALAN

Ayna iki türlü sonucu getirir. İnsanın aynası olan benliği kainatı dünyadan açacağı kendi pencerelerinden seyreder. Bu kainat, diğer bir insanınkiyle aynı değildir.

Bu seyir esnasında herbirinin baktığı güneş farklı aynalarda farklı görünecektir. Yani, her birinin ayrı bir aynası ve orada görünen ayrı bir alemi varken; güneş bir tane olmasına karşın her farklı aynanın açıldığı alemin güneşi olmakla, farklı alemlerin farklı güneşi de olmuş olacaktır.

Bununla birlikte, zaman ile bir ayna farklılaşırken, aynı zaman geçişiyle aynanın aynı olan eşya da değişmektedir. Her gördüğünde değişen aynı şeylerle, her şeyi farklı gösteren aynalar ile; bir şeyde herşeyi ve herşeyde birşeyi yapan ve gösteren; hem aynaları hem de aynıları Ehadiyetinin birer gösteri alanına çeviren bir ilim, irade ve kudret bulunmalıdır.

Her bir şey, o kadar çok şeydir ki, açıldıkça derinleşen, boyutları artan ve sonsuz yüzlü bir parlak zemine dönüştüren birşeydir.

EVVEL, AHİR, ZAHİR, BATIN

Kurumuş kemikleri tekrar kim diriltebilir? Elbette başlangıçta, hiçten ilk olarak yaratan ve sürekli yaratmakta olan ancak sonra tekrar yapabilir...
**
Hafıza insanın hayat süreçlerini kayıt altına alarak ışıklandıran bir işleve sahiptir. Hem zamana bağlı çalışırken hem de zamanı atlayarak bilgiye ulaşabilir. Hafızanın zamana bağlı kalmadan geçmişte dolaşabilmesi, geçmişe gidip şimdiye ve geleceğe bağlanabilmesi (dolayısıyla ışıktan hızlı da olabileceği) onu hem tarihin bir tanığı hem de geleceğin sandığı yapabiliyor. Cennet ve cehennemin yol haritası hafıza üzerinden böylece okunabiliyor.

(Bediüzzaman'ın Eskişehir hapsinin penceresindeki seyri bu kaderin ileri geri bir okuması olarak görülebilir. İnsan hafizasının bir sinema perdesine benzer şekilde; kendi okuduğu gibi başkalarınca da okunabilmesine imkan veriyor, demektir.)

Aynı şekilde, her bir günah evvelinde bir ateşi batınında taşıyor, ahirinde günahı işleyeni yakıyor. Günahlar içinde birikerek ahirinde cehennemde hastalıklar olarak ortaya çıkıyor. Herşey içinde neticesini taşıyor, her netice de sebepleriyle zahirini inşa ediyor.

Zaten ışığın girmesi zamanı ortaya çıkarıyor. Işıkla taşınan zaman, mekanla irtibatı ile bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor. Dokunulamayan, ancak ortaya çıkışıyla bilinebilen ışık madde üzerinde yansıma, resim ve hareketi üretiyor.. Evveli ve ahiri bu zeminde bir sürece bağlı olarak okunabiliyor.

Gerçekliğin ışıkla taşınması, iletişimi yeni bir gerçeklikle ve sürekli değişen her bir ikiliye bağlı farklarla zihinde resmediyor. Muvazene sırrıyla, insanın bir küçük darbesiyle şekil alıyor, yol buluyor. Herkesin kendine ait bir kainatı bu şekilde ortaya çıkıyor.  Zahiri ve batını birbiri üzerine sarılıyor. Nuraniyet sırrı denilen gerçekliğin çoğalması ile görünme biçimleri, ehadiyetin tecelli biçimleri olarak değişebiliyor.
**
Kainatın kaderi ışık ve maddenin içinde yazılmıştır. İnsanın kaderi hafızasında yazılmıştır. Işığı ve maddeyi açtığında kainatın tarihçe-i hayatı, insan hafızası açıldığında insanın cennet ya da cehennemi ortaya çıkacaktır.

(Bediüzzaman'ın ene ve zerre bahsi'nde anlattığı madde-benlik ilişkisi ancak haşirle tamamiyle açık edilebilir. Bu ikili ilişkiler varlık ve yokluk alemlerindeki gidiş gelişlerle bir çatışma üretiyor; bu çatışma sonucunda kömür ile elmas, Ebubekir ile Ebu Cehil ayrışıyor.)

ZAMANIN HAFIZİYET BOYUTU

Kainatın her bir noktası bir referans noktasıdır. Kaynağa yaklaştıkça batını ahirinde görünüyor, diğer taraftan uzaklaştıkça evveli zahir oluyor... Ahirden evvele, zahirden batına; meyveden ağaca, ağaçtan çekirdeğe; çekirdekten ağaca, ağaçtan tekrar meyveye evvelde ahire, batından zahire süregiden bir seri böylece sonsuza evriliyor...

Hızla merkeze (içe) geldikçe hadiseler aslına doğru ileri sarıyor. Uzaklaştıkça geçmişin zahiri, yaklaştıkça geleceğin batını kendini görünür kılıyor. Herşey birbirinden uzaklaştıkça uzay genişliyor, uzaklaştıkça çekirdek ağaç, ağaç meyve olarak; evvel ahir, batın zahire tecelli ediyor. İtidal noktasını bulduğunda ise ölüyor. İleri geri saran bir zaman makinesinde kader kalemi hikmetle büyük ispatı tamamlıyor.

(Bediüzzaman'ın Tahavvülat-ı Zerrat bahsi okunduğunda, maddenin bu başdöndürücü yolculuklarının aklın sınırlarında güzelce neticelere bağlandığı görülecektir.)

Bu yolculukların bir yerinde duran insan elbette ispatın tamamına sahip olamıyor. Ancak, bu gidiş gelişler, örneğin dünyanın dönüşüyle yıllık bazda kendini gösteriyor. Dünyanın batını zahirine bir örnek, ahiri evveline bir resim olabiliyor. Zahirinde cennetin çekirdeği, batınında cehennemin görüntüsü yer alabiliyor. Dönüşüyle haşir meydanının zahiri çizgileri çizilirken batınında içi (çekirdeği) dolduruluyor. Evveli içinde ateşi taşırken ahirinde tuba ağacının çekirdeğini buluyor.

Evveli cennet olan Ademoğlunun ahiri hayat ağacının iki dalı olarak cennet ve cehennemi netice veriyor. Sonra, insanın kendisi, içi dışa, dışı içe.. evveli ahirine, ahiri evveline çevriliyor, karışıyor, dönüşüyor, birlikte oluyor. Küçük kıyametler büyük kıyametlere, küçük haşirler büyüklerine, küçük hesaplar büyüklerine, küçük ispatlar büyüklerine, küçük hikmetler büyük hikmete, küçük insanlar büyük insaniyete, küçük dünyalar büyük ahirete, küçük sevaplar büyük cennete, günahlar temizlenmek üzere ateşe, küçük cinayetler büyük cezalara çekirdek ve meyve oluyor; evveli ve ahiri oluyor. Biri cennetin kapısında diğeri cehennemin ağzında son buluyor.

Dönüş ancak O'nadır.

ZAMANIN GENİŞLEMESİ

İnsan geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış görünüyor. Aslında anı da anında yaşayamıyor. Geçmiş ve gelecek karanlıkları arasında ve yok bir anın içinde bulunuyor. Bizim şu anda gördüklerimiz aslında şu anın gerisinde cereyan etmiş olanların bir seçkisinden ibaret kalıyor.

Bediüzzaman buna karşı: "zamanı genişletecek olan sır ancak ve ancak ahirete imandadır" diyor. Bu sırrı açacak olan ise kainattaki hafıziyetin Evvel, Ahir, Zahir ve Batın isimleriyle birlikte parlamasıdır.

Hafıziyet dünyadan uzaklaştıkça artan bir zaman döngüsü içinde kendini ana taşıyor. Örneğin bir yıldızın milyonlarca yıl önceki durumunu, şimdiye, dünyadan bir pencere açarak insanın gözüne getirmesi, ışığın bir hafıza kutusu olmasını gösteriyor. Görüntüyle birlikte, bilginin, hayatın ve amellerin taşınması, ışığı, zaman içinde bir haberciye ve ispat ediciye ve aksini ilzam ediciye dönüştürüyor.

Uzaklaştıkça da yakınlaştıkça da, içi de dışı da, anlamı da görüntüsü de ispatın parçalarını oluşturuyor.

Mesela, bir çiçeğin tohumlarını havaya savurması gibi bir yıldızın tozlarını binlerce yıl ötesine savurması da hafıziyetin bir büyük örneğidir. Yıldızın büyük patlamalarıyla yayılan hem haberci, hem tohumları olan, maddenin çekirdeği olacak renklerini (sıbgatullah) dünyaya getiriyor. Yıldız tozlarından yeryüzüne demir, insana kemik, gözlere fer, kulaklara müzik, zihinlere yeni alemler indiriliyor.

Bu şekilde yıldızın tarihi de taşınmış oluyor. Buradan hayale takılan bir yolculukla geriye, mehazına gidecek bir ateş yanıyor. Marifet denilen bu ateş, yaklaştıkça bugününü yakalıyor, her okuduğunu yeni bir yükselişe basamak yapıyor.
**
Dünya, sistem içindeki dönüşünde mevsimlere uğrayarak bu büyük ispatı farklı bir örnekleme ile gösteriyor.... Yeryüzünde hem bahar hem kış hem de yaz birlikte görünüyor; hareketle her birine ulaşabiliyor, aynı dünya içinde her mevsimi görebilirken, aynı yerde döndükçe tekrar görebiliyor. Hem aynı anda farklı noktalarda mevsimler değişirken, farklı anlarda aynı mekanda mevsimlere tekrar uğrayabiliyor. Hem evveli ahiri ile zahiri batını ile birlikte çalışıyor.

Dünya günlük dönüşü ile gün içersinde aynı ispatı tekrarlıyor. Günün beş vakti zahirden batına, evvelden ahire zamanın bütün inkılap başlarını ibadet vakitleri şeklinde tamamlanmış bir hakikat olarak ispat ediyor. İnsanı ibadete davet ediyor.
**
"Mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz" diyor Bediüzzaman. Biz anda tarihi yaşıyor, geçmiş ve geleceğe birlikte yürüyoruz... Mantığın mizanları Evvel-Ahir Zahir-Batın tezgahlarında kuruluyor. Işık, bir değişmez referans olarak, maddi ve manevi yönüyle bu ikircikli yapıyı saklıyor ve evrenin tümüne yayıyor.

Biz birbirimizin görüntüsünde aslında geçmişi, yani zahirde evveli, görüntünün içindeki anlamda ise batınında ahiri okuyoruz. Görüntüde geleceği kurmaya çalışarak hakikati resmetmeye çalışıyor, ona isimler veriyoruz.

KUR'AN'IN HAFIZİYETİ

Kuranın ispat dili, zaman ve mekanı genişletip arzın üstünde semanın her tabakasına, eşyanın her bir derinine, zamanın her esnekliğine ve hatta ezel ve ebede kadar sonu olmayan bir sonsuz genişliğe uzanarak, her yeni kainatın ve varoluşun matematiğini, aynı anda basit insan dimağına da sığıştırarak.. evrensel bir dil ve hitap şeklinde hakikati kurarak, eşyanın ortak tarihini ve dilini ortaya çıkarmış oluyor.

Kurandaki anlam ve anlatım genişliği evrenin ve evrenlerin bir ortak dili olmasını gösteren i'cazının yedi yüzü ile tanımlayabildiği ve ispat ettiği, böylece kainatın ve eşyanın ve de insanın mutlak bir sabitesi olduğu görülüyor.

Eşyanın ve evrenin tabakaları gibi Kur'an ifadelerinin de tabakalanması ile kainatın gerçek fizik ve ötesi konuşturulabiliyor. Dilinin içiçeliğiyle eşyanın da içkinliğini, alemlerin iç içeliğini de akla ve dimağa açıyor, bilinmeyenin sonsuz kuyusuna bakan insan zihnini ışıklarla süslenmiş bir karnavala götürüyor. Işık ışık, renk renk insan aynasında patlatıyor.

Kainatın kitabı olan Kur'andan mülhem, evreni oluşturan her parçada bütünden ibaret neticeler ifadesini bulmuştur. Kuranda olduğu gibi, kainatın batınında bütün hakikatleri bir küçük parçada bağlantıları takip ederek, zahirinde, tam yerinde görülebilir. Bediüzzaman'ın deyişiyle, insanın gözbebeğini tam yerine yerleştirdiği gibi güneşi de aynı şekilde yerine çakar; Kur'anda da her bir kelime anlam içinde mükemmel yerini aynen bulur.

Hafıziyetin yansıması ile, Güneşle göz arasındaki münasebet, Kur'andaki en küçük bir hadise ile büyük bir hakikat arasında da aynen bulunur. Birini kaybeden diğerlerini de kaybeder. Güneşi kaybeden gözü kaybeder. Gözü kaybeden güneşi kaybeder. Kur'anın bir harfini silen Kur'anı siler. Kur'anı silen ayrı ayrı her bir harfini siler.

Kur'anın her bir harfi de, kainatın her bir güneşi, gözü, ışığı arasındaki münasebet gibi ayrılma kabul etmez bir ayrışmanın parçalarıdır. Kur'anın çalıştığı gibi, her bir akıl ve anlayış bu ayrışmaya tanıklık ederek büyük ispatın bir parçası olarak çalışır. (Ve çalıştığını görmek için herhangi bir yer ve zamandaki herhangi bir örneği alıp incelemek yeterlidir.)

PEYGAMBERLERİN HAFIZİYETİ

Kur'anın ve kainatın aynı hafızasını, peygamberler ayrılık kabul etmez ayrışmalarıyla ehadiyet içinde vahdet göstergesi olarak kullanıyor. Örnek olarak: Musa peygamberle (as) son Nebinin (asm) ilişkisi ve tecezzi kabul etmez ortak hafızası, Son nebinin diğer peygamberlerin bir tamamlayıcısı ve dolayısıyla en mükemmeli olması ve diğerlerinin Onun hazırlayıcısı ve yardımcıları olmaları.. mesela kıssa-i Musa'nın Kur'anda sıkça tekrarıyla hakikatlerin uçlarını zamanla birleştirmeleri ve son noktasını Kur'an vasıtasına bırakması...

Son Nebinin (asm) eline, insanlığın ortak hafızası olarak, peygamberler tarihinin bırakılması ve dolayısıyla ikmal edilerek mükemmeli ortaya koymasına yardım eden parçaları vermeleri (insaniyet-i kübra olarak din ve insaniyet-i suğra olarak medeniyet), hem Kur'anı bütün kitapların üzerine hem de muallimini bütün peygamberlerin üstünde bir yere koymuş oluyor. Bunu her bir Kur'an ayeti tekrarlarıyla her parçasında ve Peygamber (asm) mucizeleriyle bir büyük inandırmak ve ispat etmek üzere çalışmasıyla gösteriyor.

HAFIZiYETİN MELEKLER BOYUTU

"Vücud kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri "Elhamdülillah Elhamdülillah" ve bütün adem âlemleri "Sübhanallah Sübhanallah" derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, mes'eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. 'Allah yerlerin ve göklerin nurudur' âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır." Meyve Risalesi

İnsanın hafızası zeminin temelinden göğün derinlerine yolculuğunda meleklerin varlığı dışında bir ışık ve hakikat meyvesi koparamaz; tesadüf, şuursuz hareket, belirsiz gelecek, rastgele seçim ve anlamsız cesedlerden başka bir şey bulamaz. Melekleri kabul etmeden ışığa ulaşılamaz, bağlantıları kuramaz, tarih bir yığından ibaret kalır. Hareket ve süreç sadece bir hayalin tasarımından ibaret olur, nasipsiz kalır.

Eşyanın evveli olan ve ahirini taşıyan çekirdeklerin parçacıklarına ya da kuvvete bilinç verme, bunu bir psikoloji olarak kabul etmek suretiyle meleklerin vasıflarını neredeyse tümüyle keşfedip varlıklarını kabulde saçmaya teslim olmak yokluğa gidecek bir neticedir.

Dinsiz gözünün maddenin psikolojisi olarak tanımladığı şey meleklerin varlığından başka birşey değildir.

Meleklerin varlığı, hafıziyetin, maddenin temelinden başlayarak eşyanın tümüne yayıldığını, Evvel, ahir, zahir ve batınında bulunduğunu ve her bir aşamasında meleklerin bilinci ortaya çıkararak tarihin tanıklığını ve kaydediciliğini ve neticenin ilan edicisi olmak gibi birçok görevleri yaptığını ortaya çıkarıyor.

(Meleklere imanın maddenin zemininden, zamanın tümüne yayılan iman ışığını nasıl yaktığını görmek için, Bediuzzaman'ın Meyve Risalesinde de geçen lise talebelerine verdiği metodolojiyi takip etmek yeterlidir. Buna göre, okunan her bir fen kendine mahsus diliyle ortak hafıza içindeki meleklerin işlevlerini ortaya çıkaracaktır. Bu metodolojinin bir gerçek hikayesi olarak, ayrıca Ayetul Kübra risalesi, belgesel bir ispat çalışması olarak ışığın götürdüğü yerleri tanıtıp bildiriyor.)

KADERIN HAFIZİYETİ

Evvel ve ahir, zahir ve batın adem alemlerinin şeytanlarının vesveselerine karşı tarihin mantığını kader ile ortaya çıkarıyor. Örneğin, vesvese ile ihtimaller içinde her ihtimalât tarihin parçası olabilecekken mantık zahirde olabilecek olanın batınında da bulunmasını isteyecektir. Kabiliyet ya da çekirdeğinden bunu ister, yeterli bir sebebi bulmayı gerektirir. Burada hikmet vesveseye galip gelir, her ihtimalin muhtemel olsa da an içinde olabilmesinin imkansızlığını evvel ve ahir çizgisi içindeki zahir ve batın dengesi içinde reddeder. Vücud ademe galip gelir. Kainatın varlığı ve görünmesi bunu ispat eder; yani vardan yok, yoktan var edilir.

Bir şeyin bir yerden bir yere gitmesi, mesela bir taşın yere düşmesi için başlangıç ile sonucu arasında çekim etkisi olarak görülen doğrusal bir yolun çok ötesinde gerçekte sayısız olasıklıklı yolları izleyecektir. Bu yollardan binlerce seçimin ve olası bir niyetin ve şuurun her noktasında kendini göstererek ve perdeler arasından varlığın melekler ve ruh sahipleri, yokluğun şeytanlar ile çarpışması neticesinde uzaktan seyredilen hareketin altında ve niyetin üzerinde seyredilenden çok farklı bir iç çatışmanın ve yol almanın hikmetin elinde bir söze ve dile dönüştüğü görünecektir.

Kaderin hükmünü icrası burada gerçekleşiyor. Yani, bir taşın yere bırakılması ile başlayan kaderi, çekim kanununa değil, tesadüfe de değil; batınında binlerce olasılığın seçimi ve perde perde arkasında sayısız yoldan gelen bilincin zahire taşınmasında bir nezarete ve her bilincin ve tercihin taşınması ile emr-i İlahinin perde perde üzerinden geçerek vücudu yokluğa galebesi ile olacak bir şeye işaret ediyor.

Kader denilen bu tarih yolculuğunun sonunda başını görmek ya da başından sonunu mutlak bilmenin imkanı olmadığını anlayabiliyoruz. Her birinin kişisel tarihi ve kişisel geleceği birlikte muammaları insan fehmine atıp meleklerin ve kaderin ve külli iradenin imanının neticesi bir açıklığa kavuşabiliyor. İnsanı kaostan ve başıboşluktan kurtarıyor; perdeler ardında eşyayı, kuvveti, kanunu, nezaret eden meleği, emri ve varlık ile yokluğun diyalektiğini ve fakat varlıkla yokluk alemlerinin ardındaki vahdeti birbiri içindeki ehadiyeti rüyetin yüksek idealine kadar taşıyan bir iman silsilesine kadar getiriyor.

Her şey, bu seyri süluku yapıyor... Kul bunu izler ve katılırsa marifetin sayısız yollarının ışıklarında hayretle temaşa lezzetine kavuşur.

AHİRETİN HAFIZİYETİ

İmam-ı Gazali'nin dediği gibi, kainatta olasılıklar içinde daha mükemmeli olamayacağı ilmin ve hikmetin yolunu başlatıyor. Buradan ahireti gösterecek nihayete ulaşılıyor. Bu nihayette varlığın hakikati, Yaratıcının kainatın her noktasındaki emri, melaikenin nezareti, peygamberlerin mesajlarını göstermeleri, vahyin apaçık edişi.. bütün bu süreçlerin bir toplamı olarak kaderin herşeyin zahir ve batın, evvel ve ahir düzlemlerini neticeyi etkileyen sebeplerle, sebepleri etkileyen neticenin ve her bir basamaklarını yalnız vahid ve ehad olan bir ilmin gücü elinde bir hakikati olduğunu ispat ediyor. Bediüzzaman'ın dediği gibi " işte bu hakiki tevhid, o adama huzurlu bir ispatı tespit eder"
**
Bediüzzaman bu ispatın bütünüyle bu dünya ve uzay-zaman sathında açık edilmesinin imkansızlığını ifade ile, bir kısmının dünyada, bir kısmının ölüm ile, bir kısmının berzahta ve mükemmelen ahiret alemlerinde açılacağını söylüyor.

Buradan çıkarılacak bir sonuç da şudur ki; huzurlu bir ispat peşindeki mümin için ölümün manası; ilmelyakin olarak ders aldığı iman dersini aynelyakin ve hakkalyakine mükemmelen ulaştıracak bir araç olmasıdır. Tıpkı Bediüzzaman talebesi Hafız Ali gibi, Meyve Risalesi dersini, ölümüyle tekmil etmesi gibi bir neticedir. Bu derste Münker ve Nekire verdiği cevaplar ve sonrasında ahiret alemlerinde aynelyakin ve hakkalyakin müşahede etmesi, Onun için iman dersinin böylelikle ikmalini sağlamıştır.

Elbette imanın nihayet ve ebedi noktası, cennette, ebedî saadetle ve rüyet-i Cemalullah ile tamamlanacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum