Haccın hikmetlerinden 'Siyaset-i aliye-i İslamiye'

Tırnak içine aldığım ifade Bediüzzaman Said Nursi’ye ait.
Ne zaman söylüyor? 1918 Eylülünde.
Yani Osmanlı İmparatorluğunun çöktüğü, dağılmaya yüz tuttuğu, birinci dünya savaşından Osmanlı’nın mağlup çıktığı günler.
Sonuçların aleyhimize neticelendiği sancılı yılların başlangıcı. İslam dünyası, parça parça. O günlerde Osmanlı’nın çöküşünde bütün İslam toplumlarının karınca kararınca maalesef bir rolü var.

O gün bu gündür İslam dünyasının iki yakası bir araya gelemedi. O günlerde çoğu müstemleke durumundaydı. Sömürgeler halindeydi. Muhteşem vazo yere düşmüş, parçalanmış ve ufalmıştı adeta.
Bediüzzaman bu tablodan çok müteessir, ancak ümitsiz değil. Sebepleri üzerinde durur. Durum tespiti yapar. Yapılamayanların ve yapılması gerekenlerin envanterini çıkarır.

Bu meyanda Haccın hikmetleri üzerinde mütalaada bulunur. İslam’ın beş şartından Hac üzerinde müstakil durur. İslam coğrafyasında yaşanan siyasi başarısızlığın, dağınıklığın ve birbirini tanımadan birbirinin aleyhine kullanılışın analizini yapar. Arapların, Türklerin, Hintlerin, Kafkasların, Afrikalıların ve diğer İslam milletlerinin farkında olmadan/olamadan  İslam’a zarar veren hazin hallerinden/vaziyetlerinden bahseder.
Bunu Hac meselesi ile ilişkilendirir. Haccın hikmetlerinin ihmalinden kaynaklanan sıkıntılara ve birliği bozan unsurlara dikkat çeker.

Bunlardan; Birinci kategoride;
“Tearüf+Tevhid-i efkar= Siyaseti aliye-i İslamiye” çerçevesi üzerinde durur.
Çok yönlü ve birleştirici tanışmalar, buna dayalı ortaklıklar zemininde fikir birliğini temin edecek şartların tahakkukunu düşünür. Bunun gerçekleşmesini ister. Müslümanların, bu asırda en büyük sorumluluklarından biri olarak hatırlatır. Haccın bu neticeyi vermesi gerektiğini söyler.
Eğer tearüf/bilişmek ve tevhid-i efkar/fikir birliği sağlanacak zemin hazırlanırsa, o zaman İslam’ın yüksek siyaseti/siyaset-i aliye-i İslamiye ortaya çıkar.

İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) bu manaya hizmet eden adımları, son zamanlardaki açılımları maalesef yeterli değil. İslam dünyasındaki dağınıklık düne göre iyi, ancak yaşanan süre/süreçler bazında incelendiğinde tatmin edici olmaktan uzak.

Neden? Çünkü Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu İslam’ın Yüksek Siyaseti henüz oluşmadı. Her biri kendi içinde ayrı bir aile/şahıs/rejim/kabile/etnik oligarşinin ya da batının rahat yüzü vermediği bir kargaşanın içinden çıkamıyorlar. Bir çırpınış var, ancak  kendine gelecek noktada değil. Gelişmeler çağın hızıyla paralel gitmiyor. Mazlum milletlerin ağırlıklı olduğu İslam coğrafyasında, halkın gündemi medeni dünyayla baş edecek seviyede değil.

Tam bu noktada, en başta ne yapılmalı?
Ne tür adımlar atılmalı?
Bediüzzaman’a göre İslamın yüksek siyaseti ortaya konulmalı.
Bu yüksek siyaset neyi kapsar? Bütün Müslümanları ve İslam’ı alakadar eden gündemleri.
Buna dayalı liderlik ve stratejiler belirlemek, politikalar geliştirmek, İslam dünyasının insan kaynaklarını bir araya toplamak, beyin gücünü ortak bir enerjiye dönüştürmek, İslam’ın yüksek siyasetine bir çerçeve çıkarabilir mi?

Yüksek siyaset; İslam referansını kullanacaksa, İslam’ın perspektifini ortaya koyacaksa, bütün Müslümanların hukukunu gözetmeli ve yerel siyasi, kültürel şartların üstünde olmalı. Yani ülkeye, ırka, coğrafyaya göre bir İslam yerine, evrensel İslam’ın ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve ilmi projeksiyonları belirlenmeli.
Bunun, diğer adı İslam Birliği/İttihad-ı İslam’dır. Bediüzzaman, İslam Birliği fikriyatının teşekkülü bağlamında İslam’ın Yüksek Siyaseti üzerinde durur.

İslam dünyası, bu asırda eğer siyaset stratejilerini belirleyecekse, evvela İslam ve devlet, İslam ve siyaset, İslam ve iktidar, İslam ve ticaret, İslam ve baskı (istibdat), İslam ve ilim, İslam ve hürriyet, İslam ve meşveret konularından başlayarak bir dizi ortak görüş alanını belirleyecek uluslar arası sempozyum, kongre ve konferanslar tertip etmek zorunda.

Bu çalışmalar, en şiddetli fikri çatışmaların/müsademe-i efkar yaşanacağı hür ve müstakil bir ortamda olmalı. İlim hür olmalı. Bediüzzaman’ın tespitiyle, ilim,“İstibdad-ı siyasinin veledi” olmamalı. Ulema, ümeranın kapısında konuşmamalı. Bu altyapıyı temin edecek olan iki grup vardır;
Birinci ve hız kazandıracak olan siyasi iradelerdir. Diğeri ise hür zeminde sonuna kadar fikri ve demokratik açılımı sağlayacak olan ilim adamları/alimlerdir.

Ortak etkinlik ve işbirliği için; öncelikle ilim, siyaset, ticaret ve kültür  insanları, halkın sivil toplum temsilcileri ve  devlet nezdinde iktidarlar marifetiyle dinamik bir organizasyon altında sık sık bir araya gelmeleri şart. Eş zamanlı üst ve alt gruplarda, sektörel bazda, farklı kategorilerde, farklı yaş ve cinsiyet gruplarına kadar binlerce  tearüf ve tevhid-i efkarı sağlayacak toplantılar, müzakereler yapılmalı.
Zihinlerin hazırlandığı böyle bir ihzariye, İslam’ın yüksek siyasetine açılacak pencereler hükmüne geçer.

Dinamik organizasyonlar yapılmalı ki, mevcut organizasyonların sembolik ve suya sabuna dokunmayan ataletlerinden kurtulsun. 
Yüksek siyaset, İslam’ın olacaksa; bunun temel kriterleri belli olmalı. Bir bakış açısı vermek gerekirse;
1-İnsaniyete hitap etmeli, “İnsaniyet-i Kübra” olan İslamiyet’in tesir sahasını dikkate almalı ki, yüksek siyasetin daha doğru belirlenmesine imkan versin.
2-İnsanı esas almalı. Kur’an’daki insan tarifini hayata geçirecek esaslar üzerinden gitmeli.
3-“İlim, fen ve sanat”ı temel veri kabul eden bir yönetim felsefesini hakim kılmalı. Devletlerin ve milletlerin tercihleriyle, iradeleriyle şekilleneceği bir tarif ortaya koymalı.
4-Katılımcı/istişare toplumu tesis edici ve insan hakkını istisnasız önceliklendiren “Hürriyet-i şer’iye”, ”Faziletli iman”, ”Meşrutiyet-i meşrua” yaklaşımlarını esas almalı.
5-İslam dünyasında ortak bir dil, üslup ve asgari tavır koyma iradesini temin edecek prensipler belirlemeli.
6-Mazlum ve mağdur, hatta işgale uğramış toplumlar için ortak savunma dahil, İslam ülkeleri arasında, bağımsız bir blok halinde ortak savunma stratejileri ortaya koyacak prensiplerde anlaşma sağlamalı. 
7-Bireyin hakları, hürriyeti ve tercihleri konusunda farklı düşünme, rekabet edebilme, eleştirme ve iyileştirme hakkı olan İslam/Müslüman vatandaşlığı üzerinde bir mutabakat sağlamalı. İslam dünyası kendi içinde bir vatandaş tarifi, ümmet tarifi ve devlet tarifi yapmalıdır.
8-Ekonomi, üretim, bilim, teknoloji, eğitim ve sağlık alanlarında ortak stratejiler belirlenmelidir. Bu alanlarda ortaklık kolaylığı, dolaşım serbestisi ve yatırımlarda devlet destekli istisnai politikalar geliştirecek ana gündemler ortaya konulmalıdır.
9-İnsanın gelişimine, inkişafına imkan sağlayacak, müzakere ortamlarına açık, korku üretmeyen bir toplum inşasına katkı yapmalıdır.
10-Batı karşısında Adetullah’a uymada zorlanan, cari kainat kurallarını yaşamayan İslam coğrafyası, bilim ve teknoloji ile birlikte maddi ve manevi kalkınma programlarını birlikte düşünüp ortak yatırımlara ve kaynak yönetimine yönlenmelidir.

Bir girizgah sadedinde, alt başlıklarla desteklenmesi gereken bu maddelerimiz üzerinde ilerde yine duracağız.
Bu noktada Bediüzzaman’a göre Yüksek İslam Siyaseti’nin prensiplerine göz atacak olursak;

a)İslam, istibdata/dayatmaya/baskıya müsait  bir din değildir.
b)Birey, kamil manada özgürlüklerini/hürriyetlerini meşru çerçevede kullanabilmelidir.
c)Siyaset, “Menfaat üzerine dönen bir canavardır” gerçeği dikkate alınarak, tarafgirlik hissiyle yapılan menfilikler, İslam siyasetinden uzaktır.
d)İslam’ın/Asyanın  bahtının miftahı meşverettir.
e)”Hakimiyet-i islamiye’de, her fert hakimiyetin bir cüz-ü hakikisine maliktir” prensibince katılımcı ve fikrini ihsas edici rey, adil ve açık bir mekanizma olmalıdır.
f) İslam’ın kölesi konumunda olan ilim, efendisine hizmet edecek şekilde, bu asrın bir mecburiyeti olarak önemsenmelidir.
g) Hürriyetler asrında, “Müsavat-ı Hukuk” prensibi icra edilmelidir.
h) Reislerin/havasın/yöneticilerin temel sorumluluğu, ahaliye “Ne istersiniz?” deyip ahvalini sormak ve onların taleplerine göre çare üretmektir. Kabiliyetleri ile istişare etmektir.
i) Hiç kimseyi, bir başkasının suçundan dolayı, hatta kardeşi bile olsa suçlamamak, yargılamamak ve zulmetmemek. Suçun şahsiliğini baz alıp, aşiretine, kabilesine, memleketine, ırkına, ülkesine veya bir başka belirleyici özelliğine, kimliğine ve kişiliğine haksızlık etmemektir.
 j) Sanat ve belağatın hükmettiği bu asırda, bütün iddialarını akla kabul ettirecek ikna metotları ve bilgi kaynakları ile iletişim vasıtalarını doğru kullanmak, İslam’ın günümüzdeki manevi kılıcı olan kesin delillerle hareket etmek.
k)Esas hastalığın ve zafiyetin diyanet olduğunun idraki ile “Müminlerin kalp hastalığı, zaaf-ı diyanettir” prensibiyle zihni, ruhi ve kalbi bütünlüğün temellerini atmak.
l)Tefekkür ve şefkati öne çıkaracak, buna göre hikmet ve sevgiyi esas alan akıl ve aksiyon temelli bir inşa sistematiğini ortaya koymak.
m) “Teşebbüs-ü şahsi, fikr-i hürriyet ve fikr-i icat”  üçgeninin hayat bulacağı müspet müsabaka ortamlarını kurmak ve süreçlerini başlatmak.
 
Şimdilik bu kadar. Mekke ruhu, Kur’an’ın çağdaş tefsirini kabul etmiş. Şimdi buna cihanşümul bir bakışla destek verecek tefekkür safhasındayız.
Mekke bir mihrap, Medine bir minber. Biri iman, diğeri hayat. Biri tearüf, diğeri teavün.
Mekke yaşanmadan, inanmadan, hicretini tatmadan Medine olmuyor. Nurun Medinesi, Medeniyetin nuru olacak inşallah.
Mekke’den, Kurban bayramının ikinci gününden, Cemerata atılan taşlardan,Kabe’den,tavaftan, Sa’ydan, Mina’dan, Müzdelife’den, Arafat’tan ve müminlerin gönlünden binlerce müttehit kalbinden dua ve muhabbetle...
Bayramlaşmanın nurlu fasılları, bir başka yazıda inşallah.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.