Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Kâinatı Esmâ'sız, Esmâ'yı Kâinatsız Okumak

Nurları tanıdığımızdan beri, fen kitaplarını alıp okumayı severiz. Bilim teknikle ilgili bulduğum her şeyi incelemeyi kaçırmayız. "Bilim Araştırma, Kültür ve Sanat Dergisi" Zafer'i çıkışından beri takip eder, alır, okurum.

Fen bilimleri, neticede sanatı bize anlatıyor. Anlatılanlar da sanatçıya götürür bizi. Birkaç ay önce, KTÜ Biyoloji Bölümünde Murat Hocamızı laboratuvarında ziyaret ettik. Soğan zarının dört yüz defa büyütülmüş hâlini mikroskop altında inceledik. Hücrenin muhteşem dizilişini seyrettik. Murat Bey'e "Hücrenin içine girmek; oradaki muntazam bir şehir, bir ülke gibi çalışan, işleyen sistemi seyretmek istiyoruz." dedik. Fakat laboratuvarda buna imkân veren cihaz yoktu. Daha büyük ve donanımlı cihazlar gerekliymiş. Ama araştırıyorum, hücrenin içine de gireceğiz inşallah.

Bu gayretimizle, kâinatı Allah'ın isimleriyle, Allah'ın isimlerini de kâinatla birlikte okumanın; eşyaya mana-yı harfi ile bakabilmenin gayretindeyiz. "Bu kâinatın Sâni-i Hakîmi binbir esma-i hüsnasının had ve nihayeti olmayan güzelliklerine bu mevcûdatı mazhar ediyor." Ediyor da bazılarımız Allah'ı bilmek, ona yönelmek adına kâinatı inkâr yoluna gidiyor, hem de bunu iftiharla ilan ediyoruz. Bununla fahirleniyoruz bile. Tuzağa takılırım, korkusuyla tanelerden vazgeçiyoruz bir bakıma.

Suyu besmelesiz içenler, yani kâinatın arkasında kâinatın sahibini göremeyenler olduğu gibi; kâinatın sahibini görememe, eşyada takılıp kalma korkusuyla besmeleyi susuz kalarak içenler de var. Peki, tuzağa düşmeden daneleri toplayabilmek mümkün değil mi? Asıl hüner orada. İşte, Nurlar bu hünerlik yollarını gösteriyor bize.

Bu noktada bir Nakşî dervişiyle üstadın diyaloğunun yer aldığı Kastamonu Lahikasındaki bir mektup, bize tam yol gösteriyor. Mektubun başında tefekkür ibadetinin izahında Nur Suresinin "Allah göklerin ve yerin nurudur." âyetinin ehl-i dalâletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envâr-ı tevhidi gösteriyor." notu düşülüyor. Mektubun iki kesimin yani kâinatı Esma'sız ve Esma'yı kâinatsız okuyanların izahı makamındaki devamına bakalım.

"Ezcümle: İki gün evvel, ism-i Hakem nüktesini okuyan bir Nakşî dervişi, güneşin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleğine veçh-i tatbikini anlamamış. Demiş: "Bu da ehl-i fen ve kozmoğrafyacılar gibi bahseder" tevehhüm etmiş. Yanımda ona okundu, ayıldı. "Bu bütün bütün başkadır" dedi. Demek kozmoğrafyacılar gibi, ehl-i fennin en son ve geniş nokta-i istinatları ve medâr-ı gafletleri olan perdelerde nûr-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düşmanlarını takip ediyor, en uzak tahassungâhlarını bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: "O bir soba, bir lâmbadır. Odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!" Başına vurur.

Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyât-ı esmâya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey huzura mâni olmuyor. Ehl-i tarikat ve hakikat gibi huzur-u daimî kazanmak için kâinatı ya nefyetmek veya unutmak ve hatıra getirmemek değil, belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve daimî kâinat vüs'atinde bir ubudiyet dairesini açtığını gördüm."

Alıntı biraz uzun oldu ama maksat başka türlü anlaşılmıyor.

"Kâinat vüsatinde bir ubudiyet dairesi" ne muazzam bir hakikat değil mi? Esma ile kâinatı okumak, diyoruz buna. Kâinat bir alet, bir harf gibi, bize sahibini yazarını bildiriyor, gösteriyor. Bu asra en uygun ve Kur'an'ın bize tarif ettiği ve gösterdiği yol budur aslında.

Hoca Sabri Münacat Risalesinin fihristinde, bir tevhid ile Esma okuması olan bu risale için, "Kur'an-ı Mu'cizül Beyanın tespih, tahmid ve duaya münhasır yedi yüz ayetinden alınmış." diyor. Demek, "Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an, kâinatı okuyor. Onu dinleyelim."

Aynı şey "Muhabbet ihtiyarî değil. İhtiyac-ı fıtrîye binaen leziz taamları ve meyveleri severim..." sualinin cevabında da var. Bir leziz meyveyi sevmeden ve unutarak, var kabul etmeden veya hayalete sararak nasıl yiyeceğiz, gençliğimizi, hayatımızı, anne ve babamızı, dostumuzu yok ve hayal kabul ederek sevmek mümkün mü? Bütün bunları var kabul ederek, birlikte olarak sevmenin yollarını gösteriyor ilgili bahis. Bunlar, üzerinde oyalanıp durulası şeyler değil, okunup tefekkür edilip geçilesi Allah'ın namına sevilesi şeyleridir. Bunun nasıl yapılacağı ne şekilde olacağının alfabesi de 32. Söz'de ilgili bahiste. Onun için 32.Söz'ün bu bahsini, ilmihal dersi olarak kabul ederim daima.

Evet dostlar, şu kâinatı her daim birlikte olduklarımızı, hatta yiyip içtiklerimizi nisyana atıp hayal perdesine sarıp atladıktan sonra, Allah'ı sevmek ona yönelmek, belki sancısız olabilir. Kâinat ve dane tuzağından korkmak, insanı böyle bir yola itebilir, itmiş de zaten. Fakat bu yol, ilmî ve parlak bir yol değil. Ayrıca esbap perdesini tam yırtamamış bizim gibiler için, tehlikelerle döşeli. Bize düşen, Kur'an'ın birinci muhataplarının takip ettikleri yolu takip ederek mevcudatı, mevcudat hesabına hizmetten azl ederek onlara mana-yı harfi ile bakabilmek olmalıdır.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum