Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Hazır Lezzete Odaklı Hayattan Nasıl Kurtulacağız?

Çok değerli âlim bir arkadaş, bir öğrenci topluluğuna hitap ederken, onlara, "Gençler niçin namaz kılmaz, namazla pek ilgili değiller?" sorusunu sorar. Gençlerden biri de bu suale cevaben, "Hocam, namazın ücreti peşin değil de onun içindir" der.

Gencimiz, bu düşündürücü cevabı ile aslında asrın 'an'a ve görsele odaklı, hepimizin derece derece müptela olduğu, tedavisi zor iki hastalığına işaret ediyor. 'An'a odaklı nefis, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetine tercih eder. Hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azaptan daha ziyade çekinir. Bir insanın müddet-i ömründe, dünyadan aldığı bütün lezzetler toplansa, ebedî hayatta alacağı lezzetlerin sinek kanadı kadarına bile denk olmadığı halde, aklı başında bir insan dünyanın basit lezzetlerini niçin tercih eder? Yani şimdi tokat yemeyeyim de ileride bir sene azap çekmeye razıyım, der. Hissiyat aklı körleştirince, akıl böyle bir maskaralığa insanı razı ediyor maalesef.

Buna kısmen şahit olmuşluğumuz vardır. Gecenin geç saatlerinin birinde, Trabzon'un meydan civarından geçmemiz icap etmişti. Geç saatlerde de o civarda, sarhoş çok olur. Hatta bunun latifesini de, "Geç saatlerde dışarıda ya bir nurcu ya da bir sarhoş olur." diye de yaparız. İşte, Trabzon Meydanda böyle birkaç sarhoşa denk gelmiştik. Hemen, yukarıda işaret edilen hakikati denemeye niyetlenmiş ve önümüze çıkan ilk sarhoşa, "Şimdi sana bir lokma baklavayı mı yoksa bir saat sonra bir kilo baklavayı mı versek memnun olursun?" diye sorduk. Sarhoş hiç tereddüt etmeden, "Abi, hazırı kaçırır mıyız, hazır ya bir lokma olsun" cevabını vermişti. Anlık lezzetlere müptela tevehhüm, heves ve hissiyat-ı insaniye, akıl önüne geçmiş; nefsin de yardımıyla, nazarı ileriye dönük kalp ve akıl susmuştu.

Peki değil ahirete, bir saat sonrasına da insanın kör hissiyatı razı olmuyor. İşte üstad, Risale-i Nurlarda, hissiyatın hâkim olduğu insanların 'an'a odaklanıp görselliğini öne çıkardığı böyle bir asırda, insanları hem fenalıktan vazgeçirmek hem de insanların yüzünü geçici lezzetlerden ebedî lezzetlere çevirmek için, hissiyat-ı insaniyeyi de teslime zorlayan, muvazene esaslı yeni bir izah tarzını ortaya koyuyor.

İnsana, nefsine Cenab-ı Hakk'ı tanıtıyor, ahireti ispat ediyor; farzları hatırlatıyor, sefahetin ve terk-i ibadetin yanlışlığını öğretiyorsun. Bu sefer de insanın kalbi ve ruhu, hazıra müptele hissiyatına mağlup oluyor ve "Cenab-ı Hak Gafur ve Rahimdir. Hem cehennem pek uzaktır." deyip sefahetine devam edebiliyor. İşte, üstad asrın nazarına sunduğu, özellikle muvazene ağırlıklı, temsili hikâyecikler şeklindeki derslerinde, herkesi muhatap alan, munis bir yaklaşımla, küfür ve dalâletin daha ahirete gitmeden de bizi bulabilen, dünyadaki hazır elim ve ürkütücü neticelerini ortaya koyuyor. Bunu yaparken de okuyucudan bir seviye de istemiyor. İnsanı gramerde boğmuyor. Her seviyede insanı muhatap alıyor. Muhatabına "Ben de senin gibiyim, senin taşıdığın nefsi ben de taşıyorum." diyerek onu rahatlatıyor. Farzları ise, "Bunlar farzdır, yapın." diyerek değil; onları yapmanın gerekçelerini anlatarak yapıyor, anlatıyor.

Hususen, tasavvurundan ruh ve kalbin titrediği dalâletin elim neticelerinin ortaya konulduğu 32. Söz'ün 3.Mevkıf, 2.Noktanın 2. Mebhası var ki tüm bu muvazenelerin özü ve esasını veriyor. "Sefahetle sarhoşluğun bir perde olup muvakkaten hissettirmediği" dalâlet, küfür ve günahların daha dünyada iken pis ve elim neticeleri göz önüne seriliyor ilgili bahislerde.

Programlarında kendilerini "iki ateist" olarak tanıtan arkadaşları dinledim yakında. Kendilerine "Siz kendinizi bir atom yığınından ibaret görüp maneviyatı inkâr ediyorsunuz. O zaman çocuklarınızı ve yakınlarınızı nasıl seviyorsunuz? Onlardan ebedî ayrılık düşüncesi, sizi nasıl rahat bırakıyor?" diye soran dinleyicilerine cevap yetiştirmeye çalışıyorlardı. Cevapları da, "Olur mu öyle şey çocuklarımızı seviyoruz elbette. Biz de sizin gibiyiz ama onlardan ebedî ayrılık bizi üzüyor. Elden gelecek bir şeyimiz yok, ne yapalım?" şeklindeydi.

Şimdi bunların sarhoşluğu bir müskirat içmeden değil elbette. Felsefenin boş, kof fakat mutantan izahları, geçici bir sarhoşluk vermiş arkadaşlara. Başta işaret ettiğimiz görsel odaklı bakış da ruhlarını kör etmiş. Yine bu sitede yazan değerli Erdem Akça kardeşimizin fevkalede bir emek ve üstün bir analiz tekniği ile kaleme aldığı "Nefs-i Emmare" kitabında bu acı durumu çok güzel özetliyor.

"Görsel algı, gerçek hâle dayandığı ve gözle görüldüğü için, nefis 'an'a odaklanır. Geçmiş ve gelecek zamanlara gözlerini yumar. Nefsin görsel algısı bulunulan anda da dış görüntüyle sınırlıdır. Yani nefis, işin zahirindedir. Meselenin bâtınını ve hakikatini göremez. Bir at gibi, elmaya sadece yenilecek bir madde olarak bakar. Onu bir sanat eseri ve İlâhî, leziz bir ikram olarak görmez. Kendini de cisimden ve cismânî arzuladan ibaret görür. Filipeli Ahmet'in ifadesiyle hayat onun için, yemek ve şehvetten ibarettir."

Bazen böyle tipleri dinlediğimizde, Kur'an ehli olduğumuza bin bir şükürle hamd ediyorum. Kur'an'ın bu asra bir dersi olan Risale-i Nur'u tanıdığımdan çok memnun oluyorum. Ondaki hakikatlerle haşir neşirliğin bu fakire kazandırdığı Kur'anî muhakeme ve bakış açısının değerini bir daha anlıyorum. Bu bakışla Kur'an âyetlerine muhatap olduğumuzda, hidayetimiz artırıyor. Aynı âyetler, onların da dalâletini arttırıyor maalesef.

Adamlar görsele o kadar odaklanmışlar ki imanın ancak gaybe olacağından gafletle, geçmiş kavimler gibi "Allah'ı açıkça görmedikçe iman etmeyiz." noktasına getirmişler kendilerini. Bir kısmı da bizzat bu fakire "Allah niçin beni bizzat muhatap almadı da peygamberiyle ikaz ediyor?" demek gafletini göstermişti. "Melekler indirilmeli veya Rabbimizi görmeliydik." diyen kavimler; Atalarının dünyada diriltilmesini isteyen putperestler bile olmuş tarihte.

Bunları âyetlerden öğrenince, Ademoğlunda değişenin zihniyet değil; sadece asırlar olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Görsellik hastalığı acelecilik ile birleşince, başa ne işler açtığının güzel örnekleri bunlar.

Evet dostlar, nefis görsele, 'an'a müpteladır. 'An'da görselde de ahiret hesaba katılmaz. Katılsa da bir yolu bulunur ve tehir edilir. Kalp ve aklın hissin önüne geçmesi, hayata hâkim olabilmesi, güçlü bir tefekkürü yani yukarıda işaret ettiğimiz bahis ve emsallerinin bildirdiği hakikatleri nefse kabul ettirmeyi gerektiriyor. Kalbi söylettirmek ve ruhu işlettirmek suretiyle, cismanî yaşayış ve hayvanî hayattan çıkmak, ancak bu hakikatleri tefekkürle mümkün.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum