Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

'Çocuklarını Babasız Bırakırım'

Yakında bir ibretli haberde izledim. Yaşlı bir adam, kiracısının olduğu mekâna uğruyor ve kiracısını elindeki bastonu da kullanarak tehdit ediyor. Tehditlerinde o kadar ileri gidiyor ki bunu"Eğer benim iş yerimden çıkmazsan, çocuklarını babasız, eşini de dul bırakırım." noktasına kadar sürdürüyor. Kiracı da bunu kayıt altına alıyor ve yaşlı adama hürmetinde bir kusurda da bulunmamaya çalışıyor. Gerçi adam sonradan özür de dilemiş. Ama bu ona yakışmamıştı.

Bu, böyle ama tersi de vaki olmuyor değil. Pandemi döneminde kiracısı olduğu insanı çağıran ev sahibi, kiracısına "Kardeşim pandemi döneminde senden kira hiç istemiyorum. Bu dönemden sonra da istemiyorum. Kira meselesini dert etmeden, rahat olabilirsiniz." diyor. Üstelik, kiracısına da zor durumda kaldığında, ayrıca yardımcı olabileceğin de iletiyor. Başka birbirinden farklı dünyaların insanlarının farklı örnekleri de vardır mutlaka. Ama birini izlediğim, birine de yakînen şahit olduğum için, iki örneği burada kaydettik sadece.Cemiyette, buna benzer şahit olduğumuz ya da olmadığımız örnekler çok var aslında. Ama çoğundan haberimiz olmuyor.

Bu tip menfi, dünyevî ve kırıcı örneklerin arkasında, biraz "eşyanın üstündeki fânilik damgasını" okuyamamak yatıyor, diye düşünmek lazım. Bu fakirin de bir zaman yaşadığımız tatsız birtakım ihtilaflar ve çekişmelerden çok sonra, çıkardığım dersi üstad, Uhuvvet Risalesinde bir nakille özetliyor. "Dünya öyle bir meta' değil ki bir nizaya değsin." Yani koca dünya, "Benim mi senin mi olsun?"şeklinde bir tartışmaya bile değmez, diyor 14. yüzyılda yaşamış marifet insanı Hâfız-ı Şirazi. Niçin değmez? Çünkü üstünde "fânilik damgası" var. Yani benimdir, diye kavgasını verdiğin, uğruna nice kalpler kırdığın küçük menfaatin, aslında senin değil. Sen de o da misafirsiniz. Alâka-yı kalbe değmiyor.Bu kalbî alakaya değmeyen şeyler uğruna, maneviyatını yıkmak, kabre ateş göndermek akıl kârı değil.

Bizim köyün mezarlığına bakıyorum, düşünüyorum ara sıra. Kavga edenleri hatırlamaya çalışıyorum. Tarla sınırları için laf atıp taş toplayanlar, hilebazlıkla yer artıranlar, birbirine düşmanlıkla birbirine hayatı çekilmez hale getirenler, aynı mezarda belki de kemikleri sarmaş dolaş yatıyorlar. Bütün mezarlıklar, kazandıklarını zannedenlerle dolu değil mi? Aslında biz de öyle olmayacak mıyız? "Her gelecek yakın." olduğuna göre, âkıbetimizi uzakta görmeyelim. Bu da gösteriyor ki dünya, gaye-i hayale değmiyor, değmez. Çünkü fâni. Hemen bitiyor. Ne kazancın ne de kaybın gam ve kedere; sevinç ve sürûra medar olamıyor.

Üstad, bahtiyar doktora yazdığı mektupta, büyük bir tevazu ile "Ben kafamı teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum." dediği gibi, kendi adıma söylüyorum, biz de ömrümüzü bir teftiş etsek, ne kadar malayaniyat, fuzuliyat, menhiyat ve süfliyat hâlleri bulacağız acaba? Rabbimden niyazım odur ki dergâh-ı İlâhîde, bu lüzumsuzluklarımız, "kâinatı ihata eden Rahmet-i vâsiasının", "ehl-i imana tecelli-î âzamla teveccüh eden Gafur ve Rahim isimlerinin" süzgecine takılır da en "büyük İhsan olan büyük mağfirete" mazhar oluruz.

Ömür dakikalarını teftiş ederken, iki husus fakiri hep düşündürmüştür. Birincisi, bize verilen aslında sadece bir ömür değil, her biri birer hazine değerinde olan saniyelerimizin pek farkında olamayışınız. İkincisi de Üçüncü Lem'a'nın ana mevzusu olan "Bâkiye müteveccih olan fâninin bekâ bulabildiği" hakikatinin değerini bilemeyişimiz.

On Dokuzuncusu Söz, "Risalet-i Ahmediye Risalesi'nin" Reşhalarının Onuncusunun sonunda "dünyevî İstikbal ile uhrevî istikbal ve saadetin hakikatlerini" bir benzetme ve harika ve emsalsiz bir kıyasla anlatan bir kısım var. Üçüncü lem'a'ya geçmeden, ona bir bakalım. (Hz Peygamber Aleyhisselam)"Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki şu dünyevî İstikbal ona nispeten, bir katre serap hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddi olarak haber veriyor ki bütün saadet-i dünyeviye ona nispeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nispeti gibidir."

Dünya hayatı, ahirete nispeten bir katre serap hükmünde. Dünyevî İstikbal, ancak böyle anlatılabilir. Dünya, bir katre serap. Serap ne demek? Yok, ama var gibi görünen şey. Olur mu öyle şey, dünyaya yok diyebilir miyiz? Ama kendine, sadece dünyaya bakan yönüyle yok diyebiliriz. Sonsuz rakamının yanında, bir veya milyar rakamının değerinin aynı olması gibi, dünya da ahiretin sonsuz hayatına göre, ne kadar uzun olursa olsun, var görünen yok, hükmündedir. Hani halk arasında dünya hayatı için, "Bir varsın, bir yoksun." diye tanımlar kullanılır ya. Bu hakikati ifade ediyor işte.

Dünyevî saadetin ise, sönmeden ebedî yanan güneşin yanında, sadece bir defa yanıp sönen şimşek kadar bir hükmü var. Bir tarafta bir defa çakıp sönen bir şimşek; diğer tarafta yanan, sönmeyen bir güneş var. Tercih senin elinde.

Evet, varlığı ile bir serap, saadeti ve uzunluğu ile bir şimşek kadar değeri olan bu dünya, bir yandan da dâimî güneş hükmündeki ebedî saadetin de medarı. Yani kazanma yeri olarak bize bir defalığına verilmiş. İşte burada Üçüncü Lem'a devreye giriyor. Serap belki ama ebedî saadete gebe saniyelerle örülmüş. Geçici bir şimşek ama içinde dâimî güneşin kıvılcımlarını barındırıyor.

Geçen bir yazımızda esassız bazı şeylerle kafayı yemiş ve mürted olmuş bir sözde ilahiyatçıyı anlatmıştım. Adam "İnsan bu dünyaya seksen sene için gönderilir mi?" diye Allah'a isyan ediyor. Biz de dedik ki "Senin ömrün, değil seksen, yüz seksen, hatta üç bin seksen de olsa yine sen itiraz ederdin. Çünkü sen, "Şiddetli bir surette uzun ömür istiyorsun ve bekâya aşıksın." Fakat arkadaş, kendisini ebedî bir saadetin beklediğini bilmediği, ahirete itikat etmediği için, ömrünü bekâya nasıl çevireceğini de bilmiyor. Bu önemli hakikatten habersiz. Hâliyle ömrünün kısalığından şiddetle şikayet ve isyan ediyor.

Evet dostlar, üstad ne diyor? "Madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür.

Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak, o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfiki hareket edecek. İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız, Livechillah rızası dairesine hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları seneler hükmüne geçer." O zaman da ömrün kısalığından şikayetçi de olmazsın. Demek çare, "Fâniden Bâkiye yol bulmak." Başka çare yok.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum